Korkuseverlerin yakın takibinde olan Ti West’in tüm filmlerini izledim ancak sinemasına bayıldığımı söyleyemem. Özellikle Ruhlar Oteli’ni seyrettikten sonra, üzerime kolonya döküp kendimi yakmak istedim. 80’lere bir saygı duruşu gibi algılanan ve izlediğim ilk filmi olan The House of the Devil bile sıkıcı bir “dar alanda kısa paslaşma” korkusuydu ve yönetmenin minimalizm takıntısı her şeyin önüne geçmiş gibi görünüyordu.
V/H/S ve Ölümün Alfabesi kolajları için çektiği filmleri uzun metrajlarına nazaran daha meraklı işlerdi ancak görüş alanımdan çıkmak üzereyken izlediğim Ayin’i, ele aldığı konunun takipçisi olmam sebebiyle de sanırım, oldukça beğendim. Ancak uyarmalıyım; okuyacağınız bu eleştiri ağır spoiler (sürprizbozan) içerir. Baştan anlaşalım, sonra “ama filmi olduğu gibi anlatmış” demeyin. İyi okumalar…
Ayin’in senaryosu gerçekten yaşanmış bir trajedi olan “Jim Jones ve People’s Temple” vakasından ilham alıyor. Aslında, başında “bu filmde izledikleriniz gerçekten yaşanmıştır” ibaresini yapıştırarak seyirci tavlayan filmlerden daha çok yaşamın kendi hikayesine sadık kalıyor bile denebilir.
Jim Jones, ABD’de People’s Temple (Halkın Tapınağı) klişesini kuran, sonra medyanın ilgisinden bıkıp tüm müritlerini alarak Guyana’da bir komün inşa eden kaçık bir vaiz… Guyana’da, artık seks ve uyuşturucu bağımlılığı ayyuka çıkmışken, kendisiyle görüşmeye gelen bir senatör ve yanındaki gazeteciler komünde yaşayanlarla da konuşuyorlar, görünüşte her şey güzel, herkes mutlu ancak ertesi sabah ekip ayrılırken bazı müritler komünden ayrılarak onlarla gelmek istediklerini söylüyor. Ekip bunu kabul ediyor ve ayrılmak isteyenleri de yanlarına alarak bir kamyona biniyorlar. Tam bu sırada Jim Jones’un adamları kamyona ateş açıyor ve beş kişi ölüyor. Ardından çılgınlık daha da büyüyor ve Jim Jones 911 müridiyle birlikte intihar ediyor. Bu olay 1977’de yaşandı ve Amerikan toplumunda büyük bir travma yarattı. Halkın tarikatlara bakışı büyük ölçüde değişti. Jim Jones müritlerine içinde ırkçılığın, cinsiyetçiliğin, şiddetin olmadığı bir dünya kurma sözü vermişti ancak verebildiği tek şey siyanürlü bir kokteyl oldu!
People’s Temple trajedisini yazdığım vakit Ayin filminin konusunu da yazdım aslında… İsimler ve kurumlar farklı olsa da yaşananlar, kronolojisi ile de benzeşiyor. San Francisco Chronicle gazetesi muhabirleri günümüzün sansasyonel medyasını temsil eden Vice ekibine dönüşüyor. Burada da kendine “Baba” dedirten uyuşturucu müptelası bir din baronu var, pis işleriyle sekreteri ilgileniyor ve kaderi (ölüm şekline kadar) Jim Jones’unkiyle aynı… Filmde izlediğimiz kurgusal bir izolasyon olan Eden Parish de (Cennet Kilisesi) klübelerinden toplanma alanına kadar 70’lerde Guyana’da kurulmuş People’s Temple’ı andırıyor. Aslında film o kadar gerçeğin gölgesinde yürüyor ki, bir tür belgesel olduğunu bile iddia edebilirim.
80’lerde yaşanan VHS çılgınlığı sırasında, People’s Temple trajedisinin yarattığı travmanın henüz taze olması sebebiyle belki, bir sürü ucuz tarikat filmi izledim. Çoğunun (aslında hiçbirinin) isimlerini bile hatırlamıyorum. 1982 yapımı Conan the Barbarian filminde baş kötü karakter olan Thulsa Doom ile “People’s Temple” gibi tarikatlara ve Jim Jones gibi sahte peygamberlere bir eleştiri getirilmek istenmişti. Belki de sırf şu isim benzerliği üzerinden gönderme yapabilmek amacıyla Thulsa Doom rolü siyahi bir aktöre verilmiştir: Jim Jones: James Earl Jones…
80’lerde popüler kültürün her alanına sirayet eden “tarikat korkusu” epeydir yeni örnek vermiyordu. Ti West bu filmlerden yıllar sonra yeni bir şey söylemiyor ancak “insanların birini yüceltme ahmaklığının” nereye varabileceğini yeni nesle göstermiş oluyor. Ayin’de ölenlerin sayısı filmin sonunda belirtildiği üzere 167 kişi… Gerçekte ise rakam bunun 5 katı! Hayat bazen korku filmlerinden bile daha çok dehşet içeriyor! Yine de, izlediğim tüm bu filmlerde, hoşuma gitmeyen bir mesaj var. “Ne kadar kötü olursa olsun, ne kadar tekmelenirseniz tekmelenin, sistemin ve sizin için yarattığımız büyük şehirlerin dışında bir yaşam kurmayı denemeyin!” diyen bir bakış açısı siniyor bu filmlere… George Orwell’in muhteşem siyasi hicvi, Hayvan Çiftliği (Animal Farm) romanında ezilenlerin ütopyasının pratiğe geçince bir distopyaya dönüşmesi fikri hala geçerli… Açıkça bir komünizm eleştirisi olarak bile okunabilir bu türden “tarikat korkuları”… Ne diyebilirim, şimdiye kadar “devletten” uzak mükemmel bir sistem yaratabilmiş değiliz. Belki uzak nesiller tekrar deneyecek ve bu kez olacak. Ümit ediyorum öyle olur.
Uzun lafın kısası; Ayin, yönetmenin sınırlı bütçe olanaklarını iyi değerlendirdiği, “gerçek” hikayesiyle ilgi çeken bir “found footage” (buluntu film) örneği… Finale giden sekanslarda, mantığı bakımından bu tekniğe epey ihanet ediyor olsa da, sonuna kadar ilgiyle izlenmeyi başarıyor. Korku / gerilim sineması sevenler kaçırmasın.
The Sacrament (Ayin) Red Band Fragman – Tıkla izle!
Eleştiri ilk kez Beyazperde sitesinde yayınlanmıştır.
Kaynak link: http://www.beyazperde.com/filmler/film-215057/elestiriler-beyazperde/