Tony Jaa’yı Özledik Diyenler?
Sinema tanrıları affetsin… Gareth Evans farkında olmadan başımıza o kadar büyük bir bela açtı ki, kelimeler kifayetsiz kalır! Acısı ilerleyen yıllarda aheste aheste çıkacak, burnumuzdan fitil fitil hoşnutsuzluk getirecek cinsten bir bela bu üstelik! Dürüst olalım, Evans’ın The Raid: Redemption ile yakaladığı başarıyı hazmedebilirdik etmesine ama serinin devamı Berandal, aksiyon sineması namına kolektif hafızalarımıza kazınan ne var ne yoksa silip süpürdü!
Öteki Sinema için yazan: Fatih Yürür
Aksiyon sinemasını salt zengin koreografilerle değil, lezzetli görüntü işçiliği ve kelimenin tam anlamıyla yetkinlik kokan sinemasal tercihlerle de usullere uygun bir biçimde baş göz eden Evans’ın aksiyon arenasında kurduğu bu yeni hakimiyet ve ipin ucunu kaçırdığı beklenti çıtasından kelli; Ong Bak ve Protector gibi, kendine has pırıltılar taşıyan ve aksiyon sineması namına büyük umutlar vadeden yapımlar bile neredeyse değersiz bir hal aldı gözümüzde!
Tabi meseleyi Evans ve ekibinin organik başarısı kadar, Tony Jaa ve Pachya Pinkaev’in rehavetine de bağlamak gerekir. İlk Ong Bak filmiyle hızla fenomen haline gelen ve sonrasında hem Ong Bak serisinin devam halkası hem de Protector sayesinde, avantürperestleri çiğ aksiyona doyuran ekip; kısa sürede gereğinden fazla allanıp pullanmış toraman bir beklenti paketi armağan ettiler bizlere! Bu beklentiyle birlikte, Jaa ve Pinkaev iş birliği bir süre sonra bu iki serinin “ilklerini mum ışığında aratan” devam halkalarını üretmekten öteye gidemez oldu! Hele ki aksiyon sinemasının yeni uzak doğulu fenomeni olarak işaret edilen Jaa’nın karabatak misali bu iki serinin devam halkalarıyla bir görünüp bir kaybolması; biz ölümlü izleyiciler tarafından kendisine yüklenen ilahi misyonu da fazlasıyla sekteye uğrattı! Yoksa Jaa sahte peygamber falan mıydı?
Jaa, kısa sürede dünya çapında üne kavuşmuş olmasına rağmen; Hollywood cenahında rağbet görmesi de beklediğimizden uzun bir zaman aldı! Neyse ki bu yıl kendisini, maharetlerini ferah ferah sergileyebileceği, Dolph Lungren ile ortaklığa gittikleri Skin Trade ve A Man Will Rise projelerinin yanı sıra; çekimleri halihazırda devam eden Fast And Furious 7 filmlerinde de görmek mümkün olacak! Jaa’nın, Gareth Evans’ın alametifarikası The Raid serisinin üçüncü halkasında, ana karakterimiz Rama’nın karşısına geçip geçmeyeceğiyse şimdilik kesinlik kazanmış değil. Yine de ben yazımda Iko Uwais ve Tony Jaa ikilisini erkenden karşılaştırıp, Uwais’in kısa zamanda Jaa’dan daha hızlı yol aldığını iddia ederek parantezi kapayabilirim.
Gelelim Protector serisinin devam halkasına: Film için, en kaba tabirle “Tony Jaa’nın yeniden sinema arenasına kazandırılma projesi” dersem kimsenin canı yanmaz diye tahmin ediyorum! Nitekim ilk filmde fili kaçırılan bir adamın, “bir tabur serseriyi çatara patara dövme serüveni”ni anlatmanın bir adım ötesine geçmese de; bu doludizgin aksiyon çeşitlemesi baş döndürücü koreografileriyle izleyenlere magic mushroom kafası yaşatan, ekseriyette gücünü basitliğinden alan kaliteli bir sirk gösterisi olarak değerlendirilebilirdi rahatlıkla. Kaldı ki filmi lezzetli yapan da içeriğindeki çiğlikti zaten.
2010 yılında yine aynı ekibin elinden çıkan, bu sefer kamera arkasına Tony Jaa ile Panna Rittikrai ortaklaşa geçtiği Ong Bank 3; emekleme aşamasında fazlasıyla gelecek vadeden bu ekibin, olgunluk döneminde daha farklı hamlelere ihtiyaç duyduğunun en sağlam sinyallerini vermişti. The Protector 2‘ye baktığımızdaysa, Jaa ve ekibinin aksiyon sinemasına yaklaşımlarının tamamen değişmesi gerektiği iddiasının kaba sağlamasını görüyoruz bir nevi. Nitekim 80’lerin ruhunu arayan sinemaseverler, The Expendables gibi kümbet misali bir seriyle zaten bu açlıklarını büyük ölçüde giderdiler. Bir süre sonra naif bir hasret giderme hamlesi olmaktan sıyrılıp, yeni bir sömürü alanına dönüştürülmeden bu furyanın hızla evirilmeyi başarması da; her açıdan biz aksiyon severlerin hayrına oldu! The Expendables serisinin daha ikinci filminde başlayan bu pozitif değişim rüzgârı, Escape Plan ya da önümüzdeki haftalarda vizyonda izleyeceğimiz Sabotage gibi filmler sayesinde de fazla şişmanlamadan forma girmeyi başardı.
