Arnold Schwarzenegger’ın 1990 yılında başrol oynadığı Total Recall filmi Paul Verhoeven’ın inişli çıkışlı kariyerinin en önemli, en profesyonel ve ne kadar gişeye dönük olarak yapılmış olsa da kült mertebesine en çok yakışan filmdir. Daha önce Robocop’la başarı sağlamış Verhoeven’ın ikinci büyük başarısı olan Total Recall ile yarattığı evren, kendisini bilim kurgu takipçileri arasında özel bir yere koydurmuştur.

Arnold’ın altın seneleri olan 80 sonu 90 başı işleri arasından sıyrılan Total Recall bilim kurgu sinemasının ilk gerçeklikten kopma, düş ve gerçeği karıştırma ya da kendi tabirimle “hangisi gerçek?” sorusunun ilk defa sorulduğu filmlerden biridir. “We Can Remember It For You Wholesale” adlı Philip K. Dick’in kısa hikayesinden uyarlanmış olması da senaryonun sürprizlere açık olduğunu anlatmaya yetiyor sanırım. Sharon Stone’u sinema sektörüne kazandıran film olmasından dolayı da ayrı bir sevgim vardır Total Recall’a karşı.

2084 yılında geçen hikayemizde insanlar uzaya açılmış, koloniler kurmuştur. Karakterimiz Douglas Quaid evden işe işten eve monoton bir hayat süren sıradan bir vatandaştır (ulan Sharon Stone’la evlisin daha ne istiyorsun?). Sürekli Mars’a gitmekle ilgili rüyalara dalar. Aynı böyle bir gün Rekall adlı bir şirket’in rüyaları gerçekleştirmek için beyine anı enjekte ettiğini öğrenir. Bu sahte anılar siz ne olmak istiyorsanız, nerede, ne yapmak istiyorsanız onu gerçekmiş gibi düşündürtmektedir. Bu işlemin bazı tehlikeleri olduğunu öğrense de Douglas macera arayışına gem vuramaz ve soluğu Rekall’un merkezinde alır.

İşlemin ilk dakikaları normal bir şekilde ilerlerken aniden Douglas bazı anılar görmeye ve kendisini peşinde bir örgütün olduğunu düşünmeye başlar ve doktorların elinden kurtulmaya çalışır. Doktorlar daha önceden anılarının silindiğini anlarlar ve işlemi geriye alıp Douglas’ın orada bulunduğuna dair hafızasındaki tüm bilgileri yok ederler.

Douglas her şeyden habersiz evine döner, ancak tüm arkadaşları ve hatta eşi o daha fazla Bir şey hatırlayamadan yok etmek için düşman kesilecektir. Karısını yakalayınca tüm hayatının ve evliliğinin yalan olduğunu, iki ay önce anılarının silinip yerine bu hayatının girildiğini öğrenir. Peşindekilerden kurtulmaya çalışırken kendisinin eski bir dostu olduğunu söyleyen bir kişi Douglas’ı arayıp ona bulması gereken bir çantanın yerini söyler. Ve böylece Mars’a uzanan macerası başlamış olur.Douglas Marsta kadim ırklarla, peşindeki düşmanlar ve eski dostlarla karşılaşacak, hem kendi hayatını kurtarmaya çalışırken hem de Marstaki vahşi kapitalist düzene karşı ayaklanmanın da öncüsü olacaktır. Ancak Douglas’a öyle oyunlar oynanacaktır ki bu yaşadıklarının gerçek mi yoksa düş mü olduğunu bilemeden film boyunca seyirci de kendiyle birlikte bir bilinmezin ortasında bulacaktır. İki yöne de tonlarca ipucu sunan film bizi kararsız olarak koltuklarımızdan kaldıracaktır. Bu yönüyle sonrasında çekilen The Matrix, eXistenZ, The Thirteenth Floor ve Vanilla Sky gibi filmlerin de öncüsü olmuştur.

Çekim zamanına göre en büyük bütçe ile çekilen film unvanını kazanan Total Recall 236 milyon dolarlık gişe ile de büyük başarı yakalamıştır. Üç dalda oscara aday olan yapım, özel efekt kategorisinde heykelciği kazanmıştır. Özellikle animatronik efektleri ile hala güzel görünen filmde birçok sahne beni mest etmiştir. Mesela metroda kaçarken xrayden geçilmesi ile silahların ortaya çıkması (günümüzde kullanılmaya başlanan bir teknoloji), hava alanında kadın kılığına giren Arnold’ın foyasının ortaya çıkması, kadim marslıların makyajları, hala unutamadığım çocukluk fantezim dört memeli fahişe… bu liste böyle uzar gider. Zaten sırf uçan tekme atan bir Sharon Stone görmek için bile seyredilebilir bu film.

Filmin başarısından sonra, Total Recall 2’da Philip K. Dick’in Minority Report’undan senaryolaştırılmıştır, hikaye yine aynı kahramanın etrafında yaratılmış ve ortaya orijinal hikayeden oldukça farklı bir senaryo çıkmıştır. Ancak ikinci film her ne kadar çekim aşamasına getirilemediyse de Steven Spielberg 2002 yılında çektiği Minority Report’la hikayeyi özüne döndürmeyi başarmıştır.

blank

Masis Üşenmez

1979 İstanbul doğumlu yazar ilk sinema deneyimini Superman ve Star Wars’la yaşayıp kendini çizgi roman ve bilim kurgu dünyasına atar. 2006 yılında "Öteki Sinema" kadrosuna katılır ve sitenin gelişiminde önemli rol üstlenir. Halen Öteki Sinema'da editörlük ve Cinedergi'de yazarlık yapmaktadır.

