Tony Arzenta (Big Guns / No Way Out, 1973) bizde Büyük Silah adıyla oynayan dönemin çok popüler bir Alain Delon filmi. İtalya-Fransa ortak yapımı olan filmin yönetmeni Una pistola per Ringo (Tabancalı Serseri, 1965), Il ritorno di Ringo (Tabancalı Serserinin İntikamı, 1965) ve Una farfalla con le ali insanguinate (The Bloodstained Butterfly, 1971) filmlerinden tanıdığımız Duccio Tessari. Film mafyadan ayrılmak isteyen kalifiye bir tetikçinin, Tony Arzenta’nın hikâyesini işliyor. Mafya babaları yaptıkları toplantıda çok şey bilen tetikçinin (güvercin vurmaktan bıkan avcı) örgütten ayrılmasına oy çokluğuyla karşı çıkıyorlar ve adamın infaz kararı imzalanıyor. Lakin Tony Arzenta’yı öldürelim derken ailesini havaya uçuruyorlar, bombalı saldırıdan tesadüf eseri kurtulan Arzenta da insan avına başlıyor.
Baştan söyleyeyim, Tony Arzenta öyle ahım şahım bir film değil ama gözünüzü bile kırpmadan seyrediyorsunuz, bunun üç sebebi var, ilki ve en önemlisi Alain Delon’un sizi esir alan aurası. Giyim-kuşamı, hâl ve tavırlarıyla çok az şey söyleyerek oynadığı büyük oyunlardan biri burada. Karakterinin acısını, öfkesini, iyi niyetini, hayal kırıklıklarını ve karanlık yönünü sadece jest ve mimikleriyle yansıtmayı başarıyor. Ağzından lüzumsuz tek bir cümle bile çıktığını duymuyorsunuz, bu bakımdan Tony Arzenta’nın Jean-Pierre Melville klasiği Kiralık Katil’i (Le samouraï, 1967) anımsattığı yerler var. Alain Delon bir kez daha işinde usta soğukkanlı bir tetikçiyi başarıyla canlandırıyor, üstelik tek bir abartılı oyun vermeden.
Franco Verucci’nin hikâyesinden yola çıkarak senaryoyu yazan üç isim var: Ugo Liberatore, Franco Verucci ve Roberto Gandus. Filmi ilgi çekici kılan ikinci özellik, senaryosu. 1973 tarihli Büyük Silah, Jason Bourne filmleri gibi ülkeden ülkeye, şehirden şehre geçerek ve hemen hepsinde bir aksiyon yaratarak tempoyu diri tutuyor; Paris, Roma, Kopenhag, Milano ve Sicilya’da (Donnalucata) geçen sahneleri olan 50 yıllık bir filmden bahsediyoruz. Olay silsilesi hızlı ilerliyor, dramatik gövde daha çok Tony Arzenta’nın yer almadığı sahnelerde (infaz kararı, ihanet önerisi vs.) inşa ediliyor. Her sahnenin bir anlamı var (filmin Carlo’nun doğum günü sahnesiyle açılması tesadüf değil), gerginlik ayyuka çıktıktan sonra her zaman aracılar (middleman) olduğunu görüyoruz, çeşitli durumlarda iletişimin nasıl sağlandığına dair (Sandra, Domenico, Dennino, Don Mariano vs.) pek fazla soru işareti doğmuyor.
Öykünün birbiriyle bağlantılı sahneleri belirli bir mantık çerçevesinde ilerliyor. Bir takip sahnesiyle (Luigino), muhbir vasıtasıyla (Sandra, fahişe) ya da işkenceyle alınan bilgiler sonucunda (Domenico) bir sonraki aşamaya geçildiğini görüyoruz. Tony’ye kurulan tuzak bile ustaca tasarlanmış, “Nereden çıktı bu?” demiyorsunuz.
