2011 yılı mahsulü The Woman, Lucky McKee tarafından yönetilmiş olan ABD yapımı bir film. Senaryoyu ünlü yazar Jack Ketchum ve McKee beraber yazmışlar.

blankÖteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

Ketchum ve McKee, beraber yazdıkları The Woman isimli romanı film ile aynı zamanda piyasaya sürdüler. The Woman, Ketchum’un Off Season ve Offspring ile başladığı, medeniyetten uzakta hayatlarını sürdürmeyi başarabilmiş, insan eti yiyen bir grup insanın hikayelerini anlattığı serinin şimdilik son kitabı. Bu serideki kitaplardan Offspring, gene aynı isimle, 2009 yılında Andrew van den Houten’ın yönetmenliğinde sinemaya uyarlanmıştı. The Woman, Offspring’in (romanın ve filmin) kaldığı yerden devam ediyor.

The Woman, 1975 doğumlu yönetmen Lucky McKee’nin beşinci uzun metraj filmi. Yönetmenliğini Chris Sivertson ile beraber yaptığı ilk filmi All Cheerleaders Die’dan (2001) sonra bir başına yönettiği May (2002) ile adından söz ettirmeyi başaran McKee, 2006 yılında Masters of Horror korku seriyali içindeki zayıf halkalardan biri olan Sick Girl’ü çekti. Aynı sene içinde vasat bir deneme olan The Woods ile korku filmlerine devam dedi. Jack Ketchum’un romanından sinemaya uyarlanan Red’de (2008) sebepsiz yere köpeğini öldüren gençlerden intikamını alan yaşlı ve yalnız bir adamın hikayesini anlattı. The Woman yönetmenin şimdilik son ve en başarılı filmi.

Maine’in doğu yakasını senelerce kasıp kavuran bir grup yamyamdan geriye sadece bir kadın (Pollyanna McIntosh) kalır. Polisle girdiği çatışmada ağır yaralanan kadın, ormanın içinde bir ağacın köklerinin arasına saklanır ve hayatını idame ettirmeye çabalar. Başarılı bir avukat olan Chris Cleek (Sean Bridgers) dışarıdan bakıldığında ‘amerikan rüyası’nın ideal örneği gibi duran bir ailenin reisidir. Karısı Belle (Angela Bettis), büyük kızı Peggy, oğlu Brian ve küçük kızı Darling ile gayet mutlu bir tablo çizmektedir. Chris ormanda ava çıktığı bir gün kabilenin son üyesi kadını görür. Derede yıkanan kadının görüntüsü Chris’i etkiler ve iyi bir planla vahşi kadını yakalamayı başarır. Eve getirir, karısı ve çocuklarının yardımıyla bahçedeki sığınak görünümlü yer altı deposuna zincirler. Ailesine, yakaladığı vahşi kadını kendi yöntemleri ile uygarlaştırmayı planladığını söyler.

blank

Cleek ailesinde işler aslında hiç de dışardan göründüğü gibi değildir. Chris evde tam bir hakimiyet sağlamıştır. Karısı ve çocukları hiçbir sözünden dışarı çıkmaya cesaret edemez. Aksi takdirde şiddet dahil her türlü yola başvuran Chris, sakin ve medeni görünümünün altında vahşi, sapık ve kadın düşmanı bir kişiliğe ev sahipliği yapmaktadır. Karısı Belle, nedendir bilinmez, kocasının her türlü sapkın davranışına boyun eğer, onaylamamasına rağmen asla karşı çıkmaz. Oğlu Brian babasını kendisine rol model olarak seçmiş, babasının izinden emin adımlarla ilerlemektedir. Büyük kızı Peggy filmde sebebi gösterilmemesine rağmen (ki tahmin etmesi pek zor değil) babasından çok korkmaktadır. Küçük kız Darling ise olan bitenin farkında olmadan kendi dünyası içinde ‘şimdilik’ mutlu bir hayat sürmektedir. Chris’in ormanda avlayarak bu garip aileye dahil ettiği vahşi kadın, bütün ailenin hayatını kökünden değiştirecektir.

En başta filmi taşıyan üç ana karakterin oyuncu seçimlerini çok başarılı bulduğumu belirtmeliyim. Doğru seçimler sayesinde karakterler inandırıcılık konusunda sorun yaratmıyor. Vahşi kadın rolündeki Pollyanna McIntosh, Offspring’deki (2009) başarılı oyununu bu filme de taşıyor. Chris rolünde Sean Bridgers ve Belle rolünde Angela Bettis de övgüye değer performanslar sergiliyorlar. Müzikler için ayrı bir paragraf açmalı. Sean Spillane imzalı kederli müziğin filmin dokusuna yaptığı ekstra katkı yadsınamaz.

blank

McKee benim pek sevdiğim yönetmenlerden biri değildir. Yaptığı işler arasında en çok Red’i severim ama orada da intikam filmlerine olan zaafımdan faydalandığını düşünmüşümdür. Dolayısıyla The Woman öyle çok merakla beklediğim bir film değildi. Ama ne yalan söyleyeyim, McKee beni son filmiyle şaşırttı. Diğer işlerinde de karşılaşılan ağır tempo aynen The Woman’da da mevcut ama bu sefer kara komediye yaklaşan anlatım biçimi ile dikkat çekiyor.

Filmin hikayesi öyle çok büyük sürprizleri olan ya da tahmin edilemeyecek gelişmelere gebe bir hikaye değil. Hatta Cleek ailesinin sırları birer birer deşifre olmaya başladıktan sonra beklenen finalin bir an önce gelmesi için izleyiciyi sabırsızlandırıyor.

The Woman, sistemin ideal olarak sunduğu ‘aile’ ve ‘medeniyet’ kavramlarını eleştirme niyetinde olan bir film. İlk bölümde yer yer kara komedi havasına bürünüyor. Son bölümde ise işler iyice çığrından çıkıyor ve korkuseverlerin beklediği ‘gore’ sahneler tavan yapıyor. McKee’nin önceki filmlerine benzemeyen, anlatım dili ile dikkat çeken The Woman’ı Öteki Sinemaseverlere tavsiye ediyorum. Başroldeki üç oyuncuya ve özenle hazırlanmış müziklere özellikle dikkat.

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

1 Comment Leave a Reply

  1. filmi az önce izledim, yönetmenin televizyon filmine benzer tarzını pek sevmedim (cümle bozuk farkındayım) görselliği biraz daha ön plana çıkarsaymış daha sabredilebilir bir film olabilirmiş, oyunculardan bahsedersek baba rolündeki sean bridgers rahat komedi filmlerinde oynar (hafiften will farrel’a benzetmedim değil)tahmin edilebilir ama filmde küçük bir sürpriz de var,hatta benim izlediğim versiyonunda bitiş yazılarından sonra küçük kızla ilgili sandığım kısa bir animasyon çıktı film hakkındaki düşüncelerimi allak bullak etti

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Metro Manila (2013)

Metro Manila, Ballard’ın Öteki Dünya ya da Gökdelen gibi buram
blank

Os Mutantes / The Mutants (1998)

Defalarca izlenebilecek, defalarca yorumlanabilecek, onlarca altmetne sahip, son derece etkileyici