Çocukların, oyunları ve oyuncaklarıyla yaptıkları şeylerin temelinde, büyüklerin dünyasını taklit etme vardır. Küçüklerin dünyasında oyuncak arabalar, bebekler, evler vs objeler hayal gücü ile birleştirilip büyüklerin dünyasından çok daha renkli şekillerde hayat bulur. Oyuncak bebekler konuşturulur, kahraman figürleriyle maceralara koşulur, arabalar hız sınırları zorlanarak kovalamacalara sokulur. İşte bu oyuncaklar bir dönem Türkiye’de de gösterilen Thunderbirds dizisinde türlü çeşit maketler ve minik setler içinde canlanıyor, gerçek dizi ve filmlerdekilerden nerdeyse farksız aksiyonlara girişiyorlardı. Thunderbirds, “gerçeği taklit etmeye çalışan oyuncaklar” anlatımıyla çocuk dünyasını yansıtıyor, sanki bir çocuğun oyuncaklarıyla yaptığı kurguları görselleştirmiş oluyordu.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kirisci
Kukla dizilerinin ilki Thunderbirds değildi ama en çok bilinen yapım o olmuştu. Dünyaca ünlü bu kukla dizilerinin arkasındaki isim ise Gerry Anderson’dı. Anderson başta kuklalara veya kuklalarla çekilen dizilere ilgi duymuyordu, o sıralarda “Ben-Hur gibi filmler çekmenin hayalini” kurmaktaydı. Ama gerçekler bu hayallerden çok uzaktı ve bir şekilde para kazanması gerekiyordu. “Twizzle’ın Maceraları” adlı bir çocuk öyküsü yazmış olan Roberta Leigh ile yolları kesişen Anderson, bu diziyi çekmeyi kabul etti ve kuklalarla olan macerası da başlamış oldu.
The Adventures of Twizzle (1957)
Bu erken dönem kukla dizisi ilginç ayrıntılar barındırır. Bir oyuncak dükkanında başlayan öyküde, oyuncaklar aynı Toy Story’de olduğu gibi birbirleriyle iletişim halindedirler. Ama oyuncaklar dışındaki insan karakterler de kukladır ve görünüş olarak birbirlerinden hiç de farklı değildirler. Bu ilk örnekte, kuklaları yöneten teller de açık şekilde görülürler.
Twizzle, kolları ve bacakları uzayabilen bir oyuncak bebektir. Yaşadığı maceralarda bu özelliğini kullanarak zor durumlardan kurtulur veya ihtiyacı olanlara yardım eder. The Adventures of Twizzle, 52 bölüm olarak hazırlanmıştı ama günümüze yalnızca ilk bölümü ulaşabilmiştir.
Torchy the Battery Boy (1958)
Bumbeldrop adlı yaşlı bir mucit, köpeği Pompom ile birlikte yaşamaktadır. Bir gün bahçesinde oynayan çocuklardan birinin uçurtmasına tutunan Pompom, şiddetli rüzgara kapılınca uçurtmayla birlikte uçar gider. Köpeğinin de yalnız bıraktığı Bumbeldrop bir oyuncak çocuk yaparak yalnızlığına son vermek ister. Kafasında sihirli bir lamba bulunan Torchy böylece hayata gelir ve uyanır uyanmaz bilinçli bir şekilde konuşmaya başlar.
Oldukça korkutucu bir yüze sahip olan Torchy’nin eğer seslendirmesi değiştirilse, kuklalarla ilgili korku filmlerinin ilk örneklerinden biri sayılabilirdi. Torchy’nin kafasındaki lambanın olağanüstü özelliği çok uzakları veya cisimlerin arkalarını da gösterebilmesidir. Bir gece gökyüzünü tarayan Torchy, Pompom’un uçarak bir yıldıza gitmiş olduğunu görür. Bumbledrop’un kısa sürede yaptığı bir roketle Pompom’u kurtarmaya gider. Torchy, tüm dünyadaki kaybolan oyuncakların toplandığı bu “yıldız”da iyi ve kötü oyuncakların maceralarına katılır.
