Televizyon için haber sunan Jennifer (Barbara Bach) Kaliforniya’da gerçekleştirilen bir festival için asistanları Karen (Karen Lamm) ve Vicki (Lois Young) ile yola çıkar. Daha önceden otelde yer ayırtılması konusunda yaşadıkları problem nedeniyle kalmak için çevrede araştırma yaparlar. Otel sanıp başvurdukları bir müzede tanıştıkları Ernest (Sydney Lassick), eşi Virginia (Lelia Goldoni) ile kaldığı evlerinde konaklayabileceklerini söyler. Ev kasabanın oldukça dışında kalmaktadır…
The Unseen, adı üstünde denilebilinecek türden kıyıda köşede kalmış, bundan sonra da kıyıda köşede kalacak sınırlı sayıda seveni olan bir film. Neden derseniz, pek çok izleyici için mümkünse izlenmemiş kalsın dedirtecek tür özelliklere sahip. “Televizyon filmi gibi” (bu demektir ki kanlı-canlı bir film değil), ilk bir saati “çok sıkıcı” (karakter ağırlıklı giden, hatta epey bir süre nereye gittiğini tahmin edemeyeceğimiz bir film), “tutkusuz” (banyonun gözetlendiği bir sahnedeki çıplaklık dışında seksi sayılacak bir sahnesi yok) ve “orijinal değil” (doğruya doğru, filmde konu adına yeni, şaşırtıcı bir şey yok). Üstelik gösterime çıkmadan yapımcılar pek çok korkutucu sahneyi çıkardıkları için yönetmeni bile savunmuyor filmi.
İyi de o zaman ne diye meşgul ediyosun diyeceksiniz. Bu filmi tavsiye etme sorumluluğuna girecek değilim. Ama…
Bir kere Ernest rolünde Sydney Lassick’in abartılı, ekzantrik ve yeterince sinir bozucu olabilen oyunculuğunu beğendim. Ama ilk çıktığı bölümde dengesini kaybedecek kadar coşkulu olduğunu da söyleyelim. Belki de, yine Lassick’in oynadığı One Flew Over The Cuckoo’s Nest’in (1975) de etkisiyle bu adam gerçekten de tuhaf mı diye düşünmekten kendimi alamadım. (Çok iz bırakan bir oyuncu olmamakla beraber, kendine has oyunculuğu ile Carrie (1976), 1941 (1979), Alligator (1980), History Of The World: Part I (1981) ve Lady In White (1988) gibi önemli filmlerde boy göstermiş.) Ev sakinlerinden ezik ve üzgün Virginia’yı oynayan Lelia Goldoni ise oyunculuk olarak en dengeli ve en dramatik iş çıkaran kişi.
Yine oyunculuk demişken; bana göre en iyi Bond kızlarından (The Spy Who Loved Me – 1977) biri olan Barbara Bach’a gelince… Daha çok Ringo Starr ile olan evliliği ile bilinse de hızla bu konuyu kapatıyorum. İşin magazin (!) kısmı bizi ilgilendirmiyor. Ne beklediğimi işin doğrusu bilmiyorum ama filmin bodrumda geçen final bölümüne kadar sadece güzel, soğuk, hırslı ve kararlı bir eda ile dolaşan (ama güzel dolaşan) Bach’ın bende bir saatlik bir hayal kırıklığı yarattığını söylemeliyim. Ama burada olumlu bir şeylerden bahsediyorduk değil mi? Son yarım saatlik final kısmında Bach, belki abartılı gelebilir ama bana göre korkmanın en çok yakıştığı oyunculardan biri haline geliyor. O yüzden baştaki hayal kırıklığını artık taşımadığımı söylemeliyim. Ayrıca, afişinden midir bilmiyorum. Yine Bach’ın oynadığı L’Isola Degli Uomini Pesce’yi (ya da Roger Corman’ın kurguladığı haliyle Screamers) (1979) çok merak ettiğimi…
Filmi asıl beğenme nedenim ise, bodrumda yaşayan karakteri ile sadece son yarım saatte gördüğümüz Stephen Furst. Furst’in karakteri Texas Chainsaw Massacre’dan sonra bir süre sinemada terör estiren Güneyli ve tutuculuktan sapıtmış ailelerin deformasyona uğramış çocuklarından biri. 2000’lerde ise korku sinemasının en azından üretim olarak hızlandığı dönemde (ki hala o döenmdeyiz) şansa bakın ki bu sefer de yeniden çevirim Texas Chainsaw sayesinde bu tür karakterleri daha sık görmeye başladık. Tabii deformasyonun adı geçtiği yerde, zamanla giderek daha çok ağırlaştırılan ve iç kaldıran bir makyaj beraberinde. Furst ise, sadece makyajla sınırlandırılamayacak kadar etkileyici bir iş çıkarıyor. Barbara Bach’ı çocukça korkuttuğu sahnelerdeki yarı acınası yarı ürkütücü oyunculuğunu etkilenecek kadar çok beğendiğimi söylemeliyim. Ayrıca The Unseen’i izlememden önceki gün kimbilir kaçıncı kez seyrettiğim Animal House’da (1978) da oynamasına rağmen kendisini tanıyamadığımı da ayrıca belirteyim.
The Unseen, slasher türü filmlerin tavan yaptığı bir döneme ait. Görünüşte onlar gibi görünse de türün gereği bazı konularda yeterince “ileri” gitmediği için pek tutulmuş bir film değil. Aslında 1960’ların tuhaf karakterlerin bir ev içinde gerilim yaşadığı türden filmlerin havasını taşıdığını bile söyleyebiliriz. Bu yüzden genel bir korku izleyicisi için eğlenceli ve çekici sayılmaz. Benim için ise geçirdiğim doksan dakikalık bir süreyi pişman ettirmeyen, hem kimi oyunculukları hem de son yarım saatindeki sağlam atmosferi ile mutlu küçük keşiflerden biri.
Öteki Sinema için yazan: Anıl Seçkin
Benim icin filmin en guzel bolumu, filmin geri kalanindan biraz kopuk olmasiyla beraber filmin ilk 3 dakikasi.
Bunun disinda oyunuculuklar muhtesem! Muzik cok guzel. Anil’in dedigi gibi o TV filmi havasi var. Furst’un karakteri gercekten cok etkileyici. Bond kizi harika. Anne karakteri de baya guclu keza.
Beni biraz sikan unsur, filmin 40. dakikasindan sonraki dusuk tempo oldu. Bir de finali cok heycan verici bulmadim dogrusu.