Sanırım 96 yılıydı. Eve dönmüş, uyumak için TV kanallarını karıştırıyordum. VCD oynatıcıların çok yaygın olmadığı, az sayıdaki kanallar arasında dolaşıp gece filmlerinden birine denk gelmenin zevkini çıkarabildiğimiz zamanlardı. (Pink Floyd’un “Live in Pompei” konserini ilk kez izleme şansını da yine bu şekilde yakalamıştım.) Kanalları karıştırırken siyah güneş gözlükleriyle, siyah bir adamla dövüşen iri yarı, sarışın bir adama rastladım. Arka sokakta dövüşen iki kişi ve kötü bir mekân… “Sabaha karşı yine dandik bir film koymuşlar” diyerek yoluma devam ettim. İki-üç tur attıktan sonra aynı kanala geri döndüğümde karşıma ‘obey’ yazısı önünde duran kurukafalı bir haber spikeri çıktı. Tabi “TV’den çıkan bilimkurgu olursa” hemen izlerim içgüdüsüyle başladım seyretmeye. Doğrusu film beni bayağı etkildi. İsmini öğrenmeye çalışsam da o dönem TV’de yayınlanan filmlerin sonunda çıkan yazıları makaslamak moda olduğu (hala değişmedi mi???) için, kredisini göremedim; ne ismini ne de yönetmenini öğrenebildim…
Üç yıl filmin izini sürdüm. Düşük bütçeli filmlere biraz burun kıvıran Sinefil arkadaşlarım, bu filmi izlememişlerdi. Filmin hikâyesine aşinaydım aslında. Dilimize “Onlar Yoktu” diye çevrilen Dean R Koontz’un “Twilight Eyes” kitabına benziyordu. Koontz’un kitabındaki yönetici “Goblinler”in yerini filmde asil, yöneten sınıf olan “Uzaylılar” almıştı. İşte filmin adı ve yönetmenini bulma serüvenim de kurduğum bu bağlantı sayesinde son buldu. Koontz’tan bahsederek siyah güneş gözlüklerinin hikâyesini anlattığım bir Amerikalı arkadaşımdan filmin ne kadar önemli olduğunu öğrenerek, yönetmen John Carpenter’ı kesinlikle bulmam gerektiği tavsiyesini aldım.
Sırada “They Live”i bulmak vardı. O zamanlar filmleri ‘büyük paralar harcananlar’ ve ‘az para harcanmış TV/videocu filmleri’ olarak ayırmak öğretilmişti bize. Bu yüzden videocuların yolunu tuttum. Tabi ki karşıma bir –bu sınıflandırmaya pek katılmasam da- ‘B sınıf’ başyapıtı çıktı. Bir filmin “A” ya da herhangi bir sınıf olmasının bütçesiyle ilgili olmadığını düşünenlerdenim. Biraz da Hollywood’un altın çağı olan 50’lerden beri siyah-beyaz bilimkurgular için yapılan bu sınıflandırmayı kullanmayı, “A”yı, “B”yi belirleyen Hollywood yapımcıları olduğu için sevmem. Bu film için harcanan 3 milyon doları düşünürsek, mesaj taşıdığını iddia eden yüksek bütçeli filmlere göre daha ucuz yoldan ulaştırabiliyor mesajını. Düşük bütçeli ve iyi filmlerin güzelliği de bu değil mi zaten…
Gelelim yönetmene. Filmdeki John Carpenter dehası, hikâye anlatımı, kurduğu bağlar ve verdiği mesajlarda saklı. “They Live” benim için Terminatör serisiyle eşdeğer. Film, günümüz toplumu ve dönemin Amerikan rüyasında yaşayan ‘Reagan Amerikası’na yapılan en keskin eleştirilerden biri. Medyayı kullanarak hedef değiştirme konusunda 2010’a kadar pek bir şey değişmediğini de söyleyebiliriz. James Cameron’ın mükemmel efektlerle yakaladığını Carpenter basitlik ve hikâyesiyle yakalayabilmiş, aynı zamanda hayal gücümüzü kullanma konusunda da gayet cömert davranmış.
