blankWoody Allen’ın bir kısa öyküsünde, karısından bıkmış Yahudi bir üniversite profesörü, sihirli bir dolaba attığı kitaplar sayesinde Madam Bovary’le aşk yaşamaya başlıyordu. Masalsı ve masumane bir aşkın nasıl trajikomik sonuçlara yol açabileceğini anlatan bir öyküydü bu. Bay Allen’ın en iyi yaptığı şeylerden birinin, su gibi akan komedi filmlerini düşünsel yanı ağır basan dramlara çevirebilmesi, olduğu aşikar. The Purple Rose Of Cairo filminin bahsettiğim kısa öyküyle, 50’li yıllar Hollywood melodramlarının ölçülü bir birleşimi olduğu söylenebilir. Tabi burada Zeligvari bir pastiş durumu söz konusu değil. Daha çok Woody Allen’ın o çok sevdiği sinemaya ve belli bir döneme olan saygı duruşu adeta.

Öteki Sinema için yazan Tolga Aydın

Filmin ana karakteri Cecilia, tıpkı Tom Waits’in Jersey Girl şarkısındaki gibi, saf bir Jersey kızı. Büyük buhran Amerikasında pek çok kişi gibi o da berbat işinden, dayakçı, işsiz kocadan bıkmış, kendini Hollywood müzikalleri ve melodramlarıyla uyuşturan bir hayalperest.

Bizim Cecilia’nın başına sinema tarihinin en orijinal güzelliklerinden biri geliyor ve en mutsuz anında sinema perdesinden kopan bir adam onun hayatına renk katıyor. Konudan bu kadar bahsetmemin sebebi, Woody Allen’a ait seyirciyle film arasındaki o izleme merhumunu ortadan kaldırma takıntısı. Bergman ve Truffout’a tapan, yönetmenin sinemanın seyirciye olan mesafesini azaltmak için, hatta direkt makara yapmak için kameraya konuşan karakterleri(Manhattan) var. Klasik tiyatrodan miras alınmış bu hamleler seyircinin fikrini almak için yapılan ve genelde onu hikayeye dahil etmekten çok yabancılaştıran bir etmen. Ancak The Purple Rose Of Cairo’da bu senaryoya o kadar iyi yedirilmiş ki müthiş bir samimiyet hissiyle insanı perdeye bağlıyor.

blank

Kurgusal bir aşığın mükemmelliğine sahip olan Baxter, o kadar saf bir aşkla Cecilia’yı seviyor ki bizim Jersey’li kızla ilişkilerinin romantik komedilerdeki gibi sonlanmasını bekliyorsunuz adeta. Ancak Allen’ın en hafif ilk dönem komedilerinde bile olan, insanın içini sıkan gerçeklerle yüzleştiriyor bizi. Tabii bunun için sık sık, puslu Jersey atmosferine dönüp duruyoruz. Allen siyah beyaz maket bir dünyayla, Büyük Buhran’ın Amerika’sını keskin şekilde ikiye ayırmış. Renkler parşömen sarısıyla kirli beyaz tonları arasında gidip geliyor.

Mia Farrow, gerçeklere gözlerini yummaya çalışan Cecilia’yı eksiksiz ve doğal bir şekilde canlandırırken, Cecilia’nın kocasını Danny Aiello’da dikkate değer biçimde iyi oynuyor. Özellikle karısına bir kızıp, bir yalvaran o halleri inandırıcılıkla, maskaralığın sınırında esiksiz bir performans.

Gerçekler sizi gerçek dünyada ne kadar mutlu edebilir ki? Filmin sonuna denk gelen kısımdaki Cecilia’nın yaptığı seçim baştan ne kadar sağlıklı ve doğru gelse de aslında hayallerden elle tutulabilir kısa vadeli gerçekler için vazgeçmenin ne kadar acı olduğunu görüyoruz. Tabii ki Bay Allen bunu göstermek için hikaye anlatmıyor; aksine insanların hayallerini daima satacağına emin olduğu bir dünyayı tasvir ediyor. Cecilia ne kadar hayalperest ve romantik olsa da 1930’ların Amerika’sında gerçeklerin tam göbeğinde yaşayan bir kadın. Baxter’ın temiz sevdasını reddettiği için onu kim suçlayabilir ki? 1930’lar demişken Amerika’daki Kızıl tehlikesinin yeni baş gösterdiği o kargaşa zamanına da değinmiş Allen, perdede sıkışıp kalmış karakterlerden biri Baxter gibi dışarı çıkmak istediğinde, yapımcı sertçe “Bunlar komünist lafları” diyerek onu uyarıyor. Herhalde bu tip Allen repliklerini de yönetmen göze batmadan senaryonun akışına yerleştirmiş.

blank

İnternetteki pek çok eleştiride Woody Allen’ın filmlerine pek benzemediği yazılmış halbuki formu daha bir esnetilmiş olsa da katıksız bir Woody Allen filmi bu. Ve her zaman ki gibi Bay Allen Hollywoodvari sondan çok, yunan tragedyalarındaki gibi bir seçimle filmini bitiriyor, biz de zevkle izliyoruz.

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Kagbeni (2008)

Kagbeni, sineması pek fazla tanınmayan Nepal’den, en iyimser tabirle ‘hoş’

They Shoot Horses, Don’t They? / Atları da Vururlar (1969)

They Shoot Horses, Don't They? var olan sistemin güçlü olamayanı