Four Feather Falls (1960)
Four Feather Falls, Anderson’un tamamen kendi yapımcılığında gerçekleştirdiği bir western kukla dizisiydi. Tex adlı bir kovboy çölde aç ve susuz kalmış bir Kızılderili çocuğa yardım eder. Ama ikisi de su ve yiyecek bulamayıp ölmek üzereyken çocuğun olağanüstü güçleri olan dedesi tarafından kurtarılırlar. Kızılderili, Tex’e dört tane sihirli kuş tüyü verir. Bu tüyler onun atıyla ve köpeğiyle konuşabilmesini ve de silahlarını elini bile sürmeden kullanabilmesini sağlar. Kızılderili dedenin susuzluklarını gidersin diye bir de şelale yaratması üzerine bu çevrede kurulan kasabaya Four Feather Falls adı verilir. Tex de yeni güçleriyle kasabanın şerifi olur ve kötülere karşı savaşır.
Kovboy filmlerinin çocuklar tarafından da çok sevilmesi üzerine hazırlanmış olan Four Feather Falls’ta kuklaların bağlı olduğu tellerde bir değişikliğe gidilmişti. Bu teller öncekilere göre çok daha ince yapılmış ve görünürlüklerini kısıtlamak için siyaha boyanmıştı. Böylece, siyah-beyaz yayınlanan bu dizilerde teller yine de görülebilmesine rağmen çok daha az dikkat çekiyordu. Bazı kuklaların korkutuculuğu ise devam eder.
Kuklalar birebir benzerlikten öte çoğu çizgi filmdeki gibi karakterleri deforme formlarda sunmak üzere yapılır. Karakter özelliklerini belirtmek üzere de bu deformasyonlar kullanılır. Ama küçük bir çocuğun sevimli olarak gösterilmesi gerekirken korkutucu bir yüze sahip olması günümüzden bakınca garip geliyor. Ama 70 yıl öncesinde bu türden bir çirkinlik herhalde çok da şikayet edilecek bir durum değildi. Kuklaların başlarının vücutlarına göre çok daha büyük olması da bu görüntüde etkiliydi. Ama bu estetik bir seçim değil bir zorunluluktu.
Four Feather Falls, kukla dizileri için önemli ilkleri barındıran bir yapımdı. Gerry Anderson’un sonradan “supermarionation” adını vereceği kukla oynatma tekniği ilk kez bu dizide kullanıldı. Daha önceki yapımlarda kuklaların kafaları hep sabitti, yani ne gözleri ne ağızları hareket ediyordu. Karakterler konuşacağı zaman kafanın tümüne hareket verilerek konuşma efekti yaratılıyordu. (Torchy’de çeneler ayrı bir parça olarak kafaya eklenmiştir ve ayrı bir telle hareket ettirilir.) Four Feather Falls’ta ise kuklaların gözleri de hareketliydi, ağızları da konuşmalara senkron bir şekilde açılıp kapanabiliyordu. Konuşma sırasında kuklanın başı içine yerleştirilmiş aksama elektrik verilerek ağzın açılıp kapanması sağlanıyordu. Fakat kuklanın kafasına yerleştirilen bu sistem o zamanın teknolojisiyle fazla büyük olduğundan kuklaların kafası da büyük olmak zorundaydı. Kafaya uygun oranda vücutlar ise kukla oynatıcılarının rahatça hareket ettirebileceğinden çok daha ağırdı.
Supercar (1961)
Supercar hem karada hem havada hem de denizaltında gidebilen bir araçtır. Başkarakter Mike Mercury bu aracı kullanarak çeşitli maceralar yaşar. Supercar, Gerry Anderson’un kukla dizilerinde bundan sonra hep uygulayacağı bazı kanunları koymuş bir yapımdı. Supermarionation tekniği tüm karakterler için kullanılıyordu ve adını da bu yapım sırasında almıştır. Dizideki en önemli ayrıntı ise araçlardır.
