Kendimizden sık sık “modern insan” diye söz etmemiz oldukça ironik aslında! Bu 6 harften oluşan kelimeyi, çağımızda hemen hemen her yeni yönelime yapıştırma eğilimi de ayrı bir salatanın turşusu tabi! Modern olduğumuzu iddia ederken, sözü çok seyrek olarak ön yargılarımıza, etiketleme arzusuna ve sınıflandırma hastalığına veririz. Aslında bütün bunlar o çok bayıldığımız ve ağzımıza sakız olan modernleşme sürecinin bir getirisi değil midir? Zaten bu zavallı eğilimlerimiz de mikrofonu ellerine aldıklarında tiz bir tonda haykırırlar! Onların notalarında savaş, ölüm, ırkçılık ve bu kategorinin vazgeçilmez sonucu olarak şiddet vardır!

blankTucker ve Dale ikilisinin de bir çift önemli problemi var. Köylü olmak ve üniversiteli olmamak. Zaten batılı algı çerçevesinden birbiri ile akraba iki durumdan bahsediyoruz. İşin aslının tam olarak bu olduğu şaibeli ama yıllar yılı bize pazarlanmış olan anlayış budur. Gel gelelim Amerikan sinemasının 60’li yıllardan beri süregelen ve öncülüğünü de Herschell Gordon Lewis ‘ın 2000 Maniacs filminin yaptığı, “güneyli korkusunun” linç girişimi için yeterli bir sebep olduğunu da biliyoruz. Yine de bizim jenerasyon, kırsal kesime yolculuk yaparken dikkatli olunması gerektiğini, 80’li yılların slasher filmlerinden öğrenmiştir. İşin ahlaki boyutu her zaman tartışılmaya açık fakat, kollektif hafızamıza “yabancılardan korkulması gerektiği” anlayışını kazıyan tek şey elbette ki 60 sonrası Amerikan korku sineması değildir. Hemen her kültürde kendisine yer bulan, sığınmacı ve ayrımcı bir bakış açısıdır bu! O zaman Tucker ve Dale ikilisinin nihai sorununun “yabancı olma” ya da “yabancı görünme” olduğunu söyleyerek bu kısma noktayı koyabiliriz.

Adet olduğu üzere hikayemize dair de birkaç kelam geveleyelim : Tucker’a miras kalan orman kulübesine çeki düzen vermeye giden ikili ve bir grup üniversite öğrencinin yollarının garip bir biçimde kesişmesiyle başlıyor filmimiz. Dale’ın sosyal hayatı oldukça başarısız –ki aslında bütün çenebazlığına rağmen Tucker’ın durumunun da iddia edildiği kadar parlak olduğu söylenemez. Her ikisi de, üniversiteli gençlerin kafasında “güneyli” şablonuna cuk oturmaktadır. Giydikleri tulumlardan, is lekeleri ile dolu hafif kırmızı suratlarına hatta kullandıkları kamyonete kadar markalarını belli eder bu ikili. Ne yazık ki genç kafile, kendilerini etiketlemiştir ve bu iki saf ve temiz güneyli delikanlı, kanlı bir yanlış anlaşılmalar zincirinin merkezinde yer alacaklardır!

blank

İkili, yıllar yılı seyircinin kafasına dokuz inçlik çiviler misali çakılmış redneck tabirinin tam tersi kişiliklere sahiptirler. Dale, dünya tatlısı, utangaç ve Tucker’ın tabiri ile kendi hakkını bile savunamayacak kadar başkalarını düşünen bir insandır. Tucker ise, her ne kadar ikili içerisindeki en baskın karakter olsa da söz konusu Dale olunca her daim dostunun yanında olan, biraz çenebaz biraz da uyanık bir şahsiyet. Onları birer canavar haline getiren ise, kısıtlı ve aslında söz konusu güneyliler olduğunda bile onları sınıfta bırakacak kadar kısıtlı ve kabız bakış açısı.

Taze yönetmen Eli Craig’in “peki ya her şey bir yanlış anlaşılmadan ibaret olsaydı?” sorusundan hareket eden ve bu hareketini bir süre sonra son 30 yılın korku anlayışının genel bir parodisine çeviren fikri ise, aslında klişe gibi görünmesine rağmen doğru hamleler sayesinde git gide güç kazanan bir fikir. Başroldeki kankaların, acı tesadüflere tekabül eden kıyımı ve bu kıyımı yaparken neredeyse hiç efor sarf etmemiş olmaları, çıkış noktası bakımından sağlam fakat filmin ilerleyişi içerisinde koflaşabilecek bir malzeme. Öyle ya! bir süre sonra bu ikilinin ellerini dahi sürmeden hurdaya ayırdığı genç ve kafasız üniversite öğrencisi sayısındaki astronomik artış bile, izleyiciye sıkıcı gelecek ve tahmin edilebilirliği arttıkça izleyici de filme burun kıvırmaya başlayacaktır! Neyse ki, Craig’in sağlam manevra kabiliyeti sayesinde, filmin rotası “sadece yanlış anlaşılmalar üzerine kurulmuş bir slasher parodisi” olmaktan sıyrılarak, güncel korku ve gerilim trendlerini de kapsayan geniş bir birleşim kümesine dönüşüyor.

