Sessiz sinema filmlerini sever misiniz? Biliyorum, birçoğunuz sevmiyorsunuz. İnanın bana, slapstick’ler dışında ben de sevmezdim. Charlie Chaplin gibi birkaç büyük ismin eserleri hariç, sessiz filmlere pek tahammülüm yoktu. Ta ki, bu filmi izleyene kadar. Tod Browning’in “The Unknown”u benim sessiz sinemaya bakışaçımı bütünüyle değiştiren filmdir. Konusu hakkında hiçbir şey bilmeden, sırf “Dracula”nın (1931) yönetmeninin filmi, herhalde kötü değildir diye düşünerek alıp izlediğim bu filmden sonra, sessiz sinemayı küçümsemeyi bıraktım ve hakkında olumlu şeyler duyduğum, eleştirmen ve sinefil listelerine giren sessiz sinema klasiklerini sırayla izlemeye başladım. 15 yıldır da izlerim. Ve yemin ediyorum, tek tük birkaç örnek hariç şimdiye kadar hepsi iyi çıktı, nadiren pişmanlık yaşadım. Sessiz sinemanın siyah-beyaz kurmaca klasiklerine bir şans verin derim ben. Başlamak için de Tod Browning’in “The Unknown”u (Bilinmeyen, 1927) iyi bir seçim.

Hem filmin efsanevi yönetmeni Tod Browning hem de gelmiş geçmiş en büyük aktörlerden “Binbir Surat” Lon Chaney hakkında ayrıca kapsamlı birer inceleme yazacağım için şimdilik detaylı bir şekilde bahsetmekten kaçınacağım ama “The Unknown”a geçmeden önce, filmin başarısını borçlu olduğunu düşündüğüm ve bu nedenle de önemli bulduğum birkaç hususun altını çizmem lazım. Lon Chaney sağır ve dilsiz bir çiftin çocuğu olarak dünyaya gelir, çocukluğu, toplumdan dışlanmış, engelli insanlar arasında geçer. Uzmanlık alanı makyaj yapmak ve kılık değiştirmektir. Lakabı, ‘binbir surat’tır. Lon Chaney, çoğunlukla kendisine meydan okuyan, altından kalkılması zor rolleri seçer. Sinemada genelde, toplumdan bir nedenle dışlanmış, itilmiş, kakılmış, vücudunda belirgin deformasyonlar olan “engelli” karakterleri ve/veya delileri ve/veya suçluları canlandırır. Tıpkı “The Unknown”da olduğu gibi. Chaney nereye giderse gitsin, içinde makyaj setlerinin bulunduğu bavuluyla gezer, kendi makyajını kendi yapar. Makyaj konusunda ulaştığı uzmanlığı özetlemek için öyle sanıyorum ki şu bilgi başlı başına yeterlidir. Ana Britannica Ansiklopedisi (Encyclopedia Britannica) yazılırken “makyaj” maddesini kaleme alması için, bu işi dünyada en iyi bilen kişi olarak Lon Chaney’e gelirler. Maddeyi o yazar. Başka söyleyecek bir şey yok.

The Unknown 3

Gelelim Tod Browning’e. 1880 doğumlu Browning, Kentucky’li iyi bir ailenin oğlu. Ailesinin hali vakti yerinde, onu güzel bir gelecek bekliyor. Ama Browning gezici bir sirkte görev yapan dansçı bir kıza aşık oluyor, sene 1896. Gemileri yakıp kızın peşinden gidiyor. Gidiş o gidiş. Büyük yönetmen D.W. Griffith’le tanışıp, o meşhur “Intolerance: Love’s Struggle Throughout the Ages” (Hoşgörüsüzlük, 1916) ile sinemaya başlayan kadar 20 yıl boyunca tam olarak ne yaptığını Allah biliyor. Gezici sirklerde palyaçoluk, jokeylik, biletçilik, artık ne denk gelirse. Ucube Şov’lar, gösteri tiyatroları, karnavallar… Dansçı da oluyor, sihirbaz da. Yaptığı şovlar arasında canlı canlı gömülmek bile var, hesabedin. Sonbahar yaprakları gibi oradan oraya savruluyor, tüm ülkeyi geziyor. Ardından bir varyete tiyatrosunda oyunculuk, hemen sonra aynı gezici kumpanyada yönetmenlik geliyor. İşte bu yönetmenliği sırasında Griffith’le tanışıyor. Tüm bunları niye anlattım. Tod Browning’in birkaç sağlam filmi, tamamıyla bu 20 yıllık karanlık dönemden besleniyor da ondan. En başta da, Kült Filmler Zamanı adlı yazı dizimiz kapsamında ele alacağımız iki önemli filmi, “The Unknown” (1927) ve “Freaks” (1932).

