Transformers: Revenge of the Fallen sinemalarda… Ama bir filmden ziyade şehrin ortasına kurulmuş kocaman bir lunapark gibi… Ben de dün gece içimdeki çocuk ve yanımdaki arkadaşlarıma dayanamayıp 20 kişilik bir salonda bu gürültülü kocaman eğlenceyi seyredenler arasına katıldım.
Hal böyle olunca da bu senenin diğer gişe filmlerini de yazdığımdan mütevellit bu filmle ilgili izlenimlerimi de paylaşmak istedim. Ama bu defa daha merhametli bir anlatım hedeflediğimi de yazının başında belirtmek isterim. Nüktedan tarzımdan taviz vermiş olsam da bu filmlerin de epey seveni var ve onları da anlayabilmek gerekli…
Filme geçmeden önce biraz yönetmeninden ve sinema anlayışından bahsetmek istiyorum. Michael Bay Hollywood’un gişe şampiyonu filmlerine imza atan, stil sahibi, aksiyon sever bir yönetmen… Asla bir James Cameron kumaşına sahip değil ve bunun farkında olarak çektiği filmleri çok da ciddiye almıyor. Bad Boys’la birlikte tüm filmlerine absürd ve komik karakterler yerleştirmekte kararlı. 1996 da çektiği The Rock’da kullandığı bütün numaraları 2009 yılının Transformers’ında da kullanıyor ve bundan da herhangi bir çekincesi yok. Ama aslında “Michael Bay sineması” yapmak o kadar da zor değil; Hangardan çıkan ekibi ağır çekimde çek, mutlaka uçak gemilerinden kalkan uçaklar ve yine ağır çekim yer ekibi görüntüleri koy, her şeye pan yap, kamerayı her şeyin etrafında çevir ve Amerikalılardan kim olursa olsun hep mükemmel insanlar olarak bahset. (İnanmıyorsanız Armageddon’da dünyayı kurtaran ekibe bakın)
Bay, video klip estetiğini sinemada en çok sömüren yönetmenlerden biri… Stili The Rock’da beni epey etkilemiş, Armageddon’da da mutlu etmişken artık seyrederken rahatsız etmeye başladı. Çünkü bu gibi numaralar artık pek orijinal değil ve içi beceriksiz yönetmenler tarafından (McG) epey boşaltıldı. Yine de Michael Bay özellikle çatışma sahnelerini kotarmakta çok başarılı… Bu anlamda Transformers 2, bir sürü Terminator Salvation filmine yetecek kadar görkemli ve doyuma ulaştıran katastrofik an içeriyor.
Filmin konusunu kısaca geçersek: Sam Witwicky, Transformers’ın kökenleri ve dünya üzerindeki tarihçesi konusunda yeni detaylar keşfeder. Topladığı bilgiyi ele geçirmek isteyen şeytani ruhlu Deceptionlar onun peşindedir. En büyük mücadele, Mısır’daki Giza piramitlerinde gerçekleşecektir. Çünkü aranan tapınak bu bölgededir.
******
Öncelikle, Michael Bay, Transformers fikrinin ayaklarının pek yere basmadığının farkında olarak ilk filmde Sektör 7 ajanı Simmons (John Turturro) karakterine yaptığı şeyi bu defa tüm karakterlere ve hatta bizzat Transformer’lara uygulayarak onları ciddi anlamda karikatürizeleştiriyor. Bu gerçekten mantıklı çünkü PG-13 olarak çektiğiniz dolayısiyle kan gösteremediğiniz ve robota dönüşen tırları konu edinen bir yapımı çizgi filmden çıkarıp 3 boyuta taşıdığınızda gerçek bir realite sıkıntısı yaşamanız kaçınılmaz…
Oyuncu performanslarına da bir göz atacak olursak; Shia LaBeouf filme epey sıkı çalışmış ve tam bir aksiyon oyuncusuna dönüşmüş. Gerçi pek erkeksi bir karakter değil ama zaten hedef kitle daha yaşlı biriyle özdeşleşemez. Megan Fox’un bu filmde “kız arkadaş” olmaktan başka hiç bir vasfı yok ve bir kız arkadaş için de fazla iddialı bir tip. Açıkcası Karate Kid’in Elisabeth Shue’si ayarında biri bu role daha çok yakışırdı ama, bu iç gıcıklayıcı ve yeteneksiz bayanı filmlerde görmek isteyen çok! Yine anne ve baba karakterlerinin de finalde Amerikan ailesini her zorluktan sonra buluşturarak yüceltmek gibi bayat bir numarayı gerçekleştirmek ve sinir bozucu güldürü ögeleri olmaktan başka senaryoya pek bir katkısı yok. John Turturro ise Sektör 7 ajanı Simmons olarak yine çok iyi. Yönetmen Bay bu defa Simmons ve Sam WitWicky karakterleri arasında Geleceğe dönüş serisinin kafadarları Marty Mcfly ve çılgın doktor Emmet Brown’unkine benzer bir ilişki hedeflemiş ve fikir orijinal olmasa bile maya tutmuş gibi görünüyor. 3. Filmde bir Megan Fox olmasa bile John Turturro mutlaka olacaktır diye düşünüyorum. Michael Bay’ın Robert Zemeckis’den çaldığı/esinlendiği sadece bu kadar değil… Filmin tüm eğlence yapısı Zemeckis filmlerini hatırlatıyor. Zemeckis filmlerinin değişmez yapımcısı Steven Spielberg’in bu filmin prodüksiyon amiri olduğu düşünülürse bu etkinin Zemeckis’den değil Spielberg’den kaynaklandığı da varsayılabilir.