Carpenter “They Live”in öyküsünü “Eight O’Clock in the Morning” isimli kısa bilimkurgu hikâyesi üzerine kurmuş. Haberimiz olmadan kararlarımızı etkileyenler temasında yöneten sınıf uzaylılar. İlk yarım saat oldukça ağır gelişiyor ama bu karakterlerin oturması adına iyi bir seçim. İlk başta biraz zorlasa da ilerleyen karelerde bu bölümün gerekliliğini anlıyorsunuz.
Konusu dışında film özellikle 50 ve 60’ların bilimkurgu severlerine de sıkı göndermeler yapıyor. Özellikle hava kirliliği üzerine kurduğu bağlantı ve reklâmların asıl mesajlarının güneş gözlüğü takıldığında görülmesi oldukça zeki buluşlar.
Karakterleri canlandıran, çok abartıya kaçmayan oyunculularsa rahatsız etmiyor. Öne çıkan roller, gazeteci kadını canlandıran Meg Foster, sokak rahibini canlandıran Raymond St. Jacques ve Keith David. Asıl mesleği oyunculuk olmamasına rağmen Roddy Piper’ın performansı da kayda değer.
Keith ve Roddy’nin, 96 yılının o gecesi kanallar arasında dolaşırken birden karşıma çıkan kavga sahnesiyse gayet gerçekçi. Ama kavga, ancak film baştan izlendiğinde bir yere oturuyor.
They Live; hem yapım tarihi (1988), hem yapısı, hem de konusuyla 80’ler bilimkurgu sinemasına bir selam çakarak 90’ların gelişini müjdeleyen ve politik/ekonomik gerçekleri gösteren bir başyapıttır…
Bazı detaylar:
- Filmin başrol oyuncusu Roddy Piper aslında bir güreşçidir. Lakabı “Rowdy”dir.
- Keith David daha önce Carpenter’ın The Thing filminde de oynamıştır.
- Keith David’in oynadığı Frank Armitage karakterinin ismi Carpenter’ın en sevdiği yazarlardan H. P. Lovecraft’ın The Dunwich Horror’daki Frank Armitage karakterinden geliyor.
- Film müziklerinin mimarı da John Carpenter’ın kendisi.
- John Carpenter’ın Cameo’su George Buck Flower’dır ve bu filmde de bir rolü vardır.
- Film 1988’de 2 ayda tamamlanmıştır
- Filmin full screen olarak yayınlanması,TV’de gösterilmesini zorlayıcı bir unsurdur. Aslında bu TV’nin Amerikad’a giden en büyük yanlışlardan biri olan TV’ye yapılmış bir eleştiridir…
- Filmdeki güneş gözlüklerini takınca uzaylıların siyah beyaz görünmesi, eski klasik siyah filmleri renklendiren Ted Turner’a bir göndermedir.
Not: Yazıya katkılarından dolayı Nevra’ya teşekkür ederim.
“siyah bir adamla dövüşen sarışın adam” ı görüp biraz daha zap sonra tekrar filme dönüş…o sahne öyle bir sahnedir ki yani neredeyse dakikalarca bitmez sürer de sürer. zap yaptıktan sonra eminim hala “o ikisi” kavgaya devam ediyorlardır.
ne güzel bir filmdir they live. yazı sayesinde aklımıza düştü. ilk fırsatta tekrar izlenmeli…
bu film benim çok sevdiğim filmler arasındadır ve kesinlikle bir başyapıttır.hikayenin derinliği oldukça fazla.carpenter’ın en politik ve en sert filmidir, zaten carpenter hollywoodda aşırı sol görüşleri yüzünden sevilememiştir.ciddi bir sistem eleştirisi vardır bu filmde,yani orada uzaylılar diye dikkat çektirmeye çalıştığı kesim bir takım devlet kontrolörlerinedir.
John Carpenter aşırı sol görüşlü!? Hmmm… Bir yangının külünü yeniden yakıp geçmek istemem ama daha geçenlerde ağır muhafazakar görüşleri (!) yüzünden yaşanan tartışmaya göz atmakta fayda var. :)
https://www.otekisinema.com/escape-from-new-york-1981/
Buradan da sinematik’e selam çakıyorum.
