“Dünyanın gelmiş geçmiş en kötü filmi hangisi” gibi iddialı bir sorunun cevabı kişiden kişiye değişir ama mevzu açıldığında illaki ismi zikredilen bazı filmler vardır: Plan 9 From Outer Space (1959), Manos, Hand of Fate (1966), The Room (2003), Birdemic: Shock and Terror (2008) ve tabii ki Troll 2 (1990). Adı geçen filmlerin bir başka özelliği de vardır ki her biri, seneler içerisinde azımsanmayacak büyüklükte bir hayran kitlesine sahip olmuştur. Düzenli olarak gerçekleşen özel gösterimler, sadık tarikat üyelerinin yılmaz bir inançla katılmaya can attığı gerçekdışı ayinleri andırır. Bu sayede sinema tarihinin birçok klasiğinin aksine dünyanın son gününe kadar unutulmayacakmış gibi görünen bu filmlerin her birinin diğerinden farklı bir çekiciliği olduğu da muhakkak.
Troll 2’nun sıra dışı macerasına geçmeden önce gelin biraz ilk Troll’den bahsedelim. Bu film resmen çöldeki bahtsız bedevi kadar şanssızdır. Troll 2 ortaya çıkana kadar Gremlins (1984) ve Ghoulies (1985) gibi dönemin küçük boyutlu canavar filmleri arasında kendince saygın bir yeri vardı. Troll 2’nun “dünyanın en kötü filmi” gibi bir unvanla anılmaya başlamasından sonra “o kötüyse bu da kötüdür” gibisinden bir önyargının kurbanı oldu. İşin kötüsü Troll 2 gibi aniden yükselen garip bir şöhretten de mahrum kaldığı için kimsenin kapısını çalmadığı bir film olarak kuytu bir köşede unutulup gitmeye yüz tuttu.
Troll (1986)
1986 yılı mahsulü Troll, sinema kariyerine özel efekt ve makyaj sanatçısı olarak başlayan John Carl Buechler’in yönettiği ilk uzun metrajlı film. (Daha öncesinde fantastik korku antolojisi The Dungeonmaster’daki (1984) bölümlerden birini yönetmişti.) ABD-İtalya ortak yapımı Troll, öyle çok yerlere göklere sığdırılamayacak bir film değil ama kimi anlarıyla dönemin ruhunu yakalamayı başaran, korku-komedi sevenler için sıkı bir eğlencelik.
Troll, dört kişilik Potter ailesinin yeni taşındıkları apartmanda başlarından geçenleri anlatıyor. Ailenin küçük kızının ismi Wendy, abisininki ise Harry Jr. Bir dakika, Harry Potter mı? Bu isim bir yerden tanıdık geliyor. Evet, haklısınız, eğer bu film günümüzde çekilmiş olsaydı, Harry Potter isminin kullanımı ortalığı karıştırabilirdi ya da muhtemelen telif hakkı nedeniyle hiç kullanılamazdı bile. Fakat sene 1986; ortada ne yazar J.K. Rowling var, ne de Harry Potter kitap serisi. Bilindiği gibi serinin ilk kitabı Harry Potter and the Philosopher’s Stone 1997 yılında yayımlandı. Ayrıca Rowling verdiği röportajlardan birinde Harry Potter fikrinin ilk olarak 1990 yılında gerçekleştirdiği Manchester-Londra arası bir tren yolculuğu esnasında aklına geldiğini söylemişti. Dolayısıyla Troll’deki Harry Potter’ın Rowling’inkiyle hiçbir ilgisi yok, orası kesin ama tam tersi mevzubahis olabilir mi bilinmez.
Bu arada edebiyat eleştirmenliği yapan babanın adı da Harry Potter Sr, yani filmde bir değil tam iki Harry Potter var. Daha taşındıkları ilk gün, sihirli yeşil yüzüğüyle şekil değiştirebilen bir troll, Wendy’yi ele geçirir ve onun yerine geçer. Kardeşinin davranışlarındaki değişimin arkasında kötücül bir şeyler olduğunu düşünen Harry, neler döndüğünü bulmak için araştırmaya başlar. Wendy (kılığındaki troll) ise apartmandaki daireleri birer birer ele geçirip her daireyi bir troll ormanına çevirmekte ve içerisine trolller, elfler, periler ve daha bir dolu mini canavar yerleştirmektedir. Bu apartmandan sonra (biraz uzun sürer ama herhalde sırayla diğer apartmanlara geçerek) bütün dünyayı troll ormanına çevirmek isteyen trollümüzün ismi Torok’tur ve ona engel olmaya çalışan tek kişi Harry Potter’dır, tabii ki üst kat komşularından Eunice St. Clair’in yardımıyla.
