2001 yılında başlayan ikinci filmle ilgili dedikodular 2007’de motor denmesi ile son buldu. Ancak Carter’ın son işlerinde istediği başarıyı yakalayamamış olması filmde de etkisini gösteriyor. Öyle bir senaryo yapılmış ki dizinin en kötü bölümü bile bu filmden iyidir diyebilirim. Her şey tadında güzel sözünü bir kez daha anıyoruz.

blank

Lost’un, Heroes’un olmadığı yıllardı. Henüz dial up bağlantımızla ancak sevdiğimiz bir filmin en fazla afişini indirebilirdik. İşte o zamanlarda dizi manyakları daha yokken, x files diye bir dizi çıktı ortaya. Türkiye’de ilk defa Tgrtde yayımlanmaya başlayan X Files daha sonra yeni sezonları ile cnbc-e’ye transfer olarak Türk bilim kurgu hayranlarının da kısa sürede sevgisini kazanmıştı.

Chris Carter’ın yarattığı dizide, paranormal olaylar, uzaylılar, açıklanamayan cinayetlerle uğraşan bir FBI bölümü konu ediliyordu. FBI ajanı Fox Mulder kız kardeşinin gözleri önünde uzaylılar tarafından kaçırılması ile kendini bu tür davalar konusunda geliştirmiş her tür paranoyaya inanabilen bir ajan, Dana Scully ise Mulder’ın gerçek dünyada kalması için çırpınıp duran tıp eğitimi almış bir şüpheciydi. Bu ikilinin üzerine yığılan açıklanamayan davalar her bölümde seyirciyi bilinmeyenin içine biraz daha itiyordu.

Bilim kurgu ve korku ögeleri ile beslenen hikaye kısa zamanda büyük bir hit oldu. 1993’de yayınlanmaya başlayan dizi 2002’de finalini yaptığında onlarca Emmy, Golden Globe ve hayranlarının alkışları arasında bitmişti. “The Truth Is Out There”, “Trust No One”, ve filme adını veren Mulder’ın ofisinin duvarındaki bir ufo resminin altında yazan “I Want to Believe” gibi sloganları da Amerikan pop kültürünün önemli simgeleri haline gelmişti.

Dizi televizyonda en uzun süre yayında kalmış bilim kurgu olarak tarihe geçerken bir çok en iyiler listesinde de kendine yer buluyordu. Tv Guide dergisi diziyi gelmiş geçmiş en kült diziler listesinde 2. sıraya koyarken( ki ilki tartışmasız bire şekilde Star Trek‘ti) Entertainment Weekly En iyi dördüncü bilim kurgu ürünü ve son yirmi beş yılın en iyi dördüncü yapımı seçti.

İlki 1998 yılında çekilen X files filmi The X-Files: Fight the Future ise fanlar sayesinde iyi bir gişe çıkarsa da eleştirmenler tarafından beğenilmedi. Ancak dizinin verdiği arada olayları öyle bir yere taşıyordu ki sezon başlamasını sabırsızlıkla bekleyen izleyici için bir altın madeniydi. Mulder ve Scully arasındaki dostluk mu aşk mı olduğu hep muallakta kalan ilişki filmde ikilinin tam öpüşeceği sırada Scully’nin Mulder’ın kolları arasına yığılması ile kendine bir yer buluyordu.

2001 yılında başlayan ikinci filmle ilgili dedikodular 2007’de motor denmesi ile son buldu. Ancak Carter’ın son işlerinde istediği başarıyı yakalayamamış olması filmde de etkisini gösteriyor. Öyle bir senaryo yapılmış ki dizinin en kötü bölümü bile bu filmden iyidir diyebilirim. Her şey tadında güzel sözünü bir kez daha anıyoruz.

Chris Carter’ın yazıp yönettiği film dizinin kastını korurken hikayeye hiçbir şey kazandırmayarak eksik not alıyor. Ben öncelikle senaryoyu görünce Mulder ve Scully ile özdeşleşmiş olan David Duchovny ve Gillian Anderson‘ın aklından ne geçti çok merak ediyorum. Duchovny’nin porno filmlerle başlayan inişli çıkışlı kariyerini tam Californication gibi bir diziyle biraz ivmelemişken X Files ismi ile dalga geçen bu hikayeye nasıl olup da tamam dedi anlamak mümkün değil.

Hikayemize geçecek olursak, karakterlerimizi bıraktığımız yerden altı yıl sonra Scully bir hastanede çalışmakta, Mulder ise gazete kağıtlarını kesip duvarlarına asmaya ve tavana kurşun kalem sokmaya devam etmektedir. Beraber yaşayan ikili böylece fanların yıllardır görmeye muvaffak olamadığı mutluluklarını gözümüze sokarlar. Ama sırf bunu göstermek için de film yapılmaz ki. Bu arada FBI’ın bunları ne kadar sıkıştırdığını bilmemize rağmen nasıl bu şekilde yaşamaktadırlar, davalar ne olmuştur gibi sorular havada kalmaktadır.

Scully’i hastanede FBI ajanı Mosley Drummy( kendisini MTV’nin pimp my ride’ında xzibit olarak biliriz) ziyaret eder ve ondan Mulder’a bir mesaj iletmesini rica eder. Bir FBI ajanı kaçırılmıştır ve Medyum bir papazın yardımı ile bulunmasına çalışılmaktadır. Medyumlar ve paranormal olaylar hakkında uzman Mulder adamın rol yapıp yapmadığını kontrol etmesi için istenmektedir.