Gerry Anderson kukla dizilerinde, hep bir önceki yapımından daha gerçekçi kuklalar ve daha gerçekçi ortamlar oluşturmaya gayret etmiştir hatta buna adanmıştır bile denebilir. İşi gerçek oyuncularla kuklaları birleştiren yapımlar ortaya çıkarmaya kadar götürmüştü. Bir kukla dizisinde kuklaların kukla olduğunu unutacağımız yapımlar gerçekleştirmek ana amaçlarından biriydi. Buna karşın kuklaları gerçekçi yürütmek bile nerdeyse imkansızdı. (Örneğin Four Feather Falls bir western dizisi olmasından dolayı atlar önemli bir öğeydi ama bir insanı düzgün yürütemezken atı yürütüp koşturmak zaten olanaksızdı. Bu yüzden atlar koşarken veya yürürken ayakları hiç gösterilmez.) Gerry Anderson bu zorluktan kurtulmak için kuklaları araçlara yerleştirme ve böylece genelde oturur pozisyonda kullanma fikrini geliştirdi. Supercar daha sonra bu yöntemin bolca kullanılacağı ilk yapım oldu.
Teknolojik araçların, bulundukları yeraltı hangarında durması, tepedeki kapakların açılması ve aracın egzozundan ateşler çıkararak fırlatılması gibi özellikler de ilk Supercar’da kullanılmıştır. Supercar’ın sevilmesini sağlayan ana etmen supermarionation uygulamasından başka dizideki araçtan kaynaklanıyordu. Çocuklar hem karada hem havada ve denizde ilerleyebilen Supercar’ı sevmişlerdi. Gerry Anderson Supercar’dan başlamak üzere, yapımlarında kullandığı araç ve kuklaların oyuncak ve çizgi roman haklarını da satmaya başladı.
Supercar’ın bir diğer özelliği de her bölümün uzunluğunun 25 dakikaya çıkmış olmasıdır. Önceki Anderson dizileri 10-15 dakikalık bölümlerden oluşuyordu.
Fireball XL5 (1962)
Supercar’ın başarısı Anderson’ın ilerleyeceği yolu da belirlemişti. Bir sonraki yapımı olan Fireball XL5 2062 yılında geçen bir bilimkurguydu. Dünyayı uzaylı saldırılarından ve diğer tehlikelerden korumak üzere kurulmuş olan “Uzay Polisi” araçlarından biri olan XL5, pilotu Steve Zodiac ve ekibinin maceralarından oluşuyordu. Bilimkurgu bundan böyle Anderson’ın kukla dizilerinin devamlı türü olacaktı. Çünkü kuklaların sınırlı gerçekçiliğini göz ardı edecek araç gereçler ve uzaylı yaratıklar kukla konseptine daha uygundu. Çoğunlukla uzayda ve farklı gezegenlerde geçen öykülerde karakterler de yine çoğunlukla araçlarında bulunuyorlardı. (Endişe verici durumlara gülümseyen bir yüzle tepki vermek zorunda kalan karakterler görmek ise hala korkutucu düzeydeydi.)
XL5 aracı bir roketi andırır ve iki kısımdan oluşur. Öndeki pilot bölümü ve arkada kalan laboratuvar, ateşleme roketleri gibi kısımlardan oluşan arka bölüm. XL5 görece dev bir araçtır ve dünyadaki üssünden fırlatılırken önce hızlanıp 45 derece yukarıya kalkan raylardan fırlar. Bu dizinin de pek çok oyuncağı, XL5 modelleri ve dizi bittikten sonra bile birkaç yıl çıkarılmaya devam eden çizgi roman yayınları oldu.