Konusundan da görüldüğü üzere, benzer temalı Gremlins ya da Ghoulies gibi, Troll de yarattığı fantastik dünya içerisinde geçen, korku-komedi kalıplarına uygun bir film olma niyetinde. Nitekim bu niyetini, izinden gittiği filmler kadar olamasa da, belli bir noktaya kadar gerçekleştirebildiğini söylemek mümkün. Aradaki farkın faturası da rahatlıkla bütçeler arasındaki eşitsizliğe kesilebilir. Zaten görece daha dar bütçenin izleri, özel efektlerde göze çarpan sakilliklerde rahatlıkla görülebiliyor. Ancak en sonunda tartıya koyduğumuzda, iyi bir film olabilmek için elinden geleni yaptığına inandıran Troll’un olumlu tarafları, negatif taraflarından daha ağır basıyor. Bu da onu ancak vasat bir film yapmaya yetebiliyor. Troll 2 ile karşılaştırdığımızda, hiç düşünmeden Troll’ün çok daha iyi bir film olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Troll, belki de sırf bu yüzden kaybeden taraf oluyor. Çünkü daha kötü olamadığı için (biliyorum, garip bir şey söyleyeceğim ama istemeden de olsa) daha eğlenceli olamıyor, dolayısıyla gülüp geçilen ve kısa sürede unutulan bir filme dönüşüyor.
Filmin yan rollerinde rastladığımız ilginç isimlerden de bahsetmek lazım. Kariyeri boyunca birkaç dizi ve filmde rol alan ve daha çok Cher ile yaptığı evlilik ile bilinen müzisyen (ve hayatının son yıllarında politikacı) Sonny Bono, apartman sakinlerinden birini canlandırıyor. Daha sonra unutulmaz komedi dizisi Seinfeld ile ünlenecek olan Julia Louis-Dreyfus da yine bir diğer apartman sakini rolünde. Bu arada Eunice St. Clair rolünde bu aralar Netflix’in yeniden çevrimi ile gündeme gelen 1960’ların kült dizisi Lost In Space’ten hatırlanabilecek June Lockhart’ı izliyoruz. Filmde daha genç haline dönüştüğünde gördüğümüz oyuncu ise gerçek hayattaki kızı Anne Lockhart.
Troll 2 (1990)
Claudio Fragasso’nun yönettiği Troll 2, yakın zamanda ölmüş dedesi Seth’in hayaletiyle iletişime geçebilen Joshua isimli bir çocuğun başından geçenleri anlatıyor. Torununa ormanda yaşayan kötücül goblinlerle ilgili hikâyeler anlatan Seth’e (ya da Seth’in hayaletine) göre goblinler sadece peri masallarında adı geçen yaratıklar değildir, gerçekten vardır ve insanları büyülü yeşil bir iksir aracılığıyla bitkiye dönüştürüp yemek gibi kötü bir alışkanlığa sahiptir. Joshua’nın dedesiyle konuşabildiğini iddia etmesi babası Michael ve annesi Diana’yı endişelendirir. Bunun üzerine ablası Holly’yi de yanlarına alarak Nilbog isimli kasabadaki bir aileyle ev değiştirip bir aylığına tatile gitmeye karar verirler. Uyanık Joshua’nın Nilbog kasabasının isminin Goblin kelimesinin tersten yazılmış hali olduğunu anlaması uzun sürmez. Aile gide gide goblin krallığının merkezine gitmiştir. Kraliçeleri Creedence Leonore Gielgud’nun önderliğindeki goblinler insan kılığına bürünmüşlerdir ve Joshua ve ailesini (ve aileyi takip edip gelen Holly’nin erkek arkadaşı Elliott ile kankaları Arnold, Drew ve Brent’i) büyülü yeşil iksir aracılığıyla bitkiye dönüştürüp yemeyi planlamaktadır. Olan bitenin farkında olan tek kişi Joshua’dır ve sadece o (tabii ki öte tarafta doğaüstü güçler kazanan dedesinin yardımıyla) goblinleri yok edip ailesini akşam yemeği olmaktan kurtarabilir.
Sadece konusuna bakarak bile (içinde tek bir troll bile bulunmayan) Troll 2’nun inanılmaz derecede kötü bir film olduğu anlaşılıyor aslında. Joe D’Amato’nun başında olduğu İtalyan yapım şirketi Filmirage tarafından finanse edilen film, 1989 yılının yaz aylarında, sadece birkaç haftada çekilmiş. Tam da sektörü tamamen avucunun içine alan Hollywood tarafından Avrupa korku filmlerine olan ilginin neredeyse yok edildiği bir dönemde Amerikalı seyircilerin ilgisini çekmeyi amaçlayan D’Amato, filmin İngilizce çekilmesini istemiş. Akabinde Utah’ın kırsalına gelen yönetmen Fragasso liderliğindeki ekip, kimisi gerçek oyuncu bile olmayan yerel halktan seçtikleri kişileri oyuncu olarak işe almış. Fragasso ve karısı Rossella Drudi, “ne tutar” diye bakıp o dönem iş yapan Gremlins (1984), Ghoulies (1985) ve Troll (1986) gibi tür filmlerini taklit eden (ve en başta Goblins olarak isimlendirdikleri) bir senaryo yazmışlar. ABD pazarına ucundan yamanma amacıyla çekilen film, dağıtımcıların hiç ilgisini çekmemiş. Bunun üzerine şansını Avrupa’da denemeye kalksa da birkaç yerde kısıtlı gösterim imkânı bulmuş ama neredeyse hiç iş yapmamış. Yatırımını kurtarmak isteyen D’Amato, filmin ismini Troll 2 olarak değiştirerek artık ilk Troll filminin ne kadar kredisi varsa ondan faydalanma umuduyla tekrar ABD pazarını zorlamış ve ev sineması (VHS) ile kablolu televizyon anlaşmaları yapmayı başarmış. Böylece film çekildikten birkaç yıl sonra -Troll 2 ismini alarak bile olsa- video kaset dükkânlarının raflarında ve HBO ile Showtime gibi televizyon kanallarının geceyarısı gösterimlerinde yer almaya başlamış.
Bugünden bakıldığında D’Amato ve Fragasso’nun ellerindeki filmle ABD’de ticari başarı kazanacaklarını “umut etmeleri” bile inanılmaz görünüyor. Ana akım sinemanın standartlarına göre filmin hemen her alanda yerlerde süründüğü aşikâr. Onu bırakın, çıtayı B-tipi korku filmleri seviyesine indirsek bile taklit ettiği filmlerin yanına bile yaklaşamadığı tespitini yapmak çok zor değil. Joshua’nın ailesini korumak için yemeklerin üzerine işediği sahne ile akabinde babasının “Konukseverliğin üzerine işeyemezsin! Buna izin veremem!” diye bağırdığı sahneyi aklınıza getirin. Ya da daha da garip bir örnek olarak bir koçan mısırın vücut ısısının aleviyle patlamış mısıra dönüştüğü o unutulmaz seks sahnesini. Evet, bugün bu sahneler artık klasikleşmiş durumda ve filmin gösterimleri esnasında hayranların en çok reaksiyon gösterdiği anlar olduğu için yüze (en az sahnelerin bizzat kendileri kadar) anlamsızca oturan bir gülümseme ile birlikte hatırlanıyor ama ilk izlediğiniz zamanı düşünün, “bu nedir, n’oluyor, ne izliyorum ben” tepkisi vermemek mümkün mü? Bırakın filmi ABD’de gösterime sokmayı, herhangi birinin ciddiye alması bile mümkün görünmüyor.
Birkaç sene uğraştıktan sonra bile olsa D’Amato’nun ev sineması (VHS) ile kablolu televizyon anlaşmaları yapabilmiş olması bile yeterince şaşırtıcı. Ama daha da şaşırtıcı olan artık video kaset dükkânlarının tozlu indirim sepetlerine düşüp kanalların geceyarısı gösterimlerinde bile yer bulamamaya başlamışken yakaladığı mucizevi şöhret. Kulaktan kulağa yayılarak yavaş yavaş büyüyen bir kitlenin sahiplendiği Troll 2, evlerde ya da okullarda yapılan özel gösterimlerle tam bir külte dönüştü. 2003 yılında DVD formatında satışa sunulduktan sonra internetin de yardımıyla hayran kitlesini iyice genişletti. Ama asıl çıkışını gösterim şansı yakalayamadığı ülke çapındaki sinemalarda 2006 yılından itibaren yaygınlaşan (ve hemen hepsinin biletleri anında tükenen) geceyarısı gösterimleri ile gerçekleştirdi. Oyuncuların da katıldığı gösterimler sonrasında yapılan söyleşiler de ilginin hızla artmasına yardımcı oldu ve film ABD’nin neredeyse bütün eyaletlerine yayılan (ve birçok kült filmi kıskandıracak) çılgın bir şöhret sahibi oldu. Bütün olan bitene şöyle bir bakınca çığ gibi büyüyen hayran kitlesiyle daha da ünlenen filmin yükselişini mantıklı bir zemine oturtmak mümkün görünmüyor. Yönetmenliğini filmin oyuncu kadrosundan (Joshua rolündeki) Michael Stephenson’ın üstlendiği, Troll 2 fenomeninin sebeplerini araştıran Best Worst Movie (2009) isimli belgesele bakınca oyuncuların da bu konuda yeterince şaşkın oldukları gözlemleniyor.
Filmin bu denli popülerleşmesinin sebepleri üzerine çeşitli fikirler ortaya atılıyor elbette. Evet, birçoğu itiraz edilemez sebepler ama ortada “evet, bu yüzden oldu” netliğinde bir formül yok, belki de olamaz zaten. Çünkü bilhassa The Room (2003) sonrasında benzer şöhretin peşine düşen bir dolu ucuz film çekildiği görülüyor ama hiçbiri istediği yere ulaşamıyor. Euro Horror kitabının yazarı Ian Olney; olağanüstü kötü bir İtalyan filminin, çekilmesinin üzerinden yıllar geçtikten sonra Amerikalı seyirciler tarafından bu denli sahiplenilmesinin basit bir sebebi olduğuna inanıyor. Seyirciye sunduğu edimsel izleme deneyiminin gücü sayesinde hayranlar, Troll 2 ile izleme anında direkt etkileşime geçip kendilerini hem kişisel hem de sosyal olarak ifade edebiliyorlar. Barbara Klinger’a göre bir metne tutkuyla bağlanan bir izleyici, onu yeniden biçimlendirerek hem metnin anlamını bozuyor, hem de bireyin bizzat kendisini ve dünyayı algısını etkiliyor. Nihayetinde böyle bir metin izleyicinin hayatı boyunca etkili olan bir yol haritası, yani geçmişe olduğu kadar günümüze de uyum sağladığı anları temsil eden otobiyografik dönüm noktaları vücuda getiriyor. İzleyici için güvenli ve sürekli bir kişisel ve toplumsal kimlik anlamına geliyor. Zaten Troll 2 hayranlarının internet sitelerinde, forumlarda ve benzeri online platformlarda yazdıkları da Olney ve Klinger’ı haklı çıkartıyor. Birkaç örnek vererek yazıyı sonlandıralım:
- “Filmin ‘o kadar kötü ki çok iyi’ klasmanında olduğunu kabul etmiyorum, Troll 2 çok iyi bir filmdir, harikadır. Her saniyesi beni muhteşem hissettirir ve onu tüm samimiyetimle ölümüne seviyorum.”
- “Bu filmin bana neler yaptığını anlatamam, izledikten sonra hayatım kökünden değişti.”
- “Sanırım 1991 yılında bir arkadaşım beni televizyonda gösterilen Troll 2’yu izlemeye ikna etti. Galiba HBO kanalıydı. O günden beri filmi izleyen herkese karşı özel bir yakınlık hissediyorum. Ne zaman Troll 2 hakkında konuşmaya başlasam, illaki birisi çıkıp heyecanla filmden bir sahneyi taklit ederek anlatmaya başlıyor. Troll 2 insanları bir araya getiriyor!”
