Şimdi öncelikle sağda solda okuduğum bir şeyi netleştirip bir tür düzeltme yapayım. “Zelig” (1983) hakkında yazılan yazılarda sıkça karşıma, Carl Reiner’ın sinemasal yaratıcılıkta şaşırtıcı bir kademeyi temsil etmeyi başaran eseri “Dead Men Don’t Wear Plaid”den (Ölü Adamlar Ekose Giymez, 1982) esinlendiği gibisinden bir tespitle karşılaşıyorum ama bu gerçeği yansıtmamaktadır. Böyle bir şey yok. Her şeyden önce, Woody Allen güncel bir figürü görüntü teknolojisi yardımıyla aslında ait olmadığı bir tarihsel konuma yerleştirme fikrini yakın dostu Dick Cavett’ın HBO için hazırladığı “Remember When…” adında, hayli popüler bir programdan almıştır. İleriki yıllarda aynı teknik, yani kurmaca bir figürün tarihi karakterler arasına monte edilmesi “Forrest Gump” (1994) ile geniş popülerlik kazanacaktır. Woody Allen’ın biri uzun metraj, “Take the Money and Run” (1969) ve diğeri de kısa metraj olmak üzere “Men of Crisis: The Harvey Wallinger Story” (1971) adlı iki mockumentary’si (“sahte belgesel”, diyebiliriz) var. Zelig, tarz bakımından da onun için bir yenilik değil. Ayrıca gerek Woody Allen hakkındaki biyografilerde, gerekse Woody Allen’ın eski hayat arkadaşı Mia Farrow’un otobiyografisinde “Zelig” filminin 16 Temmuz 1982’de gösterime giren “A Midsummer Night’s Sex Comedy” (1982) ile aynı tarihlerde şekillendiğini, hatta Farrow’un ifadesine göre iki projenin iç içe geçtiği bir zaman diliminin de olduğunu öğreniyoruz. Şimdi tarihleri netleştirelim, olay berraklaşsın. “A Midsummer Night’s Sex Comedy” projesine ilk olarak, dikkat buyurun, 1981 yılının yaz aylarında başlanıyor. Zaten öyle olmasaydı 1 Ocak 1982’de gösterime giren “Tootsie” filminin başrol oyuncusu Dustin Hoffman “A Midsummer Night’s Sex Comedy”nin setine filmde canlandırdığı Dorothy Michaels kostümüyle gelip Jose Ferrer’e hayatının en büyük eşek şakalarından birini yapamazdı. IMDb’de Woody Allen’ın “Zelig”i kısa bir öyküsünden uyarladığını okudum ama bu bilgiyi başka kaynaklardan teyit edemediğimi not düşeyim.

blank

Çekimlerine 1981 yılının yaz aylarında başlanan “A Midsummer Night’s Sex Comedy”nin aksine, “Zelig” 1981 yılındaki Woody Allen Sonbahar Projesi (WASP) olarak programlanmış durumdaydı. Lakin “A Midsummer Night’s Sex Comedy”nin çekimleri sarkınca “Zelig”in bazı çekimleriyle iç içe geçmeye başlıyor, bu da muhtemelen aynı yılın yani 1981’in son aylarına tekabül ediyor. Her iki filmde de aynı mekanların (setlerin) kullanılmasının, bazı çekimlerin aynı gün yapılmasının asıl sebebi bu. “Zelig”in çekimleri 1982 yılına kayıyor. Zaten “Dead Men Don’t Wear Plaid” 21 Mayıs 1982’de gösterime girmiş, Allen’ın filmi ise çok daha önce belirlenmiş ve başlanmış bir proje. Fakat “Zelig”in talihsizliği; post-prodüksiyon sürecinin, kullanılan materyaller ve eskitilme yöntemleri nedeniyle anormal uzamış olması. Çekimler kayıtlara göre 12 hafta sürmüş ama post prodüksiyon 1 yıldan fazla. Ayrıca ilk kurgu tamamlandığında film sadece 45 dakikaymış. Arşiv taraması ve ilave eski görüntü materyallerinin temini nedeniyle projenin nihai hâle gelmesi 1 yılı bulmuş ki o hâliyle bile film sadece 79 dakika kadardır (yazılar hariç 72 dakika). Hatta çok sayıda kaynaktan teyit edebildiğimiz bir bilgi daha var, “Zelig”in post-prodüksiyonu o kadar uzamış ki, Woody Allen Mia Farrow ikilisi arada 1984 yılında gösterime girecek olan “Broadway Danny Rose” filminin çekimlerini de “Zelig” gösterime girmeden tamamlamışlar. “Zelig” 15 Temmuz 1983’te gösterime girmiş. Woody Allen, söyleşileri sırasında Sam Girgus’a “Zelig”i tamamlamanın bir yıl sürdüğünü söylüyor (çekimlerden sonrayı kast ediyor olmalı). Öte yandan; Klara Stephanie Szlezák ve D. E. Wynter’ın “Referentiality and the Films of Woody Allen” kitabı gibi bazı kaynaklarda “Zelig”in yapım tarihinin 1982 yılı olduğunu görürseniz şaşırmayın çünkü dönemin gazete haberlerine bakıldığında “Zelig”in çekimlerinin 1982 yılında tamamlandığı ve ustanın artık “Broadway Danny Rose” üzerinde çalışmaya başladığı görülmektedir.