Tod Browning ve Lon Chaney, benzer yerlerden geldikleri için birbirlerini iyi anlayan, kişisel deneyimleri bir ölçüde örtüşen, sıkı bir ikili olurlar. Beraber, bugün maalesef bazıları kayıp statüsünde olan, yayınlandığı zaman olumlu eleştiriler almış, tam 10 adet uzun metraj film çekerler. Chaney’in 1930 Ağustos’unda gelen erken ve beklenmedik ölümü olmasaydı, “Dracula”daki (1931) Kont Drakula rolünü Chaney’in oynayacağını bilmem söylememe gerek var mı?

5 Nisan 2016’da, Twitter’da takip ettiğim, filmler hakkındaki bazı ilginç bilgileri düzenli olarak paylaşan “talkiefacts” adındaki bir hesap, 1929 yılı öncesine ait Amerikan filmlerinin %90’ının kayıp olduğu, herhangi bir bilinen kopyasının olmadığı bilgisini paylaştı. Merak ettim, araştırdım, birçok kaynakta benzer oranlar gördüm. En düşük gördüğüm oranlar %75, %80’di. “The Unknown” (1927) da o kayıp filmlerden biriydi, ta ki, filmin 1968 yılında Paris’teki Sinematek arşivinde 35 mm’lik bir kopyası ortaya çıkana kadar. Hemen buraya bir temenni notu: İnşallah bir gün bir yerlerden “London After Midnight” (1927) da çıkar, fotoğraflardan oluşan versiyonu izlemekten anamız ağladı. “The Unknown”un gösterime girdiği dönemdeki süresi 63 dakikaymış ama günümüze ulaşan kopyası maalesef 50 dakikanın altında. Ama yine de konu bütünlüğü taşıyan, Avrupa’da bir yerlerde gösterime girmiş, iyi bir kurgusu elimize ulaştığı için filmin anlatısında ciddi bir zedelenme yok. Ki, düşünün, %20’nin üzerinde toplam sahne ve plan kaybı var (iki de cinayet!). Yine de mevcut versiyonuyla bile karşımızda, sinema tarihinin birçok ünlü yönetmenini ve haliyle de, kendinden sonra gelen birçok önemli filmi etkilemeyi başarmış benzersiz bir deneyim, ekspresyonist etkiler taşıyan bir şaheser, sınırları yoklayan, kural-koyucu bir başyapıt olduğunu rahatlıkla öne sürebiliriz.

The Unknown 1

Browning-Chaney işbirliğinin –şimdilik zirvesi durumundaki- “The Unknown” (1927), bizde “Penceredeki Kadın” adıyla gösterilen, benim de rahmetli cnbc-e kanalında izleme fırsatı yakaladığım, François Truffaut draması “The Woman Next Door”da (La femme d’à côté, 1981) uzun uzadıya tartışılan film. “The Unknown”un Buñuel, Hitchcock (özellikle “Psycho”) ve Jodorowsky (tabii ki, “Sante Sangre”) sinemaları üzerindeki etkisi de yadsınamaz.