15 Comments Bir yanıt yazın

  1. değeri pek bilinmeyen, arnold’un adını görünce abinin o sıkıcı actionlarından biri sanılıp burun kıvrılan bir filmdir ne yazık ki…

    halbuki çekildiği dönem için pek çok yönden yenilikçi ve bugün çekilen -tüm o teknik imkan farkına rağmen- aynı türdeki filmlerden bi kaç gömlek üstün bir yapımdır.

    izleme olanığı olup da izlemeyen için kayıptır.

  2. Mars hakkında yoğunlaştığımız bilimsel keşif aşamalarında, bu filmden bahsetmek yerinde bir jest olmuş unutulmaz yapıt hakkında.

  3. philip k. dick, ruhsal çalkantılarını (hastalığını) eserlerine yönlendirebilmiş ender sanatçılarından biri. van gogh’un tablolarında görülen sarı dairelerin sanatçının hastalığının yansıması olmasından öte bir şey bu: şizofrenisinin yarattığı sanrılar sadece roman ve hikayelerinde basit bir tema olmanın ötesine geçmiş, özüne işlemiş -kendinden aşkınlaşarak hem de. gerçek konusunda yanılsama, gerçeğin şüphesi sadece ilginç bir kurgu olarak yer almaz onda; gerçeğin ne olduğu, gerçeği nasıl bilebileceğimiz konusunda felsefi bir soruşturmaya dönüşür -descartes’in kartezyen felsefesine giden yolu kateder. bu nedenle sadece bilim-kurgu türünün değil, bütün edebiyatın en kayda değer yazarlarından biridir bana göre. roman ve hikayelerinin sinemada bu kadar başarılı sonuçlar ortaya koyması da eserlerinin kuruluktan uzak zevkini ortaya koyuyor.

  4. pkd nin tuhaflığı zaten filmi seyrederken kendini son kertede hissettirmektedir, filmin en sonunda yahu şimdi bu gerçek miydi, hangisi gerçekti diye dağılıyor insan… birde pkd nin bahsi geçmişken, Blade Runner, The Minority Report, Impostor, Paycheck, Screamers ında yazarın hikayelerine dayandığından dem vurayım bari…

  5. Bu filmde benim unutamadığım sahnelerin arasında hologramların kullanılması geliyor. Doug’u önce halim selim karısıyla kahvaltı ederken görüyoruz. Arka plandaki duvarda boydan boya, hologram diyebileceğimiz bir doğa mazzarası, göl var. Sonra Doug kafası karışık bir şekilde eve gelince yine eşini görüyoruz. Tenis idnamı yapıyor. Hologram tenis hocası vuruşu kendisiyle eş zamanlı yapan öğrencisini “Eksiksiz form!” diyerek tebrik ediyor. Aynı eşin filmin ilerleyen sahnelerinde Rachel Ticotin’e uçan tekmeler savurmasını görmek ayrıca eğlenceli:)(long live girl fight!) Nedense müziklerini de hiç unutmamışımdır. Acaba bugün yeniden çekseler aynı tadı verir mi? Hiç sanmıyorum:)

  6. showtv, atv gibi kanalların on sene boyunca gece geç saatlerde yayınlayıp, üçüncü sınıf aksiyon filmi kategorisine soktuğu güzelim bilimkurgu filmlerinden sadece biri. arnold’un oynadığı the running man ve predator, verhoeven’in robocop’u da aynı muameleyi görmüştür.

  7. Yazinin fotograflari da harika!

    Yalniz soyle bir detay var, o 4 memeli Marsli kadin… ben cok cok cok eminim ki o kadinin 4 degil 3 memesi vardi filmde. Bu fotograf ya sonradan uzerinde oyananmis bir fotograf ya da filmde hem 4 memeli hem 3 memeli kadin kostumu kullanmislar, o sirada sette cekilmis bu fotograf falan filan..

  8. aynen. 3 memeliydi o kadın. eleman “keşke üç elim olsaydı” diyordu. hatta dvd’yi taktım baktım, üç taneymiş.

    hanımla çok sevdiğimiz bir filmdir, ki arada “two weeks” kısmının taklidini yaparız.

  9. Ben de 3 memeli diye biliyordum da resmi görünce şüpheye düşmüştüm hatta ekşisözlükte de yazdım bunu sitemize de link verdim bu yazıyı ziyaretçi rekoru kırdık o gün. Yani herşey yalan meme gerçek arkadaş.

  10. arkadaslar bu arada filmi Italyan posteri ne kadar karizma diyecektim. Tam o sirada bir de baktim posterin sol ust kosesinde Cecchi Gori yaziyor. Allah allah dedim ya bu bizim Imparator Fatih terim’le zamaninda ters dusen Fiorentina klup baskani Cecchi Gori mi yoksa?
    Baktim internetten, sahiden de oymus. Bizim FIorentina baskani Cecchi Gori megerse unlu bir film yapimcisiymis! Hatta 1994de Oscar kazanan Il Postino’nun da yapimcisiymis! Babasi da yapimciymis.

    2008’de iflas etmis, ve malesef hapisteymis su an. Otenazi ile olmek istedigini soylemis.. karanlik…

    arkadaslar su an poster’e bir daha baktim, bir de Silvio Berlusconi ismini goruyorum orda, enteresan.. altinda yazani okumak imkansiz gibi

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Idiocracy (2006)

İnsanoğlu korkutucu bir hızla aptallaşıyordu. En büyük akıllar ve kaynaklar,
blank

Resident Evil: Damnation (2012)

Denegeration ekibinden çıkma RE: Damnation tam da oyunun hayranlarını sevindirecek