Her ne kadar asla mantık aranmayacak bir yapım olsa bile üniversiteyi karıştıran fettan insan/decepticon kırması fikri tamamen Terminator’den çalınmış ve filmin kalanına göre zorlama duruyor. Terminator Salvation’da ki Transformer benzeri dev robotu hatırlayınca insan acaba “sen çalarsan, ben de çalarım” inatlaşmasına mı girildi diye düşünmeden edemiyor.
Filmin eğlence vaadini tam olarak yerine getirdiğini söyleyebilirim. Etraf Decepticon’lardan ve Autobot’lardan geçilmiyor. Dünyada zarar görmemiş yer kalmıyor ve metal parçaları havada uçuyor. Fakat her şey o kadar hızlı ki bu 150 dk’lık eğlence tüneli ortalarından itibaren iyice yormaya ve zorlamaya başlıyor. Bu kadar hızlı bir kurgu filmin kimi zaaflarını örtse de benim gibi tempo derdi olmayanlar için hızlı çalınan bir şarkı gibiydi. Bu filmin bir “unplugged” versiyonu varsa görmek isterim! ILM ise her zamanki gibi iyi iş çıkarmış… Piramitler ve uçak gemisi sahnelerinden özellikle etkilendim. Motion capture’lar da tam anlamıyla oturmuş. Robotların hareketleri, metalin ağırlığı gerçek anlamda hissediliyor. Neredeyse her planda bir özel efekt olduğu için filmin asıl yaratıcısının ILM olduğunu bile söylemek mümkün.
Ayrıca belirtmek gerekir; Film sırtını CGI’ya yaslamasına rağmen sağlam bir iki dublör numarası da içeriyor ama daha fazlasını ve ilgincini görmek isteyen aynı coğrafyada geçen “Nil’in İncisi”ni izleyebilir. (Tesadüfe bakın ki bu da bir Zemeckis filmi)
Senaryo ilk filmde olduğu üzere yine çok bir anlam ifade etmiyor. Bu filmden ziyade lunapark eğlencesini ya da bilgisayar oyununu andıran yapım için senaryo sadece dolgu görevi görüyor. İlk hali 70’ler Hong Kong dövüş filmlerinde görülen “bahaneden konu” yaklaşımı sinemada anlatılan bir öykü görmek isteyen sinema severleri üzebilir.
Peki Optimus Prime’ın parçalarından bir “masumiyet müzesi” kurulabilir mi? Hayır! eğlenceli olduğu kadar da tehlikeli bir oyuncak bu… Filmin alt okumaya bile gerek bırakmayacak kadar sağcı ve ırkçı bir yapısı var. Sıkı Cumhuriyetçi Michael Bay, sivil hükümet ajanı karakteri ile Obama’nın ve “tehditten vazgeçme” politikasının yergisini yapıyor, Ajanın, -Siz burada olduğunuz için onlar saldırıyor. -Gidin (Biz insanları tehdit ettiğimiz için kulelere uçakları çakıyorlar) sözlerine karşılık, Optimus Prime – Keyfiniz bilir ama ya yanılıyorsanız! diyor ve ABD’nin hep güçlü ve silahlı olmasının gerekliliği vurgulanıyor. Filmin geri kalanı da pek farklı değil. O kadar ki bu filmi izleyerek Amerikan ordusunun envanterini çıkarabilirsiniz. Ayrıca başka ülkelerin topraklarına fütursuzca girmeyi ve operasyon yapmayı “Dünyayı kurtarma”ya bağlayan terbiyesizlik haklı çıkarılmaya çalışılıyor. Filmin diğer faşist fikri de, sivillerin asla askerlerin işine karışmaması, böyle olduğu durumlarda da askerlerin insiyatif kullanması gerekliliği. Kanada Salamı gibi pek çok Amerikan filminde ve hatta Muppet Show’un sinema filminde bile gördüğümüz aptal ve savaş düşkünü generallerin tersine burada ulusunu çok, dünyayı daha da çok seven generaller var!