Stingray (1964)
Gerry Anderson’un ilk renkli kukla dizisi Stingray’dir. Bu kez ana araç Stingray, Supercar’ı andıran bir denizaltıdır. Olaylar 2065 yılında geçer. Stingray, Titanica adlı bir denizaltı uygarlığının saldırılarına karşı savaşır durur.
Stingray’de başroldeki kukla karakterler James Garner, Brigitte Bardot ve Lawrence Olivier gibi oyuncular model alınarak yapılmıştı. Anderson’un her yapımı gibi bu dizi de öncellerinden daha başarılı çevre düzenlemeleri ve özel efektler barındırıyordu. Özellikle çarpışma ve patlama sahneleri oldukça gerçekçiydi. Mini havuzlarda gerçekleştirilen bu sahneler gerçek bir okyanusta çekilmiş izlenimini verebiliyordu. Sualtı sahneleri kuru zeminde çekiliyor, kamera önüne konan akvaryumlar sayesinde kukla ve araçların sualtında olduğu izlenimi yaratılıyordu.
Önceki dizilerde karakterlerin sabit yüz şekilleri yüzünden farklı duygu durumlarına ayak uyduramamaları sorunu bu dizide çözülmüştür. Özellikle bir önceki yapım olan Fireball XL5’te doruğa çıkan ve izleyende korkutucu-gülünç arasında gidip gelen izlenimler oluşturan bu zıtlıklara Stingray’de son verilmiştir. Ana karakterler için farklı duygu durumlarını aktarabilecek birden fazla baş hazırlanmış ve bunlar sahnelere göre değiştirilerek kullanılmıştır.
Stingray’in bir farkı da öyküsündeki romantik ilişkilerden gelir. Ana karakterler arasında bir aşk üçgeni oluşturulmuş ve maceralar arasında bu üçgenin neden olduğu gerilimlerden yararlanılmıştır. Bir anlamda Anderson’un kukla dizileri artık yalnızca çocuklara değil, büyüklerin de ilgisini çekebilecek bir düzeyi hedefler olmuştu.
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
Thunderbirds (1965)
Gerry Anderson’un nerdeyse dünyanın her yerinde yayınlanmış ve en çok bilinen çalışması Thunderbirds oldu. Karakter sayısının ve araçların arttığı bu yapımda bir değil beş farklı ana araç vardı. Daha etkili görsel efektler ve farklı araçlar için gerekli farklı set ve özel efekt çalışmaları işi daha karmaşık ve zorlu bir hale getirmişti. İşi yetiştirmek üzere toplamda 250 kişilik iki farklı ekip aynı anda çalışıyordu. Anderson, büyüyen izleyici kitlelerine büyükleri de ekleme hedefine ulaşmak için öyküde büyüklere özgü anlatımlar kullandı. Dizinin daha ciddiye alınır hale gelmesini sağlayan bir gelişme de süresiyle ilgili oldu. 25 dakika olarak hazırlanan pilot bölümünün çok beğenilmesi dizinin bütçesinin ve süresinin artmasını sağladı. Thunderbirds ilk yayınlandığında 50 dakikalık bir diziydi. Daha sonraki gösterimlerinde 25 dakikalık versiyonları da hazırlanmıştır. Yine karakterlerin farklı duygu durumları için farklı kafalar kullanma yöntemi her karakter için beş farklı baş hazırlanarak giderilmeye çalışılıyordu.
Kuklaları hareket ettiren tellerin gözükmesi sorunu bu dizide tamamen çözülmüş gibidir. Çok çok az sayıdaki çekimlerde beli belirsiz fark edilebilirler. Kuklaların kukla olduğunu unutturacak en önemli ayrıntı tellerdi. Siyah beyaz yapımlarda teller siyaha boyanarak görünmelerine engel olunuyordu ama bu yetersizdi. Renkli çekimlere geçilince ise her çekimde telleri arka plan renklerine boyayarak görünmezlikleri sağlanmaya çalışıldı. Tabi bu bazen bir telin birden çok renge boyanmasını ve bu işlemin milimetrik bir dikkatle yapılmasını gerektiriyordu.
