Baştan söyleyeyim, ne Thor ne de Captain America filmleri ve çizgiromanları ile ilgim alakam vardır. Marvel’ın sonsuzluğunda kaybolacaksam bunu Punisher ya da Hulk ile yapmayı tercih ederim. Gene de hem son birkaç senedir şaha kalkmış çizgiroman sinemasını takip edebilmek, hem de iyice süperkahraman hoşafına dönüşmüş Marvel evrenlerini biraz olsun anlayabilmek için ister istemez bu iki Avenger’a vakit ayırmak gerekiyor. Çizgiromanına hakim olmadığım bir karakterin filmini seyretmenin benim için farklı bir deneyim olacağı düşüncesiyle dün gece 2011’in blockbuster’ı Thor’u seyre koyuldum. Elimizde ilginç bir film olduğunu itiraf etmek gerek. Yıllanmış bir Thor hayranının bu filmden nefret edeceğini öngörmek hiç de zor değil, gene de keyifli bir iki saat geçirdiğimi söyleyebilirim.
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz
Milattan sonra 965 yılında Jotunheim’ın buz devleri,Laufey’in önderliğinde evreni ele geçirmek için sefere çıkarlar. Odin ve Asgard ordusu devleri dize getirip güçlerinin kaynağı “Antik Kışların Kutusu”nu Asgard Sarayı’nın derinliklerine kilitlerler. Bu büyük savaşın ardından bin yıldan uzun bir barış dönemi hüküm sürmüş, Odin’in oğulları Thor ve Loki de şanlı savaş hikayeleri ve taht hayalleri ile büyümüşlerdir. Tahtın birincil varisi Thor, güç ve savaş takıntılı bir dövüşçüdür ve buz devlerinin saraya yaptıkları başarısız bir saldırıdan ötürü Jotunheim’a gidip onlara hadlerini bildirmeyi kafasına takmıştır. Bu amaçla arkadaşlarını ve kardeşini yanına alan Thor’un Jotunheim’da yarattığı kargaşa Kral Odin’in kulağına gider ve Odin ceza olarak oğlunu güçlerinden mahrum bırakıp dünyaya sürgüne yollar. Genç savaşçı Thor’u dünyaya düştüğünde bölgede araştırma yapan astrofizikçi Jane Foster ve arkadaşları bulacaktır. Thor gücünün kaynağı çekicine ulaşmaya ve Asgard’a geri dönmeye çalışırken kardeşi Loki ise kendi hayatıyla ilgili büyük bir sırrı öğrenecek, kalbinde biriken hırs ve nefret Asgard’ın sonunu getirecek olaylara kapı açacaktır.
Kuzey tanrısı Thor’un sinemaya uyarlanması 2001 yılından beri tartışılan bir konuydu. Hayranları on yıllık bekleyişin ardından istedikleri filme ulaştılar mı bilinmez ama ben bir Thor hayranı olsaydım bu filmle hiçbir duygusal bağ kuramazdım, o kesin. Benim Thor’u seyrederken keyif almamın sebebi beklentilerimi ilk on beş dakikada düşürmem ve iyi bir Marvel uyarlaması değil de 1987’ın Masters of the Universe filminin bir remake’ini izliyormuş gibi olaya yaklaşmamdan ötürüydü. Seksenlerin o düşük bütçeli fantastik filmlerine nostaljik bir bağınız varsa Thor’un senaryosu sizi eğlendirebilir, aksi takdirde seyreden için de oynayan için de yazık denecek cinsten diyaloglara mahkumsunuz (Hele ki sakın benim gibi iki saat Dragon Age oynadıktan sonra daha oyun zihninizde sıcakken filme başlamayın, hüzünlerde boğulursunuz).
