Troubled Water / Bulanık Sular, Norveç sinemasının usta yönetmenlerinden Erik Poppe’nin 3. sinema filmi. Senaryo Harald Rosenlow-Eeg’e ait.
Troubled Water, geçmişte arkadaşları ile işlediği bir suçtan, kaçırdığı bir çocuğun ölümüne neden olmaktan dolayı hapis yatıp iyi halden dolayı şartlı tahliye edilen Jan Thomas’ın (Pal Sverre Hagen) bir kilisede orgcu olarak işe başlayarak yeni bir hayat kurma çabasını anlatıyor. Kilisenin rahibesi Anne (Ellen Dorrit Petersen) ile sevgili olan Thomas pek tabii ki bir noktada, ölümüne neden olduğu çocuğun annesi Agnes (Trine Dyrholm) ile yüzleşmek zorunda kalıyor. Geçen yıllara rağmen çocuğunun başına gelene hala bir anlam veremeyen ve kafasının içindeki cevaplanmamış sorularla cebelleşip duran Agnes’in intikam planı beklenmedik şekilde sonuçlanıyor.
Poppe, hikayeyi üç ayrı bölümde iki ayrı özne ile anlatıyor. Birinci bölümde özne Thomas iken ikinci bölümü Agnes’in gözünden izliyoruz. Üçüncü bölüm yani final hesaplaşmasında ise seyirci her iki özneyi de bırakıp ikisine de eşit mesafede bir konuma yerleşerek jüri konumuna geçiyor. Her iki özne -Thomas ve Agnes- kendine ait bölümlerde detaylı bir biçimde betimleniyor.
*** Dikkat! Yazının bundan sonraki bölümü olay örgüsünün çözümlenmesi için bol miktarda sürprizbozan (spoiler) içerir! ***
Thomas, arkadaşları ile işlediği suç esnasında bir çocuğun ölümüne neden olma suçlamasıyla cezaevine giriyor. Org çalmayı cezaevinde öğreniyor, ustalaşıyor. Cezaevi kilisesinin ayinlerinde org çalmaya başlıyor. Thomas’ın kendini inandırdığı şey şu: İştirak ettiği çocuk arabası kapkaçı sonucunda küçük Isak’ın ölümüne neden olması büyük talihsizlik ama cezasını çektiği için endişelenmesi gereken bir şey yok.
Thomas’ın şartlı tahliye ile cezaevinden çıkmadan önce aynı cezaevinde yatan eski suç ortaklarından yediği dayak izleyicide Thomas’a karşı sempati uyandırıyor. Dayak esnasında kafasının, mutfakta patatesleri yıkamak için kullanılan kazana daldırılması ile bir taraftan vaftize vurgu yapılırken diğer taraftan da onun, suç ortaklarının kurbanı olduğu yolunda bir izlenim oluşuyor. Su aşağı yukarı her dinde hayatın ve arınmanın simgesi. Hristiyanlıkta da vaftiz, arınmayı, temizlenmeyi ve İsa ile bir olmayı simgeliyor. Thomas’ın kafasının daldırıldığı kazan, vaftiz alegorisi olarak cezasını çekip arınmış olmayı simgeliyor ve tuhaftır, cezaevinden tahliye edilen Thomas, uzun saçları ve top sakalıyla -her ne kadar İsa top sakallı olmasa da- fena halde İsa’yı anımsatıyor. Kafanın suya daldırılması esnasında kurgu devreye giriyor. Kamera kazanın içindeki sudan, küçük Isak’ın boğulduğu nehrin sularına dalıyor ve dipteki çamurların arasında ellerini açmış bir şekilde duran İsa heykeli belli belirsiz görünüp kayboluyor. Belli ki Thomas dibe dalmayı göze alırsa kurtuluş mümkün. Dipteki çamur konusuna tekrar döneceğiz.
