Leo Bloom: Actors are not animals! They’re human beings!
Max Bialystock: They are? Have you ever eaten with one?
Sinemayla bir miktar ilgisi olan herkesin isminden haberdar olup çok az kişinin filmlerini seyrettiği bir yönetmen Mel Brooks. American Film Institute’ün seçtiği en iyi yüz komedi filmi seçkisinde üç eseri yer alan bir komedi dehasını, bir grup iflah olmaz sinemaseverden başka kimsenin hatırlamıyor/bilmiyor olması üzücü. Gerçi Brooks kendi düşüşünü adeta itinayla planlamış bir yönetmen. Zira doksanlarda el attığı Robin Hood: Man in Tights (1993) ve Dracula: Dead and Loving it (1995) gibi parodi denemelerine baktığımızda “Young Frankenstein’ı yöneten Mel Brooks nerede?” demekten kendimizi alamıyoruz. Tamamen tesadüf eseri (herhangi bir şekilde Brooks için özel bir ilgi beslemeden) yönetmenin The Producers filmini yakın zamanda seyretme şansı buldum ve tek kelimeyle bayıldım. Sinemanın büyülü bir sanat dalı olduğunu biliyordum ama bir filmin, hele ki neredeyse elli yaşında bir komedinin beni bu kadar neşelendirebileceğini hiç düşünmemiştim.
Max Bialystock, başarılı yıllarını geride bırakmış bir Broadway prodüktörüdür. Geçimini ve oyunları için gerekli sermayeyi yaşlı kadınlarla flört ederek kazanmaktadır. Leo Bloom ise kendi halinde, aşırı stresli ve bir o kadar takıntılı bir muhasebecidir ve Max’in harcamaları ile ilgilenmesi gerekmektedir. Leo, Max’in defterlerine bakarken ilginç bir keşifte bulunur: Eğer doğru şekilde planlanırsa, bir yapımcı çok kötü bir şovdan büyük paralar kazanabilir. Yapımcının tek yapması gereken, bir daha sahnelenmeyecek kadar kötü bir oyun hazırlamaktır. Oyun ikinci kez perde yüzü görmeyince bütçede biriken tüm para, doğal olarak yapımcının cebinde kalacaktır. Max Leo’un bu fikrini duyduğunda kararını verir: 1.000.000 dolarlık bir bütçeyle yola çıkıp Broadway’in en kötü oyununu yapacak, oyun batıp bütçe cebine kaldığında ise Rio’ya gidip hayatını yaşayacaktır. Başlangıç için 1.000.000 doları nasıl mı bulacaktır? Dünyada onu bekleyen yeterli sayıda yaşlı kadın vardır…
The Producers, seyirciyi ilk dakikasından ekrana kilitleyen muhteşem bir film. Filmin daha en başında, Zero Mostel’in canlandırdığı Max’in yaşlı kadından para çekini almak için verdiği çaba, nasıl bir mizah fırtınasının kendini göstereceğinin sinyalini veriyor. Zaten birkaç dakika sonra filmin bir diğer yıldızı Gene Wilder, Leo rolünde sahnesini alıyor ve film inanılmaz bir ivmeye kavuşuyor. Leo ve Max’in tanışmasını konu alan ilk on beş dakikalık kısım alabildiğine tiyatral ve akıcı, öyle ki sırf bu giriş kısmı bile tek başına bir sanat eseri sayılabilir. The Producers, Mel Brooks’un ilk yönetmenliği olduğu gibi Gene Wilder’ın da ilk büyük rolünü oynadığı yapım. Zaten ileride muhteşem bir komedi oyuncusu olduğunu defalarca ispat edecek olan Wilder, The Producers ile de En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscarı’na adaylık kazanmış. Wilder’ı, döneminin bir diğer zirve oyuncusu Zero Mostel ile seyretmek ise tasviri imkansız bir deneyim. Brooks, Mostel ve Wilder… The Producers’ta bu üç ismin yan yana gelmiş olması biz seyirciler için resmen bir lütuf olmuş.
Ve tabii ki filmdeki kısa ama etkileyici rolüyle Dick Shawn’ı unutmamak gerek. Her zaten “çak bir beşlik, adamım!” tripleriyle gezen bir Hitler görme şansımız olmuyor sonuçta.
The Producers’ın başarısının onu Broadway’de gerçek bir şova dönüştürdüğünü de belirtmek gerek. 2001’de 15 Tony adaylığı edinip 12’sini kazanan The Producers müzikali 2005’te kadrosundaki pek çok ismi koruyarak filme uyarlandı (Bir filmin remake’iyle değil de uyarlamasının uyarlamasıyla karşılaşmak başımıza çok sık gelen bir şey değil). Müzikalde ve 2005 yapımı filmde oynayan Nathan Lane ve Matthew Broderick (ki kendisini Godzilla’dan hatırlayacaksınız) her ne kadar başarılı performans sergileseler de Mostel-Wilder ikilisinin çocuksuluğundan uzaklar. 1968’in the Producers’ı, bu günlerde hiçbir komedi filminde göremediğimiz güzellikte bir sıcaklığı da içinde barındırıyor. Film, çocukluğu/gençliği Zeki Alasya-Metin Akpınar filmleriyle geçmiş seyirciler için bulunmaz bir hazine adeta.
Son olarak, kadı kızının kusuru misali, filmin seyircinin gözünü yoran bazı devamlılık hatalarına ve ilk yarısına oranla kısmen zayıf bir finale sahip olduğunu söyleyeyim. Bu kusurlar seyre engel mi? Hiç de değil. Açıkçası nostaljik bir ruha sahip olan herkesin The Producers’ı seyretmek için bir bahanesi var. Ben iyi bir müzikal komedi ararken kendimi kaptırdım, dileyen Gene Wilder için kaptırır, dileyen Mel Brooks’u tanımak için.
Bu isimlere uzaksanız bile The Producers’ı deneyin. Filmin unutulmaz şarkısı Springtime for Hitler’i dinlemiş olmakla olmamak çok başka…
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz