Serin bir Ekim akşamı, Annandale’e, Mu Meson arşivlerine doğru yola çıkıyoruz. Buraya ikinci gelişimiz, o yüzden yolu bulmakta zorlanmıyoruz.* Mu Meson, Jay Katz ve Miss Death adlarıyla tanınan bir çiftin işlettiği bir sinema kulübü. Sidney’in güzide underground mekanlarından biri. Bizim gibi Öteki Sinema/Kültür sevenler için haftanın her günü bir etkinlikleri var. Film gösterimleri dışında Annandale’in yerel barlarından birinde her çarşamba günü “Texas Chaninsaw Trivia” adı altında bir bilgi yarışması düzenliyorlar, bazı temalı partiler veriyorlar,** ayrıca isteyenler Miss Death’in örgü kulübüne katılıp, ‘iç organları fırlamış fare’ gibi desenler yapmayı öğrenebiliyor.
Bu akşamın programı “Australia’s NASTIEST Short Film FESTERval” (Avustralya’nın en NAHOŞ Kısa Film FestİLTİHABI?!!) olarak bilinen ve kısa korku, bilim kurgu, bad taste (kötü zevk) vs filmlere yer veren gezici festival Trasharama A-Go-Go’nun Dick Dale retrospektifi bölümüne iştirak etmek. Dick Dale, Güney Avustralya eyaletinin başkenti Adelaide’deki punk camiasının tanınmış simalarından ve son 13 senedir Trasharama A-Go-Go festivalinin organizatörlüğünü üstleniyor. Kendisi de ilk filmini 1993’te yerel punk gruplarından arkadaşlarıyla birlikte yapmış ve o günden bu yana trash, lo-fi, punk estetikli filmler yapmaya devam ediyor.
Mu Meson Arşivlerinin merdivenlerini tırmanıyoruz ağır ağır. Jay Katz ve Dick Dale kapının önünde muhabbet ediyorlar. Bizi görünce “merhaba” diyorlar ve Jay Katz bizi içeri alıyor. İlk gelenler biziz. Bu eski depodan bozma, içi eski film kutuları, totemler, heykeller, eski sirk afişleri ve envai çeşit tuhaflıkla dolu küçük sinema salonunda, bulduğumuz en rahat kanepeye yerleşiyoruz ve perdedeki Emergency Broadcast Network imzalı video işlerini izlemeye koyuluyoruz.
Yavaş yavaş başka insanlar da gelmeye başlıyor. Toplam 18-20 kişiyi buluyoruz ve nihayet Dick ve Jay akşamın programını sunmaya başlıyorlar: Dünyanın ilk Dick Dale Retrospektifi!
Ilk olarak yapımı halen süren Australian Trash adlı Daniel Knight imzalı belgeselden bir bölüm izliyoruz (bu da filmin dünya prömiyeri oluyor). Belgesel Trasharama A-Go-Go festivaline ve Dick Dale’in filmlerine odaklanıyor. Dick Dale’in çevresindeki Jerome Cocksmith (yönetmen), Barry Cree (aktör) ve Mike Nichols (makyaj ve efekt uzmanı) gibi kimi diğer sinemacılarla ve başka marjinal tiplerle röportajlara yer veriliyor. Mark Hartley’in Avustralya’nın istismar filmleri hakkındaki belgeseli Not Quite Hollywood: The Wild, Untold Story of Ozploitation’ın geçen sene aldığı iyi eleştirileri göz önünde bulundurursak Australian Trash belgeselinin zamanlamasının yerinde olduğunu söylemek mümkün.
Australian Trash’ten sonra Dick, kendi filmlerini göstermeye başlıyor. Bunların ilki 1996 tarihli Space Yobbyssey. Oyuncak figürlerin oynatılması ve seslendirilmesiyle çekilmiş olan film, Dünya’dan Mars’a giden bir Avustralyalı çiftin, barbekü ve seks gibi aktivitelerle bir Marslı’yı çileden çıkarması ve akabinde Marslı’nın gazabına uğramasını anlatıyor. Bütçesiz olarak çekilen bu filmin ilhamı, Thunderbirds’den gelmiş.