Üstelik Woody Allen Dr. Fletcher rolünü aslında eski sevgilisi Diane Keaton’ı düşünerek çok önce yazmış, ama Keaton 1981 yılının Aralık ayında gösterime giren “Reds” (1981) filminin haftalarca sürecek lansmanıyla (niye ki?) meşgul olduğu gerekçesiyle teklifi reddetmiş. Bu bilgi doğru mudur, güvenilir kaynaklardan teyit edemedim ama şu iyi biliniyor. Kullanılan teknik ve üslup hesaba katıldığında, “Zelig”in renklendirilmiş mülakat sahneleri kesinlikle Warren Beatty’nin “Reds” filmine bir göndermedir. Ama Woody’nin daha ilginç bulduğum intikamı şu: “Zelig”de kayıp sevgilisini bulmak için Avrupa’ya giden kararlı bir kadın figürü var. Tıpkı Beatty’nin “Reds”inde olduğu gibi. Woody muhtemelen senaryoyu biraz değiştirdi. “Nesi var bunun? Tesadüf olamaz mı yani?”, dediğinizi duyar gibi oluyorum. Arkadaşlar, karşımızdaki kişi Woody Allen. Bugüne kadar yazdığı herhangi bir senaryoda birebir (kanlı canlı) tanımadığı bir kişiyi anlatmışlığı var mı, ben emin değilim. O nedenle, sadece şu kadarını söylemekle yetineyim. “Zelig” çekildiği sırada Woody Allen’ın (birlikte yaşadığı) sevgilisi Mia Farrow’du, Warren Beatty’nin sevgilisi de Diane Keaton!

blank

Gelelim filme. Woody Allen’ın filmografisi içinde “Take the Money and Run” (1969), “Bananas” (1971), “Men of Crisis: The Harvey Wallinger Story” (1971), “Play It Again, Sam” (1972), “Everything You Always Wanted to Know About Sex But Were Afraid to Ask” (1972), “Sleeper” (1973) ve “Love and Death”in (1975) farklı bir yeri vardır. Bunlar Allen’ın yer yer slapstick ve screwball da içeren, bolca one-liner ve gag barındıran absürt mizaha dayalı filmleridir ve açıkçası herkesin damak tadına uygun değildir. “Zelig” (1983), ustanın bu tarz filmleri içinde sırtını yasladığı temel fikir itibariyle eşsiz bir konuma sahip. “Zelig”, kendi içinde avantajları ve dezavantajları olan tek-şakalı bir film (one-joke movie). Konu basit. Kahramanımız Leonard Zelig, içinde bulunduğu ortama hızla adapte olan ve kiminle muhatap olmak durumunda kalırsa süratle onun kişisel özelliklerini (meslek, siyasi statü vb.) taklit eden bir insan, ya da filmde sıkça anıldığı şekliyle bir tür “İnsan Bukalemun” (The Human Chameleon). Filmi komik yapan asıl öğe, doktorla doktor, politikacıyla politikacı, din adamıyla din adamı, müzisyenle müzisyen, mafyayla mafya olan Leonard’ın bukalemunvari özelliği, yani onun fiziksel açıdan da karşısındakini taklit ediyor oluşu. Belgesel şeklinde aktarılan bölümlerde aslında ufak tefek bir Yahudi genci olan Leonard’ın Çinli, İtalyan, İskoç, Kızılderili hatta zenci olduğunu bile görüyoruz, bu da sayısız espriye yol açıyor. Bu fiziksel değişimin yol açtığı absürt mizah kimi zaman gülmekten insanı katatonik bir hâle getirebiliyor, özellikle de filmi ilk kez izleyenler için harikulade kahkahalar vaat eden zekice yazılmış, eğlenceli ve yaratıcı bir eser “Zelig”.