blank

Aslında kafadan korku ve gerilim meraklısı sinefiller için vücuda getirilmiş bir filmden bahsediyoruz. Bu aileye mensup olan Shaun Of the Dead, Zombieland, Attack The Block ya da You Must Love Death sınıflandırma söz konusu olduğunda aklıma gelen ilk örnekler. Tabi Tucker and Dale vs. Evil’ın iyi kotardığı diğer bir kısım da bütün bu örnekler gibi “olmaya çalışmak” yerine kendine özgü malzemesini yine kendi tarzı çerçevesinde işleyebilmesi. Tabi film, keskin bir viraj aldıktan sonra Last House On The Left ya da Eden Lake gibisinden kedi ve farenin rol değişimi konseptine dönüşmeyi de başarıyor. Bunu da hiç kuşkusuz abartılı ve eğlenceli Chad karakteri ile yapıyor. Jesse Moss zaten korku filmlerindeki teen age rolleri konusunda neredeyse uzman sayılacak bir isim. Burada çizdiği tekinsiz, kompleksli ve fazlasıyla tedirgin edici Chad portresi, menüye daha fazla kalori katıyor adeta!

blankAcı ve fazlasıyla kanlı tesadüfler eşliğindeki kıyımları sonrasında, Tucker ve Dale ikilisi bir de Chad ve ekibinin saldırılarını bertaraf etmek için çaba sarf ediyorlar. Bütün istekleri, ormandaki klübelerini adam etmek ve arta kalan zamanlarında balık tutmak olan bu ikili, ön yargılardan güç alan bir dolu cinayetin kanı ile sulanan toprağın zoraki bereket tanrıları görevini üstleniyorlar.

Diğer taraftan teen slasher konsepti özellikle doksanlı yılların sonunda kendi öz eleştirisini yapmaya ve kendi malzemesinden parodi çıkartmaya çalışan eğrili doğrulu pek çok filmin işgaline uğramıştı. Bir noktadan sonra cılkı çıkmaya başlayan bu anlayış; hem slasher furyasına hem de furyanın ciddiyetsizliğini daha ciddiyetsiz yapımlarla sulandıran basit ve lezzetsiz komedilere ağır bir darbe indirmişti. Bu bakımdan Tucker and Dale vs Evil’ın uzun zamandan beri bu ön yargıyı kırmayı başarabilen tek yapım olduğunu da eklemeden geçmek olmaz!

Eli Craig’in filmografisindeki tek uzun metraj olan Tucker and Dale vs Evil, her ne kadar türe uzak bir isim gibi gözükse de slasher furyasının a-be-ce’sini çözmüş bir kafadan çıktığını kanıtlıyor. Zaman zaman bilindik numaralara başvursa da orijinal ve keyifli olmayı da ziyadesi ile başarıyor! Özellikle içinde bulunduğumuz şu kısır dönemde reçetenize mutlaka iliştirmeniz gerekir! İyi seyirler…

blank

Editörün notuTucker and Dale vs Evil, Frightfest 2011’de gösterilen ve epey ilgi gören filmlerden biri ve bir Frightfest seçkisi/rehberi olması amacıyla yazarımız Fatih Yürür tarafından kritiklendi. Frightfest’i yerinde gören, dalında seven yazarımız Can Evrenol’un festival izlenimlerini de okumak isterseniz sizi buraya alalım.

blank

Fatih Yürür

İlk sinema deneyimi, bir Stephen King uyarlaması olan “Geri Döndüler” olmuştur. Yazmaya başladığı dönem ise aslen lise yıllarıdır. Saçma sapan korku hikayeleri kaleme almaktadır ve asıl amacı bir gün bunları görselleştirebilmektir. Çeşitli platformlarda oyun incelemeleri ve film eleştirileri yazar. Yaratmış olduğu RüyadaM adında bir animasyon ve çizgi hikaye karakteri bulunmaktadır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Rampage: Capital Punishment (2014)

Rampage: The Capital Punishment tüm sevimsizliğine rağmen, yönetmenin filmografisinde asla
blank

2019: After the Fall of New York (1983)

Çocukluğumun sinemalarında seyredip de aklımdan hiç çıkmayan bir çöp apokaliptik