Gus Van Sant filmografisinin en zayıf halkalarından biri…
Japonya’da bir orman var: Aokigahara ya da daha çok bilinen adıyla İntihar Ormanı. Fuji dağının eteklerindeki 35 kilometrekarelik yüzölçümüne sahip bu ormana Sea of Trees yani Ağaç Denizi de deniyor ve bir rivayete göre “ölmek için dünyadaki en mükemmel yer” olarak biliniyor, hatta tavsiye ediliyor. Google’a “Perfect place to die” (ölmek için mükemmel yer) yazdığınızda gerçekten de ilk karşınıza çıkan Aokigahara oluyor, artık nasıl bir mükemmellikse, biz de bilemiyoruz. Bildiğimiz tek şey, Gus Van Sant’in son filmi “The Sea of Trees – Sonsuzluk Ormanı”nın, filmin başrolündeki Matthew McConaughey’in intihar etmek için geldiği bu ormanda yaşadıklarını anlatan maalesef son derece sıradan ve sıkıcı bir seyirlik olduğu.
İnişli çıkışlı bir kariyer
Kariyerinin başlarında, bağımsız sinemanın önemli figürlerinden biri olarak görüldüğü yıllarda, “Drugstore Cowboy”, “My Own Private Idaho” gibi etkileyici, yeni ve ilham verici filmlere imza atan Gus Van Sant kendisine Cannes’da ödül kazandıran “Elephant” ve popüler sinemada adının duyulmasına yol açan “Good Will Hunting – Can Dostum” gibi filmlerle ilk bakışta çelişkili görünen bir filmografiye sahip gibi görünse de aslında kendi içinde tutarlı bir sinemacı. En azından öyleydi.
Eşcinselliğini saklamayan ve kimi filmlerinde bunu özellikle vurgulayan Van Sant’in filmlerinde hep güzel genç erkeklerin başından geçen ve sıklıkla sonu ölümle biten hikâyelere rastlarız. Hatta İstanbul Film Festivali’nde bir basın toplantısında “Good Will Hunting’in gişede neden bu kadar balşarılı olduğunu ben de anlamadım” dediğinde kendisine “Belki de sonunda kahraman ölmediği içindir” demiştim ve bir hayli gülmüştü. Kendi de farkındaydı elbette durumun ve Matt Damon ile Ben Affleck’in senaryosunu yazdığı filmin o zamana kadar kariyerinin en çok iş yapan ama kimilerince en sıradan filmi olarak nitelendirilmesini pek hazmedemiyordu sanki.
1998’de ilk kez eline yüksek sayılabilecek bir bütçe geçtiğinde o parayı Hitchcock’un “Sapık” filminin yeniden çevrimine harcayacak ama bu birebir remake her anlamda başarısız olacaktı (ki bu davranışını ilginç bir homage olarak görüp takdir edenlerdenim, filmi beğenmesem de). 2000’li yıllarda “Gerry”, “Elephant” ve “Last Days” ile eski günlerine dönmeye çalışan ve bir ölçüde de bunu başaran Gus Van Sant 2008’de bir kez daha Oscar süksesi yaşayacak ve 8 dalda aday gösterilerek 2 dalda heykelciği kucaklayan (En İyi Erkek Oyuncu: Sean Penn ve En İyi Senaryo) “Milk” ile San Fransisco’nun ilk açık eşcinsel belediye başkanı olan Harvey Milk’in gerçek hayat hikâyesini anlatacaktı. Ne yazık ki o tarihten itibaren düşüşe geçti Van Sant ve nasıl duracak biz de bilemiyoruz.
Sorunlu senaryo, çaresiz oyuncular
Gus Van Sant’in en büyük sorunu senaryo. İyi bir senaryoyla iyi bir iş çıkarıyor (bkz “Good Will Hunting” ve “Milk”; her ikisi de senaryo Oscar’ı aldı), ama zayıf bir senaryoyla baş edemiyor. Kendi yazdığı filmlerde de ilginç bir şekilde dramatik bir senaryo yok, daha çok diyaloglarla ilerleyen, izlenimci tarzda filmler çekiyor (“Gerry”, “Elephant”, “Last days” üçlüsünde olduğu gibi) ve hikâyeden çok atmosfer, duygular ve ruh halleri öne çıkıyor, senaryo değil. Belki “The Sea of Trees”de de bu yöntemi tercih etse ve kendi yazdığı bir senaryoyla yola çıksa daha ilginç bir film kotarabilirmiş. Tabii bu yerinde bir tahlil de olabilir, sonuçsuz bir temenni de. Ama geri dönüşlerle anlatmaya çalıştığı hikaye son derece sade suya tirit bir mevzuya sahip (depresyonda, alkolik bir kadın, kötü giden bir ilişki, ölümcül bir hastalık vs) ve gizemli olmaya çalıştığı yerde çok çabuk kendini açık eden, duygusal olmaya çalıştığı yerlerde ise bir türlü hedefi vuramayan bir film “The Sea of Trees”.
Matthew McConaughey, Ken Watanabe ve Naomi Watts gibi isimlerden oluşan güçlü oyuncu kadrosu da ne yazık ki çaresiz biçimde heba olup gitmiş.