Film, geriye-dönüşlerle (flashback) sıra dışı özelliği nedeniyle ilk kez ortaya çıktığı 1920’lerde ve 30’larda ülke çapında bir tür fenomen hâline gelen Leonard Zelig’i anlatan bir belgesel şeklinde kurgulanmış. Tabii, Leonard Zelig, tamamen uydurma bir karakter. Allen bu karakteri alıp Calvin Coolidge, Herbert Hoover, F. Scott Fitzgerald, Adolf Hitler ve Papa Pius gibi sayısız tarihi figürün yanına monte ediyor. Onu kâh bir aristokrat ya da caz müzisyeni olarak, kâh bir beyzbol oyuncusu ya da mafya babası olarak görüyoruz. Şekilden şekle, sınıftan sınıfa atlayan, farklı tarihlerde farklı coğrafyalarda farklı hayatlar süren ve sayısız gag’e konu olan bir tür hiper kahraman yaratıyor Woody Allen. “The Godfather” (Baba) serisinin görüntü yönetmeni olarak tanıdığımız Gordon Willis’in kendisine bir de Oscar adaylığı getiren olağanüstü incelikteki çalışması sayesinde tek bir sahne bile sırıtmıyor filmde. Akla gelebilecek her türlü tekniği ve hileyi kullanarak zamanının çok çok ötesinde, çizgiüstü bir iş çıkarıyor Willis. Woody Allen-Gordon Willis ikilisi döneme yani onlarca yıl öncesine ait kameraların ve ekipmanların kullanımı, o tarihlerde kamera operatörü olarak çalışmış sinema emektarlarının yeniden göreve çağrılması gibi umulmadık işlere de girişmişler. Yeni ekipmanlarla yapılan çekimlerin eskitilmesinde ise film materyallerinin üstüne çıkıp ezmek de dahil olmak üzere her türlü yöntem denenmiş.

Woody Allen, Leonard harbiden yaşamış ve anlatılanlar da gerçekmiş hissi verebilmek için tarihi figürleri hikâyeye ilave etmesi ve titizlikle yapılmış sahne, set ve görüntü çalışmasına ilaveten iki önemli hamle daha yapmış zannımca. Bunlardan ilki, filmin ses ve müzik çalışmasıyla ilgili. Görüntü gibi sesler de hikâyeyi inandırıcı kılmak için kullanılmış. Kasten bozulan ve/veya eski kayıt cihazlarıyla yapılan kayıtlarla dolu film. Ayrıca Dick Hyman, tema müziklerine ilaveten, film için özel olarak “caz çağı”na aitmiş hissi uyandıran yarım düzine parça bestelemiş: “Reptile Eyes”, “Chameleon Days”, “Leonard the Lizard”, “Doin’ the Chameleon”, “The Changing Man Concerto” ve “You May Be Six People, But I Love You”.

