Ayrıksı Bir Vampir Filmi: The Transfiguration (2016)

8 Eylül 2017

Temmuz ayında kaybettiğimiz büyük usta Romero, daha çok zombi filmleriyle bilinir ama bilhassa kariyerinin ilk döneminde oldukça çarpıcı işlere imza atmıştır ki 1978 tarihli Martin bu dönemin parlayan yıldızıdır. Romero da kendi filmleri arasında favorisinin Martin olduğunu birçok kez beyan etmiştir zaten. The Transfiguration, birçok vampir filminden ödünç aldığı tuğlalar ile kendi yapısını kurmaya çalışıyor ama temelin Martin üzerine kurulu olduğunu en baştan belirtmek gerek.

***Bundan sonraki kısım eser miktarda sürprizbozan barındırmaktadır.***

blankFilmin antikahramanı Milo, henüz 14 yaşındadır. Annesi ve babası ölmüştür. Abisi ile beraber yaşayan Milo, kelimenin tam anlamıyla yapayalnızdır. Muhtemelen daha önce hayvan öldürmek ile ilgili bir vukuatı olduğu için okuldaki görevlilerce sıklıkla soru cevap şeklinde ilerleyen manasız seanslarla kontrole tabi tutulur ve böylece okul sosyal sorumluluk görevini (kendince) yerine getirmiş olur. Okulda hiç arkadaşı olmayan Milo, diğer çocuklar tarafından kovalanır, dövülür ve hatta olayı abartan kimileri Milo’nun üzerine işemekten bile çekinmez. Evi siyahilerin çoğunlukta olduğu bir kenar mahallededir. Mahallenin suçlu serserileri, Milo’ya “freak” (ucube) diye seslenir ama pek bulaşmazlar. Tek yakın temasta olduğu kişi abisidir ama onun da kendine bile faydası yoktur. Ortadoğu’daki kirli savaştan döndükten sonra iyice asosyalleşmiştir; belki depresyona girmiş, belki de yaşadığı travmatik bir olayın acısını çekmektedir. Evin salonunu kendi odasına çevirip TV’de ne bulursa izlemekten ve yorgun düşünce uyuyakalmaktan başka bir şey yapacak gücü olmayan abi, Milo’nun yalnızlığına çare olmaz. O da kendini vampirlere verir. Vampirler hakkında ulaşabildiği ne kadar film, kitap, vs. varsa hatmeden Milo (arşivinde vampir filmlerinin korsan VHS kopyaları bile var), vampir olmaya karar verir. Kendi yalnızlığını vampirlerinkiyle özdeşleştirip kendince bir çıkış noktası bulmaya çalışır. Çeşitli avlanma yöntemleri geliştirir ve kurbanlarını öldürüp kanlarını içmeye başlar. Bu arada ceplerindeki paraları almayı da ihmal etmez. Her şey yolunda gidiyor gibidir, ta ki yaşadıkları apartmana Sophie adında beyaz bir kız taşınana kadar.

The Transfiguration filminin antikahramanı Milo, Romero’nun ayrıksı karakteri Martin ile birçok bakımdan paralellikler gösteriyor. Her iki genç de vampirler üzerine inşa ettikleri gerçeklik üzerinden yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Martin, yalnız kadınları hedef alırken, Milo cinsiyet ayrımı gözetmiyor ama sadece beyazların kanını emmeyi tercih ediyor. Martin, vampir olduğunu saklamıyor ve vampirliğin ailesinden gelen genetik bir miras olduğunu savunuyor. Milo ise ailesi ile bir bağ kurmuyor, kan emerek vampir olabileceğine yani filmin isminin de işaret ettiği üzere şekil değiştirip başkalaşabileceğine inanıyor. Ama sonuçta her ikisi de öznel (ama öte yandan muhakkak ki benzerlikler içeren) problemlerin sebep olduğu yıkıcı etkileri savuşturmak için benzer materyallerden oluşan bir kalkan inşa ediyorlar.