Akabinde Dick Dale’in 1997-2004 arası çektiği kısa filmleri topladığı Cheesy Knob Nasties adlı DVD’ye geçiyoruz. Ilk film 500 dolar bütçeyle çekilmiş The Beast From Bomb Beach – anladığımız kadarıyla, denizden çıkarak bir çocuğu ortadan ikiye ayıran bir canavar söz konusu, ama maalesef DVD takıldığı için filmin tamamını seyretmek mümkün olmuyor. (Jay Katz ve Dick “nerede VHS’nin güzelliği nerede DVD” şeklinde bir geyik döndürüyorlar). Öğreniyoruz ki, bu film Avustralya’nın dijital televizyon platformu Foxtel’in Graveyard Shift adlı kısa film yarışmasında ikinci olmuş ve 1000 dolar ödül kazanmış, ve Dick bu 1000 dolarla (filmin ekibine birer içki ısmarladıktan sonra) bir sonraki filmini çekmiş: Flies!
Flies’ı psychedelic bir deli bilim adamı filmi olarak tanımlamak mümkün. LSD ile deneyler yapan bir bilim adamı, yanlışlıkla gözüne saplanan uyuşturucu dolu bir enjektör yüzünden halüsinasyonlar görmeye başlıyor. Kapısını çalan bir kadını dev bir sinek olarak algılaması cinayetle son buluyor. Kendine geldiğinde, arabasının direksiyonunda, yanındaki kadının ağzından sinekler çıkan cesediyle öpüşmekte olduğunu fark ediyor. Arabanın içinde (özel efekt olmayan) yüzlerce sinek uçuşuyor ve bilim adamı kendini arabadan dışarı atıyor. Bu filmin nispeten daha yüksek bütçeli olduğunu dev sinek maketinin güzelliğinden anlamak mümkün (daha sonra bu maketi fareler yemiş).
Sırada, Dick’in “ya 98 ya da 99 yapımı” dediği Yowie adlı, ekolojik dehşet/mutant asker filmi var. Yowie aslında Avustralya’nın ‘Yeti’si olarak bilinen bir mitik yaratık. Fakat filmde tek kolu bir ağaç dalına dönüşmüş bir mutant asker olarak görüyoruz bu yaratığı. İlk Kan’vari bir şekilde, Yowie’nin kumandanı, Avustralya’nın iç kesimlerindeki ormanlardan birinde, yanında bir aborijin izciyle beraber onun peşine düşüyor. Yowie’yle kanlı bir mücadeleye giriyor, fakat göz önüne almadığı bir şey var: Yowie’nin katil koalaları! Bu film, Dick’in yazmakta olduğu uzun metrajlı bir filmin de temelini oluşturacakmış. Merakla bekliyoruz!
Bir sonraki film, Dick’in grubu Kamikaze için çektiği bir müzik videosu: Swamp Baby Succubus. Bir öğleden sonra saat 5’te Adelaide’deki bir mezarlıkta çekilen klipte, çırılçıplak ve cinsel organına makyajla dişler yapıştırılmış bir kadın, boynunda bir boa yılanıyla, mezarların üzerinde dans ediyor. Çekimleri 5-10 dakika içinde, polis gelmeden, alelacele tamamlayıp kaçmışlar.
2001 yapımı Creamy Love ise, şeytanla başarısız bir porno oyuncusu olan Ricky Wilderbeast’in karşılaşmasını ve bir anlaşma yapmalarını anlatıyor. Şeytan başarı ve şöhret karşılığında Ricky’nin ilk doğan çocuğunu istiyor. Ricky çocuk yapmayı düşünmediği için anlaşmayı kabul ediyor. Fakat sevgilisi Bianca Bang Bang hamile kalınca işler umduğu gibi gitmiyor.
Bir sonraki film, Storm Boy ve Surf Nazis Must Die filmlerinden ilhamla çekilen Pelican Boy. Aslında bu bir film değil, var olmayan bir film için çekilmiş bir fragman. Nazi korsanlar ile zombi pelikanların, ve bir çocuğun büyüme hikayesini anlatan bu fragmanı izleyince, “keşke filmi de olsa” diyoruz içimizden. Yaklaşık beş dakikalık bu fragman bir de 37 dakikalık bir belgesele ilham kaynağı olmuş. Sıradaki filmimiz o: Social Security Spielberg. Mic Bradshaw’un yönettiği film, Dick Dale’in sosyal güvenlik kurumundan aldıği borçlarla ve işsizlik maaşıyla filmler yapmasına gönderme yapıyor. Australian Trash’de olduğu gibi yine Dick’in çevresindeki çeşitli kişilerle röportajlar yapılıyor ve Pelican Boy’un kamera arkası görüntüleri görülüyor: özel efektlerin nasıl yapıldığı, nazi korsanların nereden bulunduğu ve polisin plajdaki çekimleri nasıl bastığı gibi detayları izliyoruz.