blank

Woody Allen ikinci hamlesinde ise, hikâyesine görüntü açısından katkı sunan yaratıcı formüller bulmuş. Sanki gerçekten Leonard Zelig yaşamış da, güya Warner Bros. o şöhretinin zirvesindeyken filmini yapmış gibi, “The Changing Man” (Değişen Adam) adında 1935 tarihli bir film uydurmuş. İzlerken gerçek zannediyorsunuz. Seyircisini ters köşeye yatırdığı diğer bir konu da, filmde (belgeselde mi, desek) Leonard Zelig’i kendi uzmanlık alanlarına göre değerlendirip görüş bildiren ünlüler. Gerçek hayatta her biri kendi alanında önemli şöhret sahibi isimler filmde adeta resmi geçit yapıyor. Ünlü akademisyen, köşe yazarı ve sanatçı Susan Sontag, 1976 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar Saul Bellow, politik köşe yazarı Irving Howe, ünlü psikanalist Bruno Bettelheim ve tarihçi John Morton Blum, büyük bir ciddiyetle Leonard Zelig hakkında yorumlarda bulunuyorlar. Woody Allen’a şapka çıkarmamak elde değil.

Tabii, sadece bunlar olsaydı “Zelig” büyük bir ihtimalle ortalama üstü bir komedi filmi olarak kalırdı, oysa “Zelig”in üzerinde kafa yormaya değen bir sanat eseri olarak değerlendirilmesine neden olan zengin bir alt-metni de var. Bu da, bugün bile hâlâ tartışılmasına, hatta sevenleri kadar nefret edenlerinin de olmasına (feminist yazın tarafından hücuma uğrayan bir filmdir) neden olan dopdolu senaryosundan kaynaklanıyor. Öncelikli düğüm, Leonard Zelig’in niçin değişim/dönüşüm geçirdiğinde yatıyor. Araştırma derinleştikçe, hayatı boyunca dışlanan korku ve kaygılardan mürekkep bir şahsiyet olan Leonard Zelig’in kendini güvende hissetmek için karşısındakine dönüştüğünü öğreniyoruz. Papa’nın yanındayken din görevlisi olan Zelig, Hitler’in yanındayken bir nasyonal sosyalist, caz orkestrasıyla birlikteyken bir siyah, şişmanların yanındayken şişman, doktorların yanındayken doktor, Kızılderililerin yanındayken Kızılderili oluveriyor. Hangi mesleğe mensup bir insanla muhatap oluyorsa o da o meslektenmiş gibi davranmaya başlıyor hatta entelektüel derinliği de karşısındakilerin düzeyine iniyor ve/veya çıkıyor. Doktor Bettelheim, La Boétie’nin “gönüllü kulluk” kavramını en uç noktaya taşıyıp, Erich Fromm’un “Escape from Freedom”ı çerçevesinde adeta metamorfoz geçiren bu karakter için filmde “ultimate conformist” (“son raddede uymacı/uygitsinci”, diyebilir miyiz acaba) tabirini kullanıyor. Yeri geldiğinde kendi aile üyeleri tarafından bile anında satılan zavallı Leonard, karşı tarafın ona zarar vermesinden duyduğu endişeyle (zihinsel haritasını istemsiz olarak değiştirip) karşısındakine dönüşen, onun değerlerine, bilgisine, görgüsüne ve fiziksel varoluşuna öykünen biri olup çıkıyor. Birçoğumuzun kendimizi güvende ve rahat hissetmediğimiz ortamlarda tutturduğu ılımlı, orta-yolcu ve (fazla) uyumlu tavrın gelip gelebileceği en uç nokta değil mi bu? Tek istediği düşman olarak görülmemek ve sevilmek olan bir insanı merkeze alarak ne kadar insani, ne kadar duyarlı bir noktaya parmak basıyor Allen. Böyle şey olmaz demeyin, işin daha da tuhaf ve saçma olan yanı, 2007 yılında İtalyan bir psikolog olan Giovannina Conchiglia ve ekibinin (fiziksel dönüşüm hariç) bir hastalarında Zelig’in emarelerini gösteren bir beyin hasarı tespit edip bunu “Zelig benzeri Sendrom” adıyla tıp literatürüne kazandırmış olmaları. Yani daha absürt bir şey olamazdı.