- “Filmi sinema salonunda izlediğim zamanki gibi bir tecrübeyi hayatım boyunca yaşamadım. Atmosfer inanılmazdı. İnsanlar kahkahalarla gülüyor, çığlıklar atıyor, daha perdede duymadan replikleri hep bir ağızdan ezbere bağırıyordu. Bütün yakın arkadaşlarınla elde bira film izlemek gibi bir şeydi. Hepimiz sanki sinema kilisesinde bir araya gelmiş gibi bütünleşmiştik. Etkisi hâlâ geçmedi, o bağlanma hissi, o enerji, uzun zamandır böylesi bir film izleme deneyimi için bekliyordum. En sonunda oldu, bütün salon tek bir vücut gibi hareket ediyordu.”
- “Salonun ışıkları yandığında anlatılmaz duygular içindeydim. Bütün film gösterimlerinin bu şekilde olması gerektiğini anladım. Daha fazla insanı Troll 2 izlemeye ikna etmem lazım. Nasıl ki bu bana geçti ve ben bu deneyimi yaşadım, ben de başkalarına aktarmalıyım.”
- “Sinema salonundan her çıktığımda, hangi filmi izlemiş olursam olayım, kendi kendime şöyle düşünürüm: ‘Yok, bir Troll 2 değildi…’ Bugüne kadar izlediğim hiçbir film bende böyle bir etki bırakmadı. Bu film niye bu kadar iyi? Troll 2, günümüzdeki filmlerin %99’unun yakınına bile yanaşamadığı bir şeyi başarıyor; çok eğlenceli olmayı.”
- “İyi bir film nedir? Seni iyi hissettirecek ve kabak tadı verip bıktırmadan defalarca seyredebileceğin herhangi bir filmdir. O zaman bakalım; William Randolph Hearst’ü eleştirdiği için bütün eğlence sektörünün öfkesini üzerine çeken Orson Welles’in başyapıtı Citizen Kane’i mi seçerdim yoksa repliklerini çekimden bir gün önce öğrenen bir avuç oyuncunun yer aldığı Troll 2’yu mu? Şöyle bir terazide tartalım bakalım. Citizen Kane’i şimdiye kadar üç kere izledim ve bir daha izleyeceğimi de düşünmüyorum. Troll 2’yu da üç kere izledim ama yüzlerce kez daha izlemeyi düşünüyorum. Bu şekilde tartarsak, sanırım Troll 2’yu seçmek ve Troll 2’nun daha iyi bir film olduğunu söylemek durumundayım. Evet, gururla ve yüksek sesle söylüyorum: Troll 2, Citizen Kane’den daha iyi bir filmdir.”
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
Kaynaklar
- Barbara Klinger, Beyond the Multiplex: Cinema, New Technologies, and the Home, ABD: Berkeley University of California Press, 2006.
- Ian Olney, Euro Horror, ABD: Indiana University Press, 2013.
- IMDb
- IMDb Trivia
Baştan sona keyifle okudum. Bir de troll 3 diye bir italyan filmi var. Bu filmlerle ilgisi var mı acaba?
Yorumunuz için çok teşekkürler Mansur Bey. Muhtemelen (işin içinde yine D’Amato’nun parmağı olan) yine Filmirage yapımı, daha çok Contamination .7 ya da The Crawlers (1993) olarak bilinen filmden bahsediyorsunuz. Yazıda bahsi geçen iki filmle de en ufak bir bağlantısı olmayan bu korku filmi de ABD’de Troll 3 ismiyle pazarlandı.
İşin komiği bu sefer D’Amato’nun bizzat kendisinin yönettiği, yine Filmirage yapımı Quest for the Mighty Sword (1990) da kimi Avrupa ülkelerinde Troll 3 ismiyle pazarlanmıştır ama bu filmin de Troll filmleriyle bir ilgisi yoktur.
Troll 2 hayatımda izlediğim en ıyi filmdi. Creedence Leonore Gielgud karakterini canlandıran aktrist Deborah reed de dünyanın bilinmeyen oyuncusudur. Bunu filmi 5. kez izledikten sonra tam anlamıyla kabul ettim.
Artık şehir şehir dolasip bu filmin misyonerliğini yapmayı düşünüyorum. Umarım bir gün hakettiği değeri tam anlamıyla görecek.