Gösterime kısa bir ara veriliyor. Miss Death kendi elleriyle yaptığı kabak çorbasını dağıtıyor ve facebook’ta etkinliklerine RSVP yaptıkları halde gelmeyen insanlardan şikayet ediyor. Mu Meson cephesinde durumlar pek parlak değil. Daha fazla izleyiciye ihtiyaçları var, yoksa mekanı kapatmaları gerekecek. Dick, Miss Death’le konuşurken yaklaşıp kendimi tanıtıyorum ve Öteki Sinema’dan bahsediyorum. Onun hakkında bir yazı yazmak istediğimi söyleyip fotoğrafını çekmek için izin istiyorum. Bu arada Jay Katz de muhabbete katılıyor. Dünyayı Kurtaran Adam ve Şeytan’ı izlediklerini ve çok beğendiklerini söylüyorlar. İkisinin bir iki fotoğrafını çekiyorum ve sitenin adresini onlara göndereceğimi söylüyorum.
Gösterime Dick’in son filmi Family Bizness’le devam ediyoruz. Lovecraft’tan ve Re-Animator serisinden ilhamla çekilen bu filmde, Michael Jackson ve babasının ölüleri diriltmek üzere giriştikleri deneyleri görüyoruz. Ama Michael’ın zalim babası, onun evcil ucubesini öldürüp üzerinde deney yapınca, Michael annesinin öfkesini babasının üzerine salıyor ve Dick Dale’in çektiği en kanlı sahnelerden birine şahit oluyoruz. İşin ilginç yanı, filmin Michael Jackson’ın ölümünden hemen once çekilmiş olması.
Gecenin son ve belki de en özel filmi, 1993 tarihli Blue Dog. (Dick’in çalıntı olduğunu tahmin ettiği) VHS bir kamerayla ve sıfır bütçeyle çekilmiş, grenli ve zaman zaman parazitli görüntünün üzerine, kötü bir ses kaydı, ve gelgitli bir punk soundtrack’i eklenmiş, oyuncu kadrosu, çekimler esnasında halüsinojik birtakım uyuşturucuların etkisinde olan ve yüzleri maviye boyanmış zombileri canlandıran punklardan müteşekkil bir trash/punk sinema şaheseri. Yönetmenin adı “Dick Disease” olarak görülüyor ve bitiş jeneriğinde, filmdeki tüm hayvanların tecavüz edilerek öldürüldüğü söyleniyor (mevzubahis hayvanlar, oyuncak bir mavi köpekten ibaret – ki kendisi zombi hastalığını yayan bir uzaylı, aslında). Filmin herhangi bir kopyasını internette ya da başka bir yerde bulmak mümkün değil ve uzun zamandır da kimse izlememiş. Dick bu filmden bahsederken, “belki de dünyanın en kötü filmlerinden biri, o yüzden uzun zamandır kimse izlemedi bu filmi, ama canı cehenneme, size gösteriyorum işte” dedi.
Blue Dog’u önemli kılan birkaç unsur var. Dick Dale’in ilk filmi olmasının yanısıra, bir anlamda Trasharama A-Go-Go film festivalini başlatmış ve Avustralya’da trash sinema yapmak isteyen hevesli (her yaştan) gençlere bir mecra açmış bir film olması… Ayrıca Dick Dale’in sinemasının nasıl bir yol izleyeceğini de bu filmde görüyoruz. Zombilere, uzaylılara, punklara ve Avustralya kültürünün ikonik kimi öğelerine – rugby topları, döner çamaşır askıları, barbeküler ve çim biçme makineleri; aborjinler, koalalar ve diğerleri – Dick Dale’in müteakip filmlerinde de rastlıyoruz.