Bunlar bir hamburger filmi (Oyuncakları Burgercilerde satılan filmlere böyle diyorum artık.) için tehlikeli ve terbiyesizce niyetler… Bu açıdan Transformers, 80’lerin Chuck Norris’li propaganda filmlerine (Invasion America) epey yaklaşıyor ve anlatımıyla da bu duyguyu perçinliyor.
Son bir kusur bulmak gerekirse filmin Türkiye getiricilerinin afişe yazdıkları “Yenilenlerin intikamı” yazısı ise affedilecek gibi değil… Özel bir karakter olan “Fallen” isimli Decepticon’un adını direkt olarak çevirmişler… Allah adamı taş eder mi bilemem ama çok ayıp diyorum.
Filmde en beğendiğim şey ise Jonhn Turtturro/Simmons’un Sektör 7 slip donu oldu. Bu donlardan bir tane istiyorum.
Son tahlilim; Transformers II, tıpkı Trans yağlar gibi… Lezzetli ama tehlikeli!
Çok güzel bir hamburger filmi yazısı olmuş Murat. Filmi izlemicem ama yazıyı keyifle okudum.
Can’a katılıyorum çok güzel bir yazı olmuş. Fakat sitenin konseptine uymamış bir inceleme olmuş bence.
Öncelikle sitenin konseptine uymayan bir inceleme olduğuna katılamıyorum. Transformers gibi bi çocukluk ikonunun filmlerini bu kadar rahat ve tasasız başka nerede eleştirebiliriz ki?:)
İlk filme bumblebee, optimus vs. autobotları tanımıştık. Tanımıştık diyorum çünkü her birinin karakteristik özellikleri ayrı ayrıydı ve bir birey gibi tanıma imkanımız olmuştu. Bu filmde ise decepticonlardan geçilmiyor ama bizim eski elemanların sesi soluğu çıkmıyor. Onu bırakın gruba yeni katılanlara bile yalap şalap bi bakış atabiliyoruz.Motosiklet autobotların kamuflaj olarak insan simulasyonu sürücü kullanmaları hoşuma gitmişti. Ben bu açıdan pek çok dialoğun beklentisiyle gittiğim filmden hüsranla ayrıldım. Robot dizaynları o kadar çok ekranı dolduruyorduki ben başı nerde bacağı nerde ayırt edene kadar sahne geçiyordu (Bide küçük ekranda izlemem lazım galba. Hadi bu benim kaprisim olsun:) Filmdeki artık bayatlamış mükemmel Amerikan imajını görmezden gelmek hatta katlanmak mümkün değil. Megan Fox’un ortalıkta sürekli playboy orta sayfa güzeli pozlarıyla dolaşması da cabası.İnsan sürekli dudaklarını ıslatıp gözlerini kısmasını bekliyor. Yönetmenimiz bu kadar para harcayıp bu kadar güzel özel efekti neden böyle pembe sakız gibi bayağıca kullanmış düşünmeden edemiyoruz. Yine de Terminatör Salvation’dan daha iyi bir eğlencelik.
Çok güzel bir incelemede ve yerinde saptamalarda bulunarak zevkli bir yazı oluşturmuşsunuz. Transformers ve Terminatör filmlerini iki gün içerisinde arka arkaya izlemiş biri olarak, bu film kısa süreli bir zevk için yapılmış hissi verdi bana. Şu anda pek bir detay hatırlamamamı ona bağlıyorum. Terminatör ise konusu çok daha derin olması sebebi ile bence akılda daha kalıcı. Tabi ben bunları niye söylüyorum hiç bir fikrim yok! =)))
Emeğine sağlık Murat. Çok güzel yazı olmuş. Bence derinliği olmayan filmleri yerden yere vurmak marifet değil. Önemli olan “film ne hedeflemiş ve bunu yapabilmiş mi?” sorusuna cevap bulabilmek.
Bir yaz sezonunda bu kadar fazla gişe canavarı filmin vizyona girmesini hala garipsiyorum. Watchmenle başladık, wolverine, terminator şimdi de Transformers. Bu kadar üst üste gelince bellekte yer etmesi de zor oluyor tabii ki. şimdiki çocuklardan kaçı 10 yıl sonra bu filmleri hatırlayıp nostalji yapabilecek merak ediyorum.
Watchmen’in hatırlanacağı kesin de diğerlerini bilemeyeceğim.
insan deception kirmasi dedigin karakter eski orjinal cizgi romanda yer aliyor.
indirdim, izledim, sildim. bu kadar.
İki gıcıklık yapıyım dedim…Nil’in incisi (jewel of the nile 1985) evt zemeckis’in Romancing the stone filminin bi nevi devamı ama yönetmeni zemeckis diil Lewis teague…ikincisi chuck norris babanın filminin adi invasion america diil invasion usa….saygilar