Thunderbirds’ün çok sevilmesinin asıl nedeni ise kuklalar değil, barındırdığı türlü çeşit “oyuncaklar”dı. Dizinin 5 Thunderbird aracı; roket uçak, kurbağayı andıran nakliye uçağı, Soyuz füzesinden esinlenen bir başka jet, Stingray’i andıran denizaltı ve bir uzay istasyonundan oluşuyordu. Varlıklı bir eski astronot olan Jeff Tracy’nin kurduğu “Uluslararası Kurtarma” örgütüne ait bu araçları bizzat Tracy’nin oğulları kullanıyordu. Thunderbirds araçlarından başka sayısız uçaklar, jetler, arabalar, iş makineleri, futuristik araçlar, tanklar, gemiler ve bu araçların katıldığı aksiyonlar çok başarılıydı. Hızla ilerliyor, devriliyor, çarpışıyor, patlıyor ve bir çocuğun oyuncaklarıyla canlandırdığı her macerayı gerçekçi toz duman, ateş ve patlamalarla, yine her çocuğun rüyası olacak minik setlerdeki evler, yapılar, yollar, ağaçlar, dağ, tepe, deniz ve çöl gibi ortamlarda sunuyordu.
Dizideki karakterler yine ünlü kişiler model alınarak yapılmıştı; Sean Connery, Anthony Perkins, Charlton Heston ve Lorne Greene gibi… Thunderbirds oldukça pahalı bir yapımdı ve dünyanın pek çok ülkesine satılmış olmasına rağmen o yıllarda Anderson’un asıl girmek istediği Amerikan pazarına kapağı atamamıştı ve ikinci sezon sonunda bitirildi. (90’lı yıllarda yeniden gösterilmeye başlandığında ise tekrar dünya televizyonlarının gözdesi çocuk yapımlarından biri oldu.) Anderson Amerikalı televizyoncuların ilgisini çekeceğini düşündüğü bir proje yapmaya yöneldi ve ortaya “Captain Scarlet” çıktı.[/box]
Captain Scarlet and the Mysterons (1967)
Gerry Anderosn’un gerçekçiliği zorladığı yapım Captain Scarlet oldu. Yine 2060’larda geçen öyküdeki kuklalar önceki yapımlardan çok farklıydı. Başların büyüklüğü artık normalden fazla değil, vücutla tam orantılıydı. Bunu teknolojideki gelişmelerle birlikte ağızları oynatan elektrikli aksamın baş yerine vücut içine yerleştirilmesi sağlamıştı.
Captain Scarlett’teki kuklalar aynı Barbie bebeklere benzerler. Barbie’ler Ken’ler ekranı doldurmuş gibidir, yüzlerin karakteristikleri bile nerdeyse birbirlerinin aynı gibidir. Fakat bu hep yakışıklı ve güzel yüzlerdeki donukluk, moda dergilerine poz veren modellerin yüzlerini andırıyor ve karakterlere soğuk bir ifade veriyordu. Daha önceki dizilerdeki kuklaların, tüm eksikleri ve bazılarının çarpıklıklarına rağmen karikatürize edilmiş abartılı yüz ifadeleri ve normalden büyük kafaları karakterlerini sevdiren asıl özelliklerinden biriydi. Captain Scarlet kuklaları insana en benzer olanlardır ve bazı çekimlerde gerçek bir yüzden ayırt etmek gerçekten zordur. Ama bu anlamdaki başarı, karakterleri benimseme noktasında pek de işe yaramıyordu.
Dizinin asıl başarısı ise çekimlerinden, çevre tasarımlarından ve efektlerinden geliyordu. Bu dizi Thunderbirds’ü kat be kat aşan bir özel efekt çalışması içerir. Mekanların ve aksiyonların gerçekçiliği hayret vericidir. Yıldan yıla gelişen görüntü kalitesi de hemen kendini belli eder. Gerry Anderson’un tüm kukla dizilerinin özel efekt ekibinin başında olan ve araçları da tasarlayan Derek Meddings, bu yapımların gizli kahramanıdır.