Bir filmde, sayfalarca yazıyla veya dakikalarca görüntüyle anlatılacak bir düşünceyi veya ruh halini birkaç saniyede anlatabilen küçük ve etkili sahneler bulursam çok mutlu oluyorum. Bu da benim takıntım. Yersiz yurtsuz Thomas tahliye edilip kilisede işe başlayınca kilise ona küçük bir daire tahsis ediyor. Burada sevdiğim türden bir sahne yaşanıyor. Thomas daireye ilk girdiğinde anahtarı kilide sokup birkaç kez kilitleyip açıyor. Kapı kanadını açıp kapatıyor ve bunu her yapışında suratına daha mutlu bir ifade yerleşiyor. Thomas barınacak bir yer bulma veya cezaevinden çıkmış bir kişi olarak kapının denetimini ele almaktan çok öte bir kazanım elde ediyor. Hayatına kendi başına yön verebilecek olmanın keyfini yaşıyor. Bu mutluluğun ve ruh halinin tersini Atatürk’ün mütareke dönemi anılarını kaleme alan Falih Rıfkı Atay anlatıyor:
1919 Mart ayının ortalarıdır. Damat Ferit hükümeti baştadır. Eski İttihatçılar dalga dalga tutuklanıp hapse atılmaktadır. Bu dalgaların sonuncusunda Mustafa Kemal Paşa’nın eski çalışma arkadaşı ve en yakın dostlarından olan Ali Fethi (Okyar) da tutuklanmıştır. Bu Fethi Bey’in ikinci tutuklanışıdır. Mustafa Kemal Paşa yaylım ateşinin kendine doğru yaklaştığını görmekte ve mütareke İstanbul’undaki günlerinin daraldığını hissetmektedir. Lakin bu gidişe dur demek gerektiğinin de farkındadır. Fethi Bey’i ziyaret etmeye karar verir. Asker üniformasını sırtına geçirir, yaverini de yanına alır ve arkadaşının gözaltında tutulduğu Polis Müdürlüğü’nün yolunu tutar. Fethi Bey’in tutuklu bulunduğu Sansaryan Hanı’nın merdivenlerinden çevik adımlarla çıkarken bir vehme kapılır. “Acaba” der, “Kendi ayağımla esaretime mi geliyorum?”(1) Az sonra tutukluların bulunduğu en üst kata ulaşır. Parmaklıklı kapılardan geçer. Sonra kapılar ve parmaklıklar tek tek üzerlerine kapanır. Mustafa Kemal Paşa’nın endişesi bir kat daha artar. Kapının, parmaklıkların, ülkenin ve tüm hayatın kontrolünün başkasında olmasına hayıflanıp özgürlüğünü kaybetme endişesini, yani Thomas’ın mutluluğunun tam zıddını derinden hissetmektedir.(2)
Thomas’ın kendine güvenen huzurlu bir kişilik olarak çizilen tasviri birkaç gün sonra Rahibe Anne’in oğlu Jens’in ortaya çıkması ile sakatlanır. Jens, Isak’ın öldüğü gün giymekte olduğu kazağa benzeyen yatay çizgili bir kazak ile ortaya çıkar. Cezasını çekmenin gönül rahatlığı içinde yeni hayatına başlayan Thomas’ın vicdanı harekete geçer. Isak’ın boğulduğu nehre dalış sahnesi tekrarlanır. Lakin bu sefer dipte İsa değil yalnızca çamur vardır. Thomas’ın sahte gönül rahatlığı, vicdanının marifeti ile huzursuzluğa dönüşür. Fakat Thomas Jens’e yakın olmayı seçerek bu badireyi de atlatmış görünse de izleyici artık dipteki çamurla ilgilenmeye ve Thomas ile arasına mesafe koymaya başlamıştır.
Filmin ikinci bölümünde özne artık Agnes’tir. Thomas ile Agnes’in hikayelerindeki bazı sahneler ortaktır. Bu sahneler önce Thomas’ın gözüyle görülmüştür. İkinci bölümde ise Agnes’in gözünden görülür. Fakat sahnelerdeki fark bakış açısından çok ruhsal duruma işaret eder. Aynı sahneyi Thomas’ın gözüyle izlerken onun görüş alanı içinde olan Agnes görünmez. Ama ortak sahnede özne Agnes olduğunda Agnes’in neredeyse anlık olarak gördüğü şey Thomas’tır. Thomas’ın görünürdeki iç huzuruna karşılık Agnes cehennem ateşinde yanmaktadır. Nehre dalış sahnesi Agnes öznesi için de çekilmiştir. Agnes havuz sahnesinde suya dalar. Kamera havuz sularından, Isak’ın boğulduğu nehre geçiş yapar. Agnes’in nehrinde kameranın bize gösterdiği şey sulara kapılıp gözden kaybolan Isak’tır. Agnes umutsuzca bir cevap aramaktadır. Cevap bulamayınca günden güne hırçınlaşıp kalbi kararmaktadır. Aslında Agnes açıkça, yararsız sorulara boş yere cevap aramakta fakat bir türlü bundan vazgeçememektedir.