Scully’nin taşıdığı mesajı Mulder öncelikle kesinlikle hayır diyerek reddetse de sevdiceğinin “Ya kaçırılan kadın ben olsaydım” sözlerine dayanamayarak kabul eder. Böylece ikili Kanada’nın karlı topraklarında Peder Joe(Billy Connolly) ile birlikte ajanı bulmak için yola çıkarlar. Mulder kısa zamanda bu pedofili pedere inansa da Scully klasik şüpheciliğini konuşturacak hatta bu ikilinin ilişkisine bir darbe vuracaktır. Bu arada kaçırılma olayları da artar ve ortada bir seri katil olduğu şüphesi güçlenir.

Klasik seri katil klişeleri ile beslenen film sahne kullanımlarında başarılı olsa da senaryodaki eksiklikler ve bayağılık nedeni ile sınıfta kalıyor. Ancak X Files gibi bir serinin filmi neden saf bir seri katil hikayesi ile filme alındığını anlamak da mümkün değil. Tamam sürpriz son ile olaya biraz Reanimator tadı katılıyor ancak hepsi bu mu olmalıydı?

Film gişe de de bekleneni veremedi tabii ki. Ancak Duchovny bu konuda suçu üstlenmek yerine açılış zamanına atmış “The Dark Knight’ın ikinci haftasında gösterime çıkması Hollywood tarihindeki en kötü karar oldu ve gişemizi etkiledi.”, Anderson ise “Sinema seyircisi CGI efektler, seks ve şiddet istiyor oysa bizde bunlardan fazla bir şey bulamazsınız.” demiş. Carter’ın yeni seyircileri hedef aldığından serinin olay örgüsünden bağımsız çektiği filmdeki hatasını anladığından olacak 2012 yılında vizyona sokacaklarını söyledikleri üçüncü filmde uzaylı hikayesini devam ettireceklerine dair sinyaller vermeye başlamış.

Benim gibi iflah olmaz X Files hayranlarının yine de kaçırmayıp nostalji yapacağı The X-Files: I Want to Believe yeni nesle, ya da X Files’la tanışmak isteyenlere başlangıç için yanlış bir tercih olacaktır.

Son olarak Chris Carter’a buradan seslenmek istiyorum: I don’t want to belive ulan!

blank

Masis Üşenmez

1979 İstanbul doğumlu yazar ilk sinema deneyimini Superman ve Star Wars’la yaşayıp kendini çizgi roman ve bilim kurgu dünyasına atar. 2006 yılında "Öteki Sinema" kadrosuna katılır ve sitenin gelişiminde önemli rol üstlenir. Halen Öteki Sinema'da editörlük ve Cinedergi'de yazarlık yapmaktadır.

4 Comments Leave a Reply

  1. Masis, Duchovny’nin porno filmlerle başlayan kariyeri… demişsin ama benim bildiğim “Red Shoe Diaries” diye zamanında İnter Star TV’de de gösterilen erotik bir TV dizisi vardı. Pek porno denemez… “Red Shoe Diaries” çok iyi bir seri idi. oldukca dramatik bir yapısı olan Reklamcılıktan gelme yönetmen Zalman King’in hünerli ellerinde şekillenen güzel öyküler anlatıyordu her bölümünde… Favori bölümüm ise “Auto Erotica” dır. neredeyse klip gibi çekilmiş çok güzel bir bölümdü.

  2. Murat, Duchovny’nin kendi sitesinde Red Shoe Diaries ile ilgili şu yazıyor: David’s first dabble in soft porn. Buda linki http://duchovny.net/store/videoanddvds1.htm

    Ayrıca bilmeyenlere not bu ay kendisi sex bağımlısı olduğunu açıkladı ve rehabilitasyona girdi.

    Mulder’ın da porno aşkı bilinir, birçok bölümde porno arşivi ile ilgili espiriler bulunmaktadır.

    Dip Not: Carter aşırı yorgunluk ve stres yüzünden hastaneye kaldırılmış. Umarım ben neden olmamışımdır:)

  3. Masis’çim, Gillian Anderson’ın Chris Carter’dan çocuğu olduğunu yazmışsın ama böyle bir şey yok. Bu sadece Gillian’ı “setwhore” olarak gören, mutlaka David ve/veya Chris ile bir şeyler yaşadığını ve çocuklarının mutlaka bu ikisinden olmak zoruna olduğunu düşünen “manyak” hayranların fantezilerinden doğan teorilerden sadece biri.

    Filme gelince, iğrençlik abidesi. ne doğru düzgün bir senaryo var, ne de mulder ve scully, mulder ve scully gibi yazılmış. Chris Carter’a edecek küfür bile bulamıyorum. adam resmen “9. sezonla tabuta son çiviyi çakmıştım, şimdi de mezarına tükürüyorum X-Files’ın” mesajı vermiş. En az senin kadar bir XF hayranı olarak, kahroldum.

  4. Demek ki neymiş kaynakları bir kaç yerden kontrol etmek gerekiyormuş. Bu da bana ders olsun, sağol Murat düzeltme yapıldı. Blogumuza katkılarını ayrıca bekleriz.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Robotların Geldiği Yer: Automata (2014)

Post Apokaliptik bir ortamda geçen ve Asimov’un yarattığının dışında bir
blank

Her / Aşk (2013)

Her, kısa metrajlara ve belgesellere gömülen Spike Jonze’un, arada bir