“The Unknown”un (1927) konusu şu: Alonzo (Lon Chaney) isminde kolları olmayan bir gösteri sanatçısı var. Ayaklarını tıpı elleriymişçesine ustaca kullanabilen, ayaklarıyla bıçak atabilen, ateşli silahlar kullanabilen ve attığını vuran biri bu. Ayaklarıyla sigara bile içiyor. Bu adam bir sirkte çalışıyor ve hayret verici şovlara imza atıyor. Ama aslında “Kolsuz Alonzo” (Alonzo the Armsless) karanlık biri, kan donduran sırları var. Alonzo aslında azılı bir suçlu, bir hırsız. Ve bir katil. Ve aslında Alonzo kolsuz da değil! Bir elinde iki başparmağı olan, korkunç elleri var. Kollarını cüce yardımcısı Cojo sayesinde karnına yapıştırıyor, yani kamuflaj yapıp gizliyor, böylelikle kimse ondan şüphelenmiyor. Neyse, bu Alonzo sirkin sahibinin kızına, bir başka gösteri sanatçısı Nanon’a (tanımakta güçlük çekeceğiniz bir Joan Crawford) aşık oluyor. Nanon, erkeklerin ona dokunmasından bile tiksinen, frijit bir kız portresi çiziyor. Kolları olmadığı için Alonzo’yu kendine yakın hissediyor. Alonzo da, kızı kendine yakın tutmak ve onu kaybetmemek için sırrını ona açamıyor. Ama sirkte Nanon’dan hoşlanan biri daha var, güçlü, kudretli ve heybetli Malabar (Norman Kerry). Nanon, Malabar’a pek pas vermiyor. Derken sirkin sahibi, yani Nanon’un babası, Alonzo’nun gerçek kimliğini öğreniyor ve Alonzo foyası ortaya çıkmasın diye onu hunharca katlediyor ve hikaye karanlık finaline kadar müthiş bir hız kazanıyor. Bundan sonrasını anlatmayacağım.

“The Unknown” aslında bir aşk hikayesi. Alonzo’yu deliliğin dağlarına sürükleyen bir aşk bu. Filmi sinema tarihinin unutulmaz raflarına taşıyan da bu hastalık düzeyindeki aşkın ulaştığı sınır oluyor. Alonzo sevdiği kızın gönlünü kazanmak için akıl almaz bir şey yapıyor. Yalvarmak, yakarmak, dil dökmek, araya birilerini koymak değil bu. Varını yoğunu, parasını pulunu yollarına sermek de değil. Nanon’un bilmediği, belki de hiç bilmeyeceği, aslına bakarsanız öğrenmemesi gereken bir şey. Ekstrem bir şey. Ama tehdit değil. Tehdit ettikleri de var ama bu ondan da beter. Çok ekstrem. Yoo, ölmek, öldürmek hiç değil. Zaten bir sürü başka insanı bu uğurda öldürüyor. Ondan da ekstrem. Ölmekten daha korkunç ne var? Evet. İşte Alonzo, aşkı uğruna ölmekten, öldürmekten daha dehşet verici bir işe de imza atıyor. Filmi kült mertebesine taşıyan bir işe…

Öteki Sinema için yazan: Ertan Tunç

The Unknown

[box type=”info” align=”aligncenter” class=”” width=””]

KAYNAKLAR

Soister, John T., Henry Nicolella, Steve Joyce, Harry H Long ve Bill Chase, “American Silent Horror, Science Fiction and Fantasy Feature Films, 1913 –1929”, 2012. McFarland & Company, Inc., İngiltere.

www.imdb.com

https://en.wikipedia.org/wiki/Tod_Browning

https://en.wikipedia.org/

http://www.nytimes.com/movie/review?res=9E05E0D7163CEE32A25750C1A9609C946695D6CF

https://alfredeaker.wordpress.com/2016/01/26/todd-browning-director-retrospective/

http://www.2020-movie-reviews.com/reviews-year/1927-movie-reviews/

[/box]

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Death Race 2000 (1975)

Öncelikle belirtmeliyim ki bu filmi yazmak için çok geç kaldık. 

Lake of The Dead / De Dødes Tjern (1958)

André Bjerke’nin aynı adlı romanından uyarlanan Lake of The Dead