Agnes’in ruh halini Nahid Sırrı Örik’in Eski Zaman Kadınları Arasında adlı biyografik romanda anlattığı yuvarlanan yeniçeri kafasına çok benzetiyorum. Örik’in ninesi Sabure Hanım Yeniçeri Ocağı’nın kaldırıldığı 1826 yılında henüz küçük bir kızmış. Yeniçeri Kışlaları’nın topa tutuluşunu, bir hafta boyunca yanışını uzaktan izlemiş. Kıyımdan kurtulabilen pek az sayıda yeniçeri mahalle aralarına kaçışıp zula köşelere sığınmış. Bunlardan biri de Sabure Hanım’ın mahallesindeymiş. Birkaç ay sonra ortalık durulunca kılık değiştirerek sokağa çıkmış ve o anda etrafını askerler çevirmiş. Yeniçeri şikayetkar bir şekilde “N’ettim ben?” diye bağırmaya başlamış. Yeniçerinin kafasını bir kılıç darbesinde uçurmuş askerler. Rivayet o ki yokuş aşağı yuvarlanmaya başlayan kafa “N’ettim ben?” diye söylenmeye devam etmiş.(3)
Örik’in ifadesi pek açık değil ama yeniçerinin “N’ettim ben?” sorusunu “Suçum ne?” diye anlayabiliriz. İşte Agnes’in ruh hali “Suçum ne?” diye söylene söylene sonsuza kadar yuvarlanan o yeniçeri kafasına benziyor. Zira sekbanlar tarafından etrafı sarılan yeniçerinin “N’ettim ben?” diye sorması, cevabını alabilseydi bile bir anlam ifade etmeyecekti. Yeniçeri ocağı, karaciğeri çoktan iflas etmiş yaşlı bir savaşçının aksayan ayağıdır. Kangrenlidir, kesilip atılmalıdır. Yeniçerinin suçu Vakayi Hayriye devrinde yeniçeri olmak değildir. Zira geleceği bilmenin bir yolunu bulamadığımız sürece yanlış zamanda yanlış yerde doğmak veya bulunmak bir suç değil, olsa olsa olasılık bilimini ilgilendiren bir meseledir. Yeniçerinin suçu ve laneti, yanıtlamasına imkan olmayan soruları kendine sormaktır. Agnes’in durumu da böyledir. Isak’ın boğulmasına neden olan Thomas veya suç ortaklarından biri bir şey saklıyorsa (ki bunu da onlardan başka kimse bilemez) Agnes’in bunu bilmesine imkan yoktur. Tek gerçek Isak’ın ölmüş olmasıdır. Agnes de yanıtı olmayan bir soruyu kendi kendine sorarak hem kendi yaşamını hem de başkalarınınkini cehenneme çevirmektedir. Thomas’ın, yani Isak’ın katilinin iyi bir orgcu olmasını ve rahibe Anne ile düzgün bir ilişki kurmasını da adeta hakaret olarak algılamıştır. Burada dikkat çekmek istediğim nokta şu: Filmin ilk iki bölümünde yani Poppe’nin Thomas ve Agnes’i özne olarak aldığı bölümlerdeki karakter betimlerine baktığımızda işlediği suçun cezasını çekerek kendine yeni bir hayat kurmak isteyen Thomas, ayrıntısını henüz ne olduğunu bilmediğimiz bir ikirciğe -nehrin dibindeki çamur- sahip olmasına rağmen hırçın Agnes’ten daha olumlu bir karakter olarak resmedilmiştir.
Dananın kuyruğunun kopacağı, yani Thomas’ın bastırmaya çalıştığı, Agnes’in ve izleyicinin de bilmediği şeyin öğrenileceği bölüm üçüncü bölümdür. Burada hikaye ortaklaşır. İzleyici her iki karakteri de eşit uzaklıktan izlemeye başlar. Agnes, Thomas’a emanet edilen Jens’i kaçırır. Isak’ın boğulması olayının bir benzeri finalde yaşanır fakat Thomas nehre dalarak Jens’i kurtarır. Film boyunca birkaç versiyonunu gördüğümüz nehre dalış sahnesi tekrarlanır ama bir farkla; sulara, dipteki bulanıklığa dalan kamera daha sonra yönünü yukarı doğru çevirir, su yüzüne doğru çıkmaya başlar, görüntü berraklaşır. Geçmişte yaşanan trajedinin yeniden canlandırılması Thomas’ın sahte özgüvenini yerle bir eder ve Isak’ın ölümü ile ilgili itiraf gelir ardından. Thomas, kaçarken düşen ve başını çarpan Isak’ın öldüğünü sanmış, onu kucağına almış ama yaşadığını fark ettiği halde sulara bırakmayı tercih etmiştir. Böylece her şey berraklaşır. Thomas aslında Jens’i kurtarmak için suya dalarken ruhunun derinliklerindeki balçığı görmüş, ona dokunmuş ve yüzeye çıkmıştır.