The Big Heat (Ölüm Korkusu, 1953) ve The Godfather (Baba, 1972) gibi önemli gangster filmlerine atıfta bulunan senaristler dur durak bilmeyen bir aksiyon çizelgesini filme ustaca yedirmişler. Mezarlık sahnesinden itibaren gerilim sürekli tırmanıyor, ortalığın durulduğunu sandığımız anda ise son vuruşu yapıp hepimizi ters köşeye yatırıyorlar. Avrupa suç sineması (Euro-crime) geleneği içinde bu kadar etkileyici bir finale sahip olan film azdır. Bence filmi kendi türü içinde kıymetli kılan en önemli özelliklerden biri finali.
Cinayet mekânları (kilise, sauna/spa merkezi, tren kompartımanı, mimarisi bir tuhaf evler/oteller, mezarlık, meydan vs.) çok iyi seçilmiş ama tüm bunları bu şekilde bir araya getiren bir yönetmen olmasaydı Tony Arzenta’yı konuşmuyor olurduk. Daha sonra Alain Delon’lu Zorro’yu (1975) da yönetecek olan Duccio Tessari, Tony Arzenta’da harika bir iş çıkarmış. Gelelim onun filmi özel kılan yönetmenliğine…
Klasik bir 70’li yıllar Euro-crime senaryosu kısa ve sadedir. Mesela senaryoda şöyle ifade geçer: “Tony tren kompartımanında düşmanı Carré’yi vurup öldürür”, bu ifadeyi sette ete kemiğe büründürmek yönetmene kalır. Tessari’nin yaratıcılığı işte böyle anlarda kendini belli ediyor. Evet, mafya babası Carré kompartımanda vurulup öldürüldü ama Tessari hemen sahneyi sinema tarihinin kolektif hafızasına kazıyan unutulmaz bir dokunuş yapıyor. Maktulün cansız gövdesi yarı beline kadar tren camından dışarı çıkıp aşağıya sarkıyor ve sonra alabildiğine vahşi bir sahne perdeye/ekrana geliyor. Trenden sarkmış hâlde olan beden tren yolu boyunca sabit duran nesnelere çarpıyor, ömür boyu unutamayacağınız resmen “gore” bir sahne.
Bu korku filmlerine has kanlı dokunuşa, araba hurdalığında Tony Arzenta’nın yardımcısı Domenico’ya yapılan işkence sahnesinde de rastlıyoruz. Kaynak makinesiyle kızgın hâle getirilen sacın altındaki zavallı adam Arzenta’nın yerini (Residence Europa, Oda 203) söylemek zorunda kalıyor, sonra dev kıskaçlar bedenini paramparça ederken merhumun kulakları sağır eden korkunç çığlıklarını işitiyoruz. Tessari alelade bir sahneyi ilginç kılacak bu gibi detayları bulmakta pek güçlük çekmiyor, Cutitta’nın ölümündeki akvaryum detayı mükemmel mesela.
Tony Arzenta filminin takip sahneleri acayip başarılı. Mesela, cenaze merasiminin ardından Tony’nin uğradığı suikast girişimini takip eden kovalamaca sahnesi nefes kesici. Bir sürü farklı yerde cereyan eden uzun ve sıkı bir takip sahnesi bu. Ama Tessari burada ilginç bir tercihle öne çıkıyor. Tony yardımcısıyla birlikte saldırganları bir kilisede sıkıştırmış olmasına rağmen Tessari bize saldırganların öldürüldüğü kısmı göstermemeyi tercih ediyor çünkü saldırganların cesetlerinin kilisenin rahibi tarafından bulunduğu sahnenin daha ikonik bir resim verme olasılığının farkında. Sinema işte böyle sahnelerde perdeye nüfuz ediyor. Interpol’ün/polisin Arzenta’nın çevresinde bir koruma halesi oluşturduğunu ima eden bir sahne var, ilk başta gereksiz gibi duruyor ama Tony’nin nasıl düşmanlarına yakalanmadığını veya niçin tutuklanmadığını aslında bu sahneden öğreniyoruz.