Gece sona ererken Dick herkese, gidip kendi filmlerini yapmalarını salık veriyor. Mütevazi bir şekilde “ben bu işi yapan insanlardan sadece birisiyim, benim gibi pek çok kişi var, ama ben çok konuştuğum için daha çok göze batıyorum. Size önerim sizin de aynısını yapmanız” diyor. Dick ve Jay’le vedalaşıp çıkışa doğru yürüyoruz. Dick arkamdan sesleniyor:
“Türk Star Wars ve Türk Exorcist harikalar, dostum!”***
* İlk gelişimizin komik bir hikayesi var. Annandale’in yerel publarından, izbe dövmeci dükkanlarının arka odalarından, ıssız birtakım sokaklara çıkarak ulaşıyoruz Mu Meson arşivlerine… İlk başta kapıyı açan olmuyor. Beş dakika kadar sonra, siyahlar içinde bir kadın – Miss Death – kapıda görünüyor, saatine bakıyor. “Eh vakit gelmiş neredeyse” diyerek bizi içeri alıyor.
** Geçtiğimiz aylarda gerçekleşen The Last Disco in North Korea partisinde, örneğin Kuzey Kore’nin lideri Kim Jong Il’in yaptığı Marxist dev canavar filmi Pulgasari’nin ve çeşitli propaganda filmlerinin gösteriminin yanısıra, DJ Fat Boy Kim’in müzikleriyle dans etmek ve Kore usulü barbekünün tadına bakmak mümkündü.
*** Trasharama A-Go-Go’ya BU adresten ulaşabilirsiniz. Dick Dale’in kimi filmlerini youtube’da Digital Retribution (Avustalya’nın ‘Öteki Sinema’ sitesi) kanalında izleyebilirsiniz. Yowie’yi izlemek için BURAYA, Pelican Boy için BURAYA tıklayın.
Sevgili Can Yalcinkaya,
gercekten son zamanlarda okudugum en lokum ve en tadindan yenilmez bir yazi.
keyiften… aldigim zevkten agzimdan su damaladi yemin ederim.
ne kadar sansli oldugunu anlatamam.Dick Dale sahane! filmler sahane! mekanin enfesligi muthis heyecanli ahh ahh!! sanki oradaymisim hissi yasattin bana.pazar gunume kattigin doyumsuz lezzetler icin binlerce tesekkurlerimi gonderiyorum kabul ediniz lutfen!
sevgiler, saygilar.
Sevgili videodreamproject, bu güzel yorum için çok teşekkür ederim. Ben filmleri izlerken çok iyi vakit geçirdim, bunun birazını bu yazıya yansıtabildiysem ne mutlu bana…
Harika!
Miss Death’in kendi elleriyle yaptığı kabak çorbasını dağıttıktan sonra facebook’ta etkinliklerine RSVP yaptıkları halde gelmeyen insanlardan şikayet etmesi detauına çok güldüm!
:) Evet, bayağı komikti. Bir de RSVP olayında “belki” seçeneği olmasına takmıştı: “Belki ne demek? Ya geleceksindir, ya da gelmeyeceksindir!”
Can güzel bir ekleme oldu bu siteye. Seni kıskansam da bizim de Geceyarısı filmleri gösterimimiz var Serdar Kökçeoğlu sayesinde. Yeni sezon da başlıyor artık, herkesi bekleriz:)
Ben de Londra’dan bir film klubü yazısıyla gelicem yakında dur : )
Hakikaten çok güzel oldu bu yazı Can… Yazıda bahsettiğin filmlerin linklerini de eklesen keşke
Tesekkurler arkadaslar, ben de sizin Geceyarisi Filmleri ve Londra’daki film klubu yazilarinizi merakla bekliyorum :)
Can, yazinin sonundaki notlara buldugum iki Dick Dale filminin linklerini ekledim. Yowie ve Pelican Boy. Iyi seyirler :)
Can, eline sağlık :)
Can Yalçınkaya Siteye çok güzel eklemeler yapıyor. Öteki çok değerli bir yazar daha kazandı diye düşünüyorum. Türe ilgisi ve bilgisi yazdıklarını okuyanlara kesinlikle çok şey katacak…
Öteki için yazan isimler kesinlikle çok değerli kişiler… Bunun sitemizi bir adım öne çıkardığını düşünüyorum. Rekabetin olmadığı sadece bilgiyi aktarma ve paylaşma gayretinin ivmelendirdiği Öteki Sinema’nın tüm yazarlarına teşekkürler.
Tesekkurler arkadaslar, bu platformda olmak gercekten mutluluk verici bir sey.