blank

The Transfiguration’ın birçok vampir filmiyle ilişkide olduğunu belirtmiştik. Milo’nun Sophie ile karşılaşmasından sonraki kısımlarda Let the Right One In (2008) başta olmak üzere Near Dark (1987), Nosferatu (1922) ve inanması güç ama Twilight (2008) ile de sıkı bağlar kuruyor. Ama bütün bunları üstü örtülü biçimde yapmıyor. Çoğunlukla Milo ve Sophie arasındaki diyalogların arasına serpiştirdiği vampir filmi sohbetleri ile kartlarını her daim açık oynuyor. Milo en sevdiği vampir filminin Martin olduğunu söylüyor çünkü ona göre film çok “gerçekçidir”. Vampir filmlerini “gerçekçiliğine” göre sınıflayan Milo, Sophie’nin önerisi ile izlediği Twilight’ı ise hiç sevmiyor. Sebebi ise çok basit: “çünkü hiç gerçekçi değil”.

Sophie ile tanıştıktan sonra başka “gerçeklerin” farkına varan Milo, aynı Let the Right One In’de olduğu gibi onu hayatının içine dâhil eder. Sophie, Milo’nun beraber vakit geçirdiği, âşık olduğu ve gerçekten dokunduğu ilk kişidir, ilk arkadaştır, ilk sevgilidir. Bu arada Sophie de sorunsuz bir hayat sürmemektedir. Anne ve babası öldüğü için siyahilerin yaşadığı bir mahallede “huysuz beyaz ihtiyar” olarak bilinen tacizci dedesiyle yaşamak zorundadır. Sophie’nin gerçekleri, Milo’nun gerçeklerine baskın çıkar ve Milo, bütün yaşam planını değiştirmek zorunda kalır. Artık ayakları yere daha sağlam basmaktadır ama antikahramandan kahramana dönüşebilmesi için büyük fedakârlıklarda bulunmak zorundadır.

Düşük bütçeli The Transfiguration, son yılların gözdesi yenilikçi bağımsız korku filmleri arasına rahatlıkla dâhil edilebilir. 2016 Cannes Film Festivali’nin Un Certain Regard bölümüne seçilen film; sevgi, vampirler ve kaybetmek üzerine belki biraz da romantik olarak yaftalayabileceğimiz masalsı bir hikâye anlatıyor. Ancak günümüze ait bir dolu “gerçek” problemi de heybesinde taşıdığından ağır bir yükün altına giriyor. Mesela Milo’nun abisinin yaşadığı savaş sonrası sorunlar gibi kimi problemleri yeterince ilgilenemediğinden öksüz bırakabiliyor ama Milo ve Sophie üzerinden varoşlarda hayatta kalmaya çalışan gençlere ve onların hayatlarının her yanına sinmiş kederleriyle nasıl mücadele ettiklerine odaklanıyor.

Yönetmen Michael O’Shea, ilk uzun metrajlı filmi hakkında şunları söylüyor: “Popüler kültürün belli bir oranda dinin yerini aldığı bir dünyada yaşadığımızı düşünüyorum. Buna karşın dine ihtiyacımız olduğunu söylemiyorum. Hepimiz ölümden çok korkuyoruz ve bize ölümün doğal bir şey olduğunu öğretmek için yaratılmış olan vampirler hakkında yanlış bir şeyler var, belki bunun hakkında bir nevi yorumda bulunuyorum. Bugüne kadarki süreçte bunun değiştiği ve vampirlerin romantik figürler haline geldiği kanısındayım. Bence vampirler bize ölmek zorunda olduğumuzu öğretmeli çünkü ölmezseniz canavar olursunuz. Korkunç bir şeye dönersiniz ve kan içersiniz. İğrenç hale gelirsiniz ve bu size ölmenin daha iyi bir şey olduğunu öğretiyor.”

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

blank

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Lawless / Kanunsuzlar (2012)

Kanunsuzlar, tekno-filmlerden sıkılanlar için ilaç niyetine bir kan davası hikayesi...
blank

Late Bloomer / Osoi Hito (2004)

Late Bloomer (Osoi Hito) (2004), dilsiz ve ileri derecede bedensel