Korku ustası Alexandre Aja’nın yol arkadaşından başarısız bir ilk film…
Geride bıraktığımız on yıl içinde, Gregory Levasseur ismine bir çok başarılı korku yapımında rastlamış olabilirsiniz. Kendisi ülkesinde göze çarpan başarılı bir filmin ardından ( Haute Tension ) Hollywood’a transfer olan Alexandre Aja’nın deyim yerindeyse ekürisi olan bir sinemacı. Aja’nın ilk başarılı filminden hollywood yapımlarına kadar ki bunların içinde The Hills Have Eyes uyarlaması, Mirrors gibi filmler var senaristliğini ve prodüktörlüğünü beraber üstlendiği Rodriguez-Tarantino kıvamındaki ekürisini bu kez yönetmen koltuğunda görüyoruz.
Öteki Sinema için yazan: Onur Doğan
Gregory Lavesseur korku sineması adına bu denli başarılı yapımlarda senarist ve yapımcı olarak yer almasına rağmen ilk yönetmenlik denemesi hiç içacıcı değil. Kaldi ki film pazarlanırken kullanılan tek güç önceki filmler ve the pyramid’in yapımcısı olarak gördüğümüz Aja.
Filme gelecek olursak, The Pyramid seyircinin pekte uzak olmadığı bir mısır mitolojisi korkusu. The Mummy serisinde başarılı şekilde sinemaya aktarılan Osiris, Anubis hikayeleri el kamerası ve gece modu tekniği ile korku sinemasına dönüştürülmüş.
Film, baba-kız iki arkeologun, bir Nasa yetkilisi ve bir belgesel film yapımcısı ile birlikte Mısır’da yapılan yeni bir kazıda görev almasıyla başlar. Kazıda daha önce varlığından haberdar olunmayan, kumun altında kalmış bir piramit ortaya çıkar. Kahramanlarımız Nasanın emanet etmiş olduğu keşif robotunu piramidin içinde kaybetmesiyle birlikte robotu bulmak üzere piramidin içine karanlık ve korku dolu bir gezi yapmak zorunda kalır.
Klostrofobi, mitolojik öğeler, yüzünü göremediğimiz yaratıklar, yine Mummy serisinden alışık olduğumuz tuzaklı odalar, kum fırtınaları ve Mortal Kombat’ın efsanevi dikenli zemin arenası vb. ögeler ile cebelleşen ekip slasher filmlerin geleneksel kalıbıyla bir bir hayatını kaybetmektedir.
Bu tür bir başlangıç eminim ki slasher filmlerinden hoşlanan hiçbir korkuseveri rahatsız etmez. Sorun şu ki buraya kadar olanlar başlangıç değil neredeyse filmin ortalarına denk geliyor ve film oldukça düşük başladığı tempoyu asla yükseltemiyor.
Aslında mitolojiden aşina olduğumuz Çakalbaşlı Ölüm Tanrısı Anubis’in mitolojideki görevi üzere piramide kıstırdığı insanların kalbini çıkarıp maat tartısında tartması, saf ve kötü kalbi ayırması çok ilgi çekici ve korku filminde harika değerlendirilebilecek bir fikir. Ancak film bunu ne yazık ki eline yüzüne bulaştırmayı başarmış. Film son 20 dakikaya kadar hiçbir şekilde Anubis’in kahramanları bekleyen asıl tehlike olduğunu ve Anubis’in hikayesini anlatmıyor. Bu kopukluk filme balta vururken bir darbe de böylesi destansı, görsellik, dekor, atmosfer ile desteklenebilecek bir hikayeyi el kamerasıyla REC, Paranormal Activity tarzına yedirmeye çalışmak olmuş.
Ayrıca finalde tasvir edilen Anubis’in CGI çizim faciası 90’lı yılların Jurassic Park’ından çok daha kötü. Filmin finali hiç bir anlam içermeyen tuhaf bir sonla biterken ( en azından ekipten temiz kalpli birinin kalbi tartıldığında
Anubis tarafından azad edilmesini ve böylece filmin fikrine uyuşan bir finalin olmasını bekliyorsunuz ama olmuyor.) tüm bu kopukluk ve kötü tercihler arasında, güzel bir fikir düşünülmüş fakat perdeye yanlış yansıtılmış demek kalıyor.
Haute Tension, Mirrors gibi filmlerin senaryosunu yazan bir senaristten kendi filmini çekerken bu kadar bocalaması gerçekten çok şaşırtıcı.