Şimdi (bütçesiyle değilse bile zihniyetiyle ucuz) bir fantastik film izliyormuş gibi olaya yaklaşalım. Chris Hemsworth’un İskandinav imajı role kesinlikle yakışmış, barbar kral imajıyla ortalığı kırıp dökmesi eğlenceli olmuş, Natalie Portman’ın iki kere kamyonu ile Hemsworth’a çarpması da güldürmedi değil. Belki bunları düşündüğümüzde filmin Masters of the Universe ile Hercules in New York (1969) melezi bir deneme olduğunu bile söyleyebiliriz. Tabii bu filmlerden farklı olarak Thor’un bütçesi asla azımsanacak ölçüde değil (150 milyon dolar). Bu rakamı görünce insan epik savaşlar, dağ boyutunda hasımlar bekliyor doğal olarak. Halbuki aksiyon konusunda mütevazi bir filmle karşı karşıyayız. Odin’in buz devleri ile savaşını görüyoruz biraz, ardından filmin son yarım saatinde bir miktar ciddi çatışmayla karşılaşıyoruz. Bunların dışında dünyaya düşen altın saçlı tanrımız ile Natalie Portman’ın flörtleşmeleri ve taht odalarında geçen zayıf diyaloglar zamanımızın büyük çoğunluğunu alıyor. Kötü mü? Dediğim gibi seyrettiğiniz filmi çok ciddiye almıyorsanız hiç de değil.
Kadromuz da doğal olarak çok iyi ve orta karar oyunculardan bir güzelleme oluşturuyor. Jane Foster rolünde Natalie Portman ve Odin rolünde Anthony Hopkins tabii ki filmin altın vuruşları. Bunun dışında Kraliçe Frigga’yı Rene Russo canlandırıyor. Benim için hoş bir sürpriz ise Thor’un arkadaşlarını oluşturan Warriors Three grubundan savaşçı Volstagg’ı Ray Stevenson’ın canlandırması oldu. Kendisi 2008’de Punisher: War Zone’da Frank Castle’a hayat vermişti, şimdi ise bir oturuşta üç yabandomuzu yiyebilecek dev bir savaşçıya dönüşüvermiş. Kadroyu önceden incelemesem hayatta Stevenson’u tanımazdım.
Loki rolündeki Tom Hiddleston’un başarısı da tartışılmaz. Başlangıçta kendisinin Thor’u canlandırması düşünülürken yönetmen Kenneth Branagh, yeteneğini daha rahat dışa vuracağı iddiasıyla Loki’yi Hiddleston’un emanetine bırakmış. Bu kadar çocuksu bir senaryoda gene de Loki’ye dramatik bir ağırlık vermeyi başarabilmesi Hiddleston’un kalitesini kanıtlar nitelikte. Sonuçta kendisine Avengers’ta da, Thor’un devam filmi Dark Worlds’te de sağlam yerler edinmesi boşuna değil. Son olarak, İrlandalı yönetmen Kenneth Branagh’ın filmografisine baktığımızda, Thor’un çok alışılmadık bir yerde durduğunu söyleyebiliriz. Shakespeare uyarlamaları ile dünyaca ünlenmiş bir aktör/yönetmen için süperkahraman sineması hayli radikal bir karar. Açıkçası dört saatlik Hamlet (1996) uyarlaması ile Oscar adaylığı kazanmış bir yönetmenin böylesine zayıf bir senaryoyu içi sızlamadan nasıl çektiği de ayrı bir merak konusu.
Thor hakkında daha söylenebilecek çok şey var ama temel mesajları aldınız. Eğlenmek, küçük Marvel referansları yakalayarak keyiflenmek için Thor’u seyredebilirsiniz, 80’lerin kötü filmlerinin nostaljisini almak için de seyredebilirsiniz. Ya da benim gibi Avengers’ı seyretmediyseniz zorunluluktan da Thor’a iki saat verebilirsiniz. En azından sıkılmayacağınızı garantileyebilirim. Gene de Thor gerek gişe gerekse popüler kültürde hakettiğinin üstünde övgü kazanmış bir film, bende çizgiromanı okumak için bir istek yaratmadı kimsede de yarattığını sanmıyorum. Gene de ne blockbusterlar pişmanlık yarattı, Thor’a mı nefret kusacağım demek istiyorum.
Mühim not: Her şeyi geçtim daha Captain America’yı seyretmem gerek. Çilem bitmiyor.