Mysterons diye anılan Marslı uzaylılara karşı savaşan Captain Scarlet’ta öykü artık çocuk öyküsü olmaktan çıkmıştı. Çok daha şiddet dolu ve karanlık anlatımlar söz konusuydu. Hatta bazı sahnelerde çok küçük yaştaki çocukların korkması bile muhtemeldir. Bazıları kanlı olan silahlı çatışmalar ve ölümler görülebiliyordu. Dizinin jeneriği bile, az sonra bir kukla dizisi gösterileceğini bilmeyen birisi için korku-gerilim türüne ait bir film izleyeceği imajını verir.
Joe 90 (1968)
Joe 90, Captain Scarlet’in izinden giderek gerçekçi kukla karakterler kullanan bir bilimkurgu-casusluk dizisiydi. Captain Scarlet’teki kuklaların çoğu bu yapımda doğrudan kullanılmış, Joe 90 için çok fazla yeni kukla üretilmemiştir. Ama Captain Scarlet’teki karanlık yönler azaltılmıştı. Bu kez öykü yüz yıl sonra değil 2000’li yılların başında geçer. 9 yaşındaki bir çocuğa babasının bir deneyle çeşitli güçler yüklemesi ve tehlikeli görevlerde kullanmasını anlatan bu kukla dizisi, aksiyonu 60’lı yılların James Bond filmleri düzeyinde kullanıyordu. Yine çok başarılı çevre düzenlemeleri ve efektleriyle Joe 90 seyirciye bir “çocuk James Bond” sunuyordu. Bir çocuğun bu şekilde kullanılmasını rahatsız edici bulanlar da yok değildi.
Gerry Anderson’un 60’lı yıllarda yapılmış bilimkurgu kukla dizileri ağırlıklı olarak Soğuk Savaş’ın etkilerini taşırlar. Başroldeki kahramanlar şeytani düşmanlarını alt ederken aslında iki blok halindeki dünyanın bir tarafına zafer getirmiş olurlar. Joe 90 casusluk öyküsüyle bu anlatımlardaki gerçekliğe en çok yaklaşmış olandı. Joe 90’daki garip bir ayrıntı da kukla tellerinin pek çok çekimde görünür olmasıdır. Bunun bir hatadan daha çok yapımdaki kısıtlamalar nedeniyle tel boyama zamanından kazanmak için verilmiş bir taviz olması daha olağandır.
The Secret Service (1969)
Secret Service bütün olarak bir kukla dizisi değildir. Bazı gerçek oyuncu ve mekan çekimlerinin kukla çekimleriyle birleştirildiği bir karma yapımdır. Karakterler yine gerçekçi kuklalar olmakla birlikte bazı -özellikle uzak ve arkadan- çekimlerde gerçek oyuncular kullanılıyordu. Kötü emeller peşindeki terörist gruplara karşı bir papaz kılığına bürünmüş olan gizli ajan Unwin’in komedi soslu maceralarından oluşan bu dizi, Gerry Anderson’un uzun süre boyunca son kukla dizisi oldu. 13 bölüm sonunda bitirilen dizi önceki Anderson dizilerinin başarısına asla ulaşamamıştı. Gerçek araç ve mekanlardan sonra birden kukla oyuncular görmek seyircide yabancılaşma yaratıyor ve öykünün takibi iyice garip bir hal alıyordu.