Bu kadar hızlı bir şekilde ritmini bulan aksiyon arenasında, mevcut klişeleri kurcalama derdine düşmeyen yapımların, tökezleyip yere kapaklanması kadar doğal bir şey yok! Peşin peşin söylemek gerekirse The Protector 2, bünyesindeki hareketliliğin kontrolünü kaybederek, yüz üstü çamura yuvarlanan bir aksiyon çeşitlemesi olmuş! Neresinden tutmaya çalışırsak elimizden kayıp giden bir yapım duruyor karşımızda! Misal, öykünün çıkış noktasının dönüp dolaşıp yeniden “fili kaçırılan gariban” mevhumuna indirgenmesi, filmi daha en başından sevimsizleştirmiş!
Akaneenpong klanının kutsal filinin korunması geyiği zaten ilk filmde yeterince canlar yakmışken; mevzunun yeniden aynı noktaya gelip düğümlenmesi, izleyiciye acıklı bir şaka gibi geliyor! Son yıllarda aksiyon arenasındaki yetkinliğini kanıtlama misyonu üstlenen RZA ve onun kötücül saz arkadaşlarının esas adamımız Kham’ın cinlerini tepesine çıkartma girişimleri, Cornetto’nun üzerindeki fındık fıstık parçacıkları misali filme eklenmiş ve ortalıkta yarı şuurlu bir kafayla gezinen karton villainler, konsol oyunlarındaki renkliliği aratmayacak absürtlükte karakterler, vesaireler vesaireler… Bundan birkaç yıl önce hap niyetine yutacağımız bu küçük eklentilerin hepsi; günün koşullarında, ucuzluk arayan izleyici için bile kaldırması zor bir ağırlık bindirmiş filme sanki! Hele ki, biricik filini kurtarmak için istemediği bir görevi yerine getirmek zorunda kalan Kham’ın suni dramına rağmen; filmden kopmamayı başarabilirseniz, bunun sebebi muhtemelen abartıda sınır tanımayan aksiyon trafiğidir ki zaten The Protector 2’nin en –ve tek iddialı olduğu konu da bu zaten!
Tony Jaa’nın yeni mahsulü, öyle akılla mıh gibi çakılacak koreografik tantanalar sunmasa da, filmden kesip çıkarttığımızda kaliteli sayabileceğimiz birkaç güzel kötek gösterisine ev sahipliği yapıyor. Mesela Tayland çatılarını şenlendiren ve ölümüne uzayan aksiyon sahneleri; bir süre sonra fenalık getirse de, katlanabildiğiniz zaman aralığında alabildiğine keyifli olmuş diyebilirim. Genel anlamda ilk filmin final dövüşleri kadar groteske kaçan ve ağızları açık bırakan tercihler yok filmde ama Tony Jaa’nın hali hazırda deli fişek aksiyon curcunalarının altından kalkabilmesi, biz fani aksiyon severleri ister istemez türün yarınlarına dair umutlandırmaya devam ediyor!
90’lar konsol oyunu mantığı, bu filmde de işlerliğini muhafaza ediyor elbette! Kham, attığı her okkalı köteğin ardından, daha dişli bir rakiple karşılaşıyor. Sırayla daha zorlayıcı boss fight alengirlerine girişiyor. Hatta bu dövüşler sırasında “alevli tekmeler”, “elektrik yüklü yumruklar” gibi absürt icatlar geliştirmeyi bile ihmal etmiyor. Her anlamda abartının tavan yaptığı aksiyon sahnelerinin tek eksiği, zaten alıp başını gitmiş olan CGI müdahalelerinin bir noktadan sonra zıvanadan çıkması. Filmin, daha organik aksiyon sahnelerine yer veren öncüllerinin çekiciliğine sahip olamamasının sebeplerinden biri de bu olabilir pekala! Yine de finalde maruz kaldığımız o akıllara zarar dövüş silsilesinden tek parça halinde kurtulabilmeyi başarmak bile, büyük bir avuntu olabilir!
Nihayetinde The Protector 2, Tony Jaa ve saz ekibi adına düzenlenen son akşam yemeği gibi bir şey. Bu filmin akıbetinin ardından, aynı ekibin benzer projeleri yine benzer hamlelerle perdeye taşıma huyu yavaş yavaş terk edilecek gibi gözüküyor. En azından kendine has hayran kitlesine sahip olan bu iki filmin etinden sütünden nemalanma alışkanlığını terk etmeleri, hem kendileri hem de kendilerini bir noktaya kadar ciddiye alma öz verisi göstermiş olan biz aksiyon severler adına daha hayırlı olacaktır! Eğer böyle devam ederse, daha dün aksiyon arenasının aradığı taze kan olarak nitelendirilen böyle bir ekip daha fazla yıpranacak… Eh bu da aksiyon sineması adına büyük bir kayıp ve ayıp olacak!