Üçüncü bölümde vaftiz ve arınma kavramları revizyona uğratılarak Hristiyanlıkta sahip olduğu anlamdan uzaklaşır ve -burası benim şahsi kanaatimdir- Budizm’in Aydınlanma kavramına yakınlaşır. Budizm’de aydınlanmanın simgesi Lotus’tur (Nilüfer). Lotus’un kökleri dipteki balçıkta, çiçeği ise yüzeydedir. Çamur cehalettir. Lotus, yani aydınlanma cehaletten doğar. Güzel lotusun kaynağı dipteki balçıktır. Aydınlanmadan bahsetmek için önce cehaletin var olmasını, arınmadan bahsetmek için de önce kirlenmeyi varsaymak gereklidir. Hristiyanlıkta arınmanın özü günahtan kurtulma isteğiyken budizmin anlayışında arınmanın özü günahı deneyimlemek, onu tanımaktır. Hristiyanlıktaki vaftiz, bir anlaşma, arınma, tövbe ve İsa Mesih ile yeniden bir olma aracıdır. Başlangıçtaki günah dolu yaşamlarımızı arındırır. Budizm ise diyalektik bir anlayışla cehalet ile arınma arasındaki sürekli bağa işaret eder. Gerçek arınma ruhun derin sularına dalıp en dipteki balçığa dokunup onun pisliğiyle yüzleşerek gerçekleşir. Kirlenme ile arınmayı, suyla balçığı, iyilikle kötülüğü, siyahla beyazı birbirini tamamen dışlayan zıt kavramlar olarak değil, bir bağlam içinde birbirini doğuran kavramlar olarak ele aldığımızda bu konuda dişe dokunur bir şeyler yapmaya başlamış oluruz.
3 act’lı klasik senaryo yapısının dışında, iki özneli, üç bölümlü özgün bir senaryo yapısının başarılı bir biçimde uygulandığı filmde Trine Dyrholm’ün rolünü layıkı ile yerine getirdiğini söylemeden geçmemek lazım. Beğendiğim bir aktris olan Ellen Dorrit Petersen’in sabit gülümsemesi ile oldukça standart ve kuru bir performans sergilemesi biraz can sıkıcı. Norveç sinemasının kötü adam olarak kullanmayı sevdiği Pal Sverre Hagen farklı bir tipleme ile karşımızda. Erik Poppe, Hagen’in hem kötü hem de iyi tarafı olan gri bir karakteri canlandırmasını tercih etmiş. Hatırlayacak olursanız bunu 2021 yılında çektiği Middle Man / Aracı filmi ile Bent Hamer de yapmıştı. Yalnız Hagen’in Bulanık Sular’da oyunculuğunun sınırlarına takıldığını ve yapamadığı şeylerin, beylik mimik ve bakışlarının biraz sırıtmış olduğu görülüyor.
Her filminde farklı konulara hatta bazen de farklı türlere atlamayı seven ve ele aldığı konuyu derinlemesine işleyen Poppe bu filminde ceza, arınma, intikam ve affetme kavramları üstüne kafa yormuş. Poppe’nin 3. sinema filmi olan Troubled Water / Bulanık Sular, 2018 yılında çevirdiği Utoya: July 22 ile birlikte filmografisindeki en iyi film. Norveç sinemasına meraklıysanız atlamamanız gereken filmlerden biri.
Dipnotlar:
(1) Çok da haksız değildir bunları düşünmekte. Çünkü mütareke basınındaki işaret fişekçileri çoktan “Kemal Paşa ile Rauf Bey elini kolunu sallaya sallaya ortalıkta dolaşıyor” diye yazmaya başlamış Alemdar gazetesinde yazan satılık kalemler tutuklananlar hakkında “Sehpalar (idam sehpaları) bu adamlara layık değildir. Kafalarını kesip kütükler üstünde herkese sergilemek lazımdır” diye yazmaya başlamıştır.
(2) Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, Sayfa 103, BATEŞ Atatürk Dizisi
(3) Nahid Sırrı Örik, Eski Zaman Kadınları Arasında, Sayfa 17-18, Oğlak Yayınları