blank

Korku ve kaygılarının adeta esiri olan Leonard Zelig adlı bu Yahudi kökenli karakterin Woody Allen’ın gerçek hayattaki bir yansıması olmadığını kim öne sürebilir? Gelelim bir diğer meseleye. Woody Allen “Zelig”deki eleştiri oklarını sadece kısa sürede bir histeri krizine ve panayır eğlencesine dönüşen/dönüştürülen ve sonra bir kağıt parçası gibi buruşturulup atılan o “geçici meşhur”lara, her türlü ekstremist politik gruplara (faşist, komünist, her kim olursa) ve kimin yanına giderse ondanmış gibi davranan ikiyüzlü insanlara yöneltmiyor, aynı zamanda, hastayı bir insandan ziyade bir kobay gibi gören yaygın tıp uygulamalarına ve doktor-hasta ilişkilerine dair eleştirilerde bulunmaktan da geri kalmıyor. Son kertede, “sevgi olmazsa”, diyor Woody Allen, “tedavileriniz bir halta yaramaz”. Filmde yer alan bu eleştirilerin ve elektrik verme, daha önce hiç denenmemiş ilaçları Zelig üzerinde test etme gibi yöntemlerin zamanında hekim camiasından tepkiler aldığını belirtelim.

Peki, feministleri kızdıran nedir “Zelig”de? Bu eleştiriler temelde dört noktadan hareket ediyor. İlki, Mia Farrow’un canlandırdığı Eudora Fletcher’ın Leonard Zelig’i tedavi etme isteğinin ardında yatan amacın itibar/şöhret olduğunu kendi ağzından duymamız. İkincisi, Zelig’in kendisini, (onun ancak yoğun bir ilgiyle iyileşebileceğine inanan) Dr. Fletcher’ın hastası olarak kabul edip tedaviye cevap vermeye başlamasının ardında yatan sebep, yani, çalışan profesyonel bir kadının mesleki iddiasından vazgeçiyor oluşu. O anda, Zelig iletişim kanallarını açıyor ve tedaviye cevap vermeye başlıyor. Üvey kız kardeşi Ruth’un (hem kendini hem) Zelig’i şarlatan sevgilisi Martin Geist’e kullandırmasına da kızanlar var. Ayrıca filmdeki nadir kadınlardan biri olan üvey kız kardeş (başka bir şarlatana gönlünü kaptırınca) iffetsiz (hatta sersem) olarak da lanse ediliyor ve sevgilisi tarafından vurularak öldürülüyor. Bütün bu iddialar ve analizler biraz tartışmalı da olsa, Woody Allen’ın Erica Jong’un 1973 tarihli ünlü feminist romanı “Uçuş Korkusu”na (Fear of Flying) yaptığı göndermeyi es geçmek mümkün değil. Filmin finaline doğru yer alan kritik bir sahnede, uçmayı bilen ama peşlerindeki Nazi’lerin korkusundan ödü patlayan Dr. Fletcher (uçağı sürerken) bayılınca Alman Hava Kuvvetleri’nden kaçma görevini (hayatı boyunca hiç uçak kullanmamış olmasına rağmen) onun uçuş yeteneklerini anında taklit ediveren Leonard üstleniyor. Ayrıca, Zelig (bir kadının beceremediği işi üstlenip gereğini yapan erkek konumuna yükseltilip) ikisinin hayatını kurtarmakla kalmıyor, aynı zamanda Atlantik’i baş aşağı giderek tek uçuşta geçip bir de rekora imza atıyor ve bir kez daha kahraman oluyor.

Woody Allen’ın “Zelig”i (1983) kısa ekran süresine kıyasla, kahkaha dozu yüksek, çok zengin ve dolu bir film. İleride bu filmin içerdiği muhteşem sözlü esprilere, özellikle unutulmaz one-liner’lara (“Ku Klux Klan”, “hayatın anlamı”, “Delaware Kongre üyesi” vb.) dair ayrıca bir inceleme yapma sözü vererek yazımı sonlandırıyorum. Doktor tavsiyesidir, “uzun uyku”nuza dalmadan önce, özellikle kötü geçen bir günün ardından bir doz “Zelig” alınız. Gülmekten iyi bir tedavi yöntemi yoktur, pişman olmazsınız.

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]

KAYNAKLAR

[/box]

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Lone Ranger (2013)

The Lone Ranger, özellikle sinemada izlenmesi gereken ama iyi bir
blank

The Invitation (2015)

Oyuncuların üstüne düşen görevi layıkıyla yerine getirmesi ve süper inandırıcı