Altın Portakal’da gırtlağıma kadar festival filmlerine boğulduktan hemen sonra gördüm Şey’i (The Thing)… Açıkcası John Carpenter’s The Fog gibi kültleşmiş John Carpenter filmlerinin yeniden çevrimlerinin başına gelenleri bildiğimden ayaklarımı sürüyerek girdim salona…

blankDakikalar boyunca izlenecek, klişelere bulanmış, suyuna çorba bir filmle karşılaşacağımı umarken, o da ne! Uzun zamandır izlemediğim kadar sıkı bir paranoid korku ile karşılaştım ve mahallenin en sıska çocuğundan dayak yemiş gibi şaşkınım. Suratımda mutlu bir sırıtış ile elbette…

Öncelikle korktuğumuzun aksine Şey (The Thing) bir yeniden çevrim değil, 1982’de gösterilen maceranın öncesini anlatan bir “ön hikaye” (prequel). Kısa filmden gelme yönetmen Matthijs van Heijningen Jr. filmini çekerken açıkça Carpenter ustanın ayak izlerini takip etmiş. Kendi stilini gömmek adına giriştiği bu çaba açıkça bir saygı duruşu amacı taşıyor ama orijinal filmden çok onu kültleştiren seyirciye…

1982 tarihli Şey’in (The Thing) hemen başında, Antartika’daki Norveçli ekibin helikopterle kovaladığı köpeği kurtaran, Amerikan bilim enstitüsü 4. istasyonundaki bilim ekibinin yaşadığı, uzaylı istilacı kabusunu izleriz. 2011’in Şey’i (The Thing) ise olayların öncesine ve uzaylı yaşam formunu keşfeden Norveçli bilimcilerin macerasına odaklanıyor. İlk filmin numaralarını başka bir ekip üzerinden tekrarlayan film mükemmel bir final ile ilk filme kancayı atıyor. Hollywood standartlarında kurgu ile sorunsuz akan hikaye ve sert hatlı yüz ifadelerine sahip İskandinav oyuncularını ise izlemek keyif veriyor. Dr. Sander Halversen karakterini oynayan Ulrich Thomsen’in yolu bu filmden sonra epey açılacak gibi görünüyor.

blank

Fakat üzülerek söylemeliyim ki yeni Şey’imiz (The Thing) asla bir klasik olamayacak… Çünkü sonunu bildiğin bir öyküyü izlemenin amaçlanan gerilimi epey törpülediğini düşünüyorum. Ayrıca, çok keyif aldığım yaratığın uzay gemisini bulması dışında asıl filme aşırı benzeyen hikaye ve olay örgüsü filmi tam bir ‘ön hikaye’ olmaktan alıkoyuyor. Bunu bildiğinden ya da yeni nesil seyirciyi kandırmak için efekt numaralarına fazlaca yüklenen film, selefinin asıl kabusu, “güvensizlik” duygusu üzerinden yarattığını unutmuş gibi… Evet, 80’lerin başı için gerçekten iyi görünen pek çok deneysel efekt anı barındırıyordu ilk film… Daha görmeye pek alışık olmadığımız türden animatronikler ve iyi kotarılmış stop-motion efektleri ile seyircisini, yarattığı korkuya inandırmasını bildi. Ama Şey’in (The Thing) asıl gücü ekibin birbirine duyduğu güvensizliğin ve tedirginliğin giderek yükselmesinden kaynaklanıyordu. Yeni filmde ise bu kısım biraz “yaptık, oldu” tadında geçiştirilmiş ve macera daha çok bir yaratık kovalamacasına ve ondan kaçışa dönüşmüş gibi. Efekt desek, zaten hepimiz CGI’ya doymuş ve etkilenmez olmuş durumdayız. Sene 2011 iken ve “Biri Bizi Gözetliyor” ve benzeri ekran maskaralıklarında çok daha şahane paranoidler görmüşken, daha derin bir çatışma duygusu yaratılabilirdi. Ayrıca ilk filmdeki, yine Carpenter elinden çıkma sinir bozucu Synthesizer temasını arıyor insan. Daha çok hayalet hikayelerine yakışacak şekilde yaylılarla bezenmiş temalar keyif vermiyor.

blank

İster istemez ilk filmle karşılaştırmaya girmişken şunu da söylemeden geçmeyelim; tamamen erkeklerden oluşan “Amerikalı bilim ekibi”nin aksine bu defa bir kadın kahramanımız da var ve aldığı duygusal kararlarla “erkek”leri yıkıma götürmek gibi bir misyon yüklenmiş filmde… Adem ve Havva hikayesinden bu yana kadın bilerek ya da bilmeyerek hep kötülüğe yol açan oluyor nedense. Bu seksist bakış açısı her şekilde eleştirilebilir ama neyse ki film iyi…

Her şeye ve bir klasik olamayacağını bilmeme rağmen tür meraklılarına, hele de benim gibi izole ortam korkularına bayılanlara ilaç niyetine tavsiye edebileceğim bir film Şey (The Thing)… Tam bir kaçış sineması örneği. Sizi kendi hayatınızdan kendi kurduğu öyküye kolayca çekip 100 dakika boyunca tırnaklarınızı yedirterek orada tutuyor. Eğer DVD’sini bulma imkanınız varsa hemen arkasından 1982 yapımı Şey’i (The Thing) de izleyerek keyfinizi katlamanızı öneririm.

Beyazperde sitesi için yazdığım yazıdır: http://www.beyazperde.com/

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

2 Comments Leave a Reply

  1. yeni yapımı izlemedim ama eski the thing favorilerim arasındadır. gelişmiş görsel efektlerle daha iyi bir the thing çıkacak karşımıza bence.

  2. Film gayet başarılı bir prequel ama öteki sinema gibi bir öncü sitede ilk filmin yani şaheser ötesi the thing (1982) film incelemesinin hala olmamasi tam bir skandal biri el atsa iyi olur arkadaşlar

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Mega Bütçeli Bir Çöp: Assassin’s Creed (2016)

Yönetmenini, oyuncuları ve büyük markayı boş verin. Assassin's Creed’in izlenebilir
blank

Ayıdan Post Marslıdan Dost Olmaz: Life (2017)

Okuduğum tüm kısa ve uzun eleştirilerde Life (Hayat) filmi Alien