Popüler kültürün en sevdiği işlerden biri John Milton’ın meşhur Paradise Lost’unu evirip çevirip yeniden önümüze sunmak. Yanlış anlaşılmasın, bu durumdan hiç rahatsız değilim. Mevzu Hristiyan mitolojisi olduğunda Paradise Lost kadar iyi başka kaynak bulmak zor, melekleri birbirleriyle savaştırmak da her daim karizmatik bir fikir.
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz
Hele ki bu kaynağın Neil Gaiman ya da Mike Carey gibi büyük zihinlerin elinde nasıl harika eserlere kapı açtığını gördükten sonra insanın kalbinde Paradise Lost sevdası barındırmaması imkansız (Çok iyi İngilizce’ye sahip değilseniz hiç kitabı okumaya girişmeyin, satır ilerleyemezsiniz). Ancak bu mitolojiden faydalanan her yazar Neil Gaiman değil, her eser de sanatın geldiği son nokta olmuyor. 2010 yılında vizyona giren Legion, Paradise Lost ekolünden yola çıkıp büyük potansiyeline rağmen vasatın üzerinde bir iş sergileyemeyen, gişede de yüzü pek gülmemiş bir kıyamet-macerası idi. Legion’un aksiyon sineması tarihinde yitip gideceğini düşünüyordum ama belli ki Başmelek Mikail’in bayrağı hemen düşürmek gibi bir niyeti yok. Aradan geçen dört senenin ardından Legion karşımıza yeni bir isimle (Dominion) ve bu sefer bir tv dizisi olarak geliyor.
Açık konuşalım, ben Legion filminden keyif almıştım. Vasataltı diyaloglarına, orta seviye sürükleyiciliğine ve asla derinleşemeyen karakterlerine rağmen film bana özlediğim bazı şeyleri sunmuştu. Gene de dini motifleri bol fantastik bir Terminator hikayesinden fazlası değildi seyrettiğim, bu yüzden yeni ve özgün bir iş görmek isteyen insanlara bu filmi tavsiye edemem. Peki Dominion’u tavsiye edebilir miyim? Net bir şey söylemek kolay değil.
Legion’u bilmeyenler için özet geçersek, Tanrı’nın insanlardan ümidini kesmesinin ve Cebrail’in dünya üzerinde insanlara savaş açmasının ardından Mikail yeryüzüne inerek melek kardeşlerine karşı büyük bir mücadeleye girişir. Mikail insanların hala kendilerini ispat etmek için bir şansları olduğuna inanmaktadır. Bu kısmi kıyametin ilk hedefi ise Amerika’da garsonluk yapan, Charlie isimli hamile bir kadındır. Zira Charlie’nin rahmindeki çocuk gelecekte meleklere karşı insanların kurtarıcısı olacaktır (Terminator ?). Bu sebeple Charlie, Cebrail ve ordusu için büyük bir tehlikedir. Mikail’in ise esas görevi Charlie’yi ve doğacak çocuğunu ölümüne savunmaktır (Boşuna Terminator demiyoruz).
Filmin finalinde tahmin edeceğiniz üzere Charlie ve bebeği Cebrail’in gazabından kurtulur. Dominion, bu finalden 25 sene sonrasını konu alıyor. Mikail’in önderliğinde insanlar küçük direniş şehirleri kurmuşlardır ve bir şekilde hayatta kalmaktadırlar. Hikayeden anladığımız kadarıyla Charlie yıllar önce ölmüştür ancak oğlu hayattadır. Mikail, Charlie’nin oğlunu gizlice yetiştirmiş, ancak kimliğini kimseye söylememiştir. Bunun dışında melek saldırılarına karşı insanlığın tek umudu olan şehir devletlerinde demokrasi çoktan çökmüş, yerini güçlü bir kast sistemi almıştır.
Düzenli saldırı altındaki bir krallık kurgumuz varsa bu kurgu bir tutam romantizm olmadan düşünülemez. Dominion bu noktada bize genç, asi ve pek yakışıklı kahramanımız Alex’i ve onun biricik aşkı Prenses Claire’i tanıtmakta gecikmez. Alex ve Claire mevcut kast sisteminin yarattığı yol ayrımından muzdariptirler ve ilk fırsatta şehri terk etmeyi planlamaktadırlar. Bu planlarını da “Jübile akşamı” olarak anılan yıllık gösteriler sırasında gerçekleştireceklerdir. Ancak hiçbir şey planlandığı gibi gitmez, Cebrail’in bazı melekleri şehre saldırır, şehri ayakta tutan enerji kaynakları ciddi ölçüde zedelenir, bu sırada Alex’in yıllardır kimliği saklı tutulmuş seçilmiş çocuk olduğu öğrenilir ve tahmin edeceğiniz üzere “ufukta yaklaşmakta olan bir savaş vardır”….
Legion filmi işe Terminator klonu olarak başlamıştı, Dominion da süreci meşhur anime serisi Neon Genesis Evangelion klonu olarak sürdürüyor. Bu durum yorum farkı yaratmayacak kadar net, bu sebeple eğer Dominion seyretmeyi düşünüyorsanız çok özgün bir serüvene yelken açmayacağınızın bilinciyle yola çıkın. Buna rağmen ortada çok da kötü diyemeyeceğim cinsten bir fantezi-bilimkurgu alaşımı mevcut. Küçük dedektörlerle yapılan “içine ruh girmiş mi?” ölçümleri ve orta karar kast sisteminin toplumda yarattığı karmaşa güzel öğeler. Ancak Dominion’un kendisini zihnen çok yormadığı da aşikar. Basit bir aşk hikayemiz, detayları çok oturmamış bir melekler savaşımız, birkaç tane de kirli politikacımız var. Doksanlarda olsaydık bu bize yeter ve artardı ama artık dizilerden daha fazlasını bekliyoruz.
Bunun yanında üç meleğin saldırısında az daha yerle bir olan Vega şehrinin nasıl 25 sene boyunca insanlığın sayılı kalelerinden olduğunu inanın anlayamadım. Mevzu meleklerin saldırısı ise ve meleklerden uçabilenler de var ise (Dominion’da meleklerin büyük çoğunluğu insanların ruhlarını ele geçirerek etrafta Army of Darkness filminden çıkmış gibi gezinmekteler) şehrin surlarını biraz daha yüksek yapabilirsiniz, değil mi? Mantık hatalarımız bol, inandırıcılığımız sınırlı,dizinin mevcudiyeti büyük oranda seyircinin tolerans göstermesine bağlı.
Sadede gelirsek, her çok beğenmediğim ama rezil de bulmadığım eser için dediğim gibi Dominion’a da “fazla kendinizi kasmayın, farklı bir şeyler deniyor, bir şans verin” diyorum. Açıkçası ufukta Constantine gibi bir dizi var iken Dominion’un sunacağı fantastik tona hiç ihtiyaç duymadığımız aşikar. Gene de Constantine akşamlarımıza kadar kendimizi melekli hikayelere ısındırmak için Dominion ile idare edebiliriz. Uzun vadede ise dizinin bizde ne yazık ki çok bir iz bırakma şansı yok.
[highlight]Dominion tanıtım filmi – Tıkla izle![/highlight]
Bu yazı Dominion dizisinin ilk bölümü üzerine yazılmıştır. İlerleyen bölümlerin beni haksız çıkarması dileğiyle…