John Carpenter’ın hem sol görüşe hem sağ görüşe yakın filmleri vardır. Bu filminin sola kayıyor olması onu aşırı solcu yapmaz. Halloween bir teen slasher efsanesidir ve bu tür filmlerin 80’lerde patlama yapmasına yol açmıştır. Teen Slasher’ın çıkış noktalarından bir tanesi de herkesin bildiği gibi 60’ların sonlarındaki aşırı özgürlükçü harekettir. Bu tür, gençliğin önüne, ebeveynlerinden ayrılmamaları, özgürce seks yapmamaları, ot çekip kafalarına göre takılmamaları konusunda bir takım söylemler geliştirir. Slasher türünün baba filmine imza atan birinin aşırı solcu olmadığı açıktır. Bence özgürlükçü bir demokrattır Carpenter :)
quattromosche ben bu yazıyı o muhabetten once yazmistim :)
yazida ozellikel siyasi gorusune deginmedim cunku ben carpenterin film film gondermeler yaptigini elestiren bir adam oldugunu yaziyorum.
Zaten yazida carpenter solcu sagci penaltici golcu diye herhangi bir isaret yok…
ama arkadasimizin iddiasinin tersine bir reagan elestirisi var ;)
aramızda fakat haberimiz olmayan uzaylılar üzerine yapılan filmler içerisinde en iyilerinden biri belkide en iyisi bence they live.Carpenter hayranlığımı arttıran önemli filmlerinden biriydi.Tv izle,itaat et.john usta yavaş yavaş arttırdığı aksiyonuyla filmin seyrini daha kolay kılmış bence.
-şuna bakın sanki domuzun üzerine parfüm dökmüş gibi
Bu film, bir de david icke’ın söylediklerini izledikten sonra o açıdan anlamlandırılırsa, daha yerinde olabilir: http://www.youtube.com/watch?v=Sz91F2PdyPM
david icke (http://www.uludagsozluk.com/k/david-icke/) hakkında: http://en.wikipedia.org/wiki/David_Icke
belki bilmediğimiz bir gerçeğe ışık tutuyordur, ‘they live’…
Gezegenin büyük bir çoğunluğunun sürünüyor olması sürüngenler tarafından yönetildiğimiz anlamına gelmediği gibi,ellerindeki gücün sarhoşluğuyla geniş kitlelere tahakkümde bulunup insanlıklarından uzaklaşacak bir yabancılaşma içinde bulunan azınlığın uzaylı olması gerekmiyor.Üretken olmadan sürdürülen çılgın bir yaşam tarzını,duygudan yoksun birliktelikleri,drug kültürünü hoş görmeyen solcularda olabilir diyorum.Ama şu bir gerçekki;
Carpenter katagoriler dışı bir deha korku,bilim kurgu türünün kimilerinin idda ettiği gibi kaçış sanatı olmadığını tüm eserlerinde ustaca yerleştirdiği mesajlarla gösteren bir deha .They live filminde bu protest bir tarzla biraz daha öne çıkıyor.
Bu film 1990 yılı yazında ülkemiz sinemalarında Türkçe dublajlı olarak gösterilmişti.O zaman ergen halimle filme hayran kalmıştım ama sonradan bunun kült bir film olduğunu öğrenince ilgim daha da arttı.Şimdi yine bulunsa tekrar izlenesi yapımlardan bir tanesi.Bu arada filmdeki sokak kavgası sahnesi 5 dakila filan sürüyormuş.Filmin çekimlerindeki en zor ve en çok zaman alan kısmı bu sahne olmuşmuş.IMDB nin yalancısıyım:)
verilen bilgi için tesekkürler
Roddy Piper karakteri ile John Nada ve Keith David karakterleri arasındaki kavga sahnesi, Rotten Tomatoes Frank Armitage “En iyi 20 kavga Sahnesi” listesinde yedinci sırada.
çok güzel bir filimdi.
bu film 80leri yansıtıyor çok sevdim bunu
Thing, Halloween , They Live… Carpenter gerçekten büyük yönetmen. Bu filmin de ayrı hastasıyım. Meşhur dövüş sahnesinde ” Eh bit artık ” demiştim :)