Duccio Tessari’nin Alain Delon’u kullanma şekline kısaca değinmek istiyorum. Tony’yi hemen her yönetmen gibi açılış sahnesinden itibaren iyi giyimli, şık ve karizmatik biri gibi sunuyor ama ne zaman ki Tony’nin hüznünü ve intikam hissiyle içten içe eriyişini göstermek istiyor, yakın planda Delon’un makyajsız çehresini kusurlarıyla göstermeyi yeğliyor (o tarihlerde hemen hemen hiçbir yönetmenin cesaret edemeyeceği bir şey). Bu açıdan bombalı saldırı sahnesi (pencere) ve mezarlık sahnesi (defin) kritik. Duccio Tessari bu sahnelerde Alain Delon’un içine hapsettiği o deli duyguları müthiş bir sadelikle kuşatmayı yeğliyor, tıpkı Melville’in yaptığı gibi. Ağlayan, yırtınan, çırpınan bir baba ve eş görmüyoruz, seçtiği hayatın (mesleğin) bedelini suskunlukla ödeyen ve o sırada bir sonraki hamlesini planlayan profesyonel bir katili seyrettiğimizi anlamamız çok sürmüyor.
Tessari lüzumsuz ara sahneleri aradan çıkarıyor, hızlı bir kurguya yöneliyor. Nick Gusto’dan “Grunwald’ın örgütüne yeni bir patron lazım” cümlesini işittikten sonra başka sahne görmüyoruz, üstünü usulca örtüp niyetini saklıyor Tessari, bu cümlenin anlamı finalde netleşiyor. Paris’teki mafya babaları buluşmasının son sözü Nick Gusto’nun (Richard Conte) oluyor, “Tony Arzenta arkadaşım. Ben onunla (örgütten ayrılmaması hususunu) konuşurum.” Bir sonraki sahne bombalama sahnesi oluyor. Şok etkisini katmerlemek isteyen Tessari bu konuşmayı bize göstermemeyi tercih ediyor, böylece masum eş Anna ile oğlu Carlo’nun beklenmedik ölümü seyircide soğuk duş etkisi yaratıyor. Tessari’yi işte böyle sahneler yüzünden seviyorum.
Mesela Rahip Don Mariano “Adaleti sağlamayı Tanrı’ya bırak. Şeytana uyup Tanrı yerine adaleti sağlamaya çalışma. Tanrı’nın gazabı da adaleti de seninkinden büyüktür.” dedikten sonraki sahnede -araya başka hiçbir replik girmeden- Tony Arzenta kendisine ateş eden tetikçilerin peşine düşüp onları kilisede gebertiyor!
Tony Arzenta (Big Guns / No Way Out, 1973), 1970’lerin en cool Alain Delon filmlerinden biri. Çatışma sahneleri biraz zayıf, lüzumsuz bir cinsellik ve kadına şiddet içeriyor, kabul ama yine de heyecan verici bir senaryo, hızlı bir kurgu, birbirinden ilginç karakter ve sahneler sizi ekrana kilitliyor. Sıkı bir Duccio Tessari aksiyonu, kaçırmayın derim ben.
Not
Tony Arzenta’nın Bırakın Yaşasınlar (1984) adıyla bir Cüneyt Arkın yeniden-çevrimi var, yönetmeni Melih Gülgen. Ana karakterin (Avcı Kemal) ailesini havaya uçurma, trendeki cinayet, otel sahnesi, kilisede bulunan ceset, akvaryum sahnesi gibi yerler Tony Arzenta’dan alınmış ama bu filmin bariz farklı olduğu noktalar çok, mesela Cüneyt Arkın’ın canlandırdığı karakter bir polis (The Big Heat’teki gibi). Bırakın Yaşasınlar’ın finalinde Sergio Leone’nin Batıda Kan Var’ından (Once Upon a Time in the West, 1968) esinlenen bir sahne var. Kovalamaca sahneleri ve final bloğu bambaşka. Ayrıca bir sahnesinde TV’de Lee Van Cleef’li Sabata’dan parçalar gösteren filmin müziklerini Ennio Morricone’nin Jean-Paul Belmondo klasiği Le Marginal’den (1983) almışlar. Ama kendi başına keyifli bir aksiyon, tavsiye ederim.