Gerry Anderson kuklaları gerçekçi yapabilmek için 10 yıl boyunca uğraştıktan sonra kukla ve gerçek oyuncuları birleştirdiği bir yapıma ulaşmış ama bu deneme fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Anderson, Secret Service’ten sonra kukla dizilerini terk etti ve tamamen gerçek oyuncularla UFO ve Space 1999 gibi diziler yaptı. Kuklaları zamanın teknolojisiyle tamamen gerçekçi kılmak ve kukla olduklarını unutturmak imkansızdı ve Anderson da bu imkansızı başarmaya boşuna uğraşıp duruyordu ve sonunda bundan vazgeçmişti. Kukla dizilerinin artık eski popülerliğini yitirmesi ve son dönem yaptığı kukla dizilerinin Thunderbirds düzeyine erişememesi de bunda etkiliydi. Buna rağmen 80’li ve 90’lı yıllarda bu diziler yeniden keşfedildi ve dünya televizyonlarında tekrar gösterilerek sonraki jenerasyonu da kuklalarla tanıştırdı. Gerry Anderson ise son yaptığı kukla dizisinden 14 yıl sonra kuklalara geri döndü ve başyapıtı sayılabilecek olan Terrahawks’ı gerçekleştirdi.
Terrahawks (1983)
Anderson’un son kukla dizisi olan Terrahawks’da, Guk gezegeninde yaşayan bir ırkın geliştirdiği robotlar, onların yerini almışlardır ve başka dünyaları ele geçirmeye karar vermişlerdir. Bu robotlar onları yapanlar gibi çok yaşlı insanlar gibi görünürler (ama robot olduklarını belli eden hiçbir şey göremezsiniz.) Bu dizide kuklaların başları tekrar büyümüştür ve gerçekçilikleri çok önem taşımaz. Anderson’un bu konuda köklerine döndüğü yapımdır denebilir. Terrahawks telli kuklalarla değil, el kuklalarıyla yapılmış bir diziydi. Anderson, diğer komplike kukla hareketlerinin de gerçekleştirildiği bu yönteme bu kez “supermacromation” adını verdi.
Terrahawks’ta yine gizli bölmelerinden çıkan jetler bulunur ve bunlar uzaylıların dünyaya saldırttığı yaratıklar vs ile çarpışırlar. Dizide Captan Scarlet’taki gibi gerginlik yaratan sahneler ve bölümler vardı ama Captain Scarlet’tan farklı olarak karakterlerin daha derinlikli işlenmesi söz konusuydu. Dizide en güzel ayrıntılardan biri olan top şeklindeki asker robotlarda bile bu özellikler bir arada görülür. Sevimli görünümlü bu robotlar dizide seyirciyi gülümsetir ama bazı çarpışmalarda parçalanıp yok olurlar. Bunlar başkarakterlerin sorumsuzluğu, acımasızlığı veya görevin zorunluluğundan dolayı gerçekleşir. Bu tip anlatımlar kesinlikle çocuk dünyasına ait değildi. İnsan karakterlerin de her birinin kendi insani zaafları ve kaygıları bölümler boyunca işleniyordu. Bu anlamda Terrahawks çocuklara uzay savaşları ve çeşitli araç gereçlerle hitap ederken diğer anlatımlarıyla büyüklere de sesleniyordu. Anderson’un Thunderbirds’ü, popülerliğinden ötürü en başarılı yapımı olarak gösterilir ama tüm Anderson kukla yapımları içinde karakterlerin karmaşıklığı ve dozunda komedinin, dehşet verici durum ve sahnelerle birleşimiyle, tam kötü olamayan kötüleri ve top şeklindeki “zeroid” askerleriyle en iyisi Terrahawks’tır denebilir.
Gerry Anderson Terrahawks’la kuklalara veda etti ve daha çok bu dizileri CGI animasyona uyarladığı yapımlara yöneldi. Çocuklara yönelik olarak başlayan ve tüm dünyada popülerlik kazandıktan sonra büyüklerin de dikkatinden kaçmayan kukla dizileri, oyun dünyasını ve oyuncakları bin bir emekle ekrana getirip seyircileri başka başka dünyalara taşıyarak eğlendirmeyi başarmışlardır.