İhracat tutarı 500 milyon dolara ulaşan Türk dizileri, Amerikan dizilerinden sonra ihracatta ikinci sırada yer alıyor. 500 milyondan fazla seyirciye ulaşan Muhteşem Yüzyıl, yalnızca final bölümü 85 milyon seyirciye ulaşan Gümüş ve 80’e yakın ülkeye ihraç edilen Binbir Gece, Türk dizilerine olan yoğun talebin birer göstergeleri. Bu başarıda Türk dizilerinin kendine has anlatı yapısının önemi inkar edilemez.
Türk dizilerinin anlatı yapısının izlerinin sürülebileceği ana kaynaklardan biri Türk edebiyatıdır. TRT’nin yayın hayatına geçmesinin ardından televizyon için dizi ve film yapan yönetmenler için en önemli hususun özgün senaryo üretimi olduğu söylenebilir. Tıpkı Türk sineması gibi, Türk televizyonu da ilk yıllarından itibaren, edebiyatın zengin dağarcığını kullanarak senaryo sorununu aşmaya çalışmış; böylelikle de edebi metinler hem sinema hem de TV için vazgeçilmez birer kaynak olmuştur. Ayrıca sinemanın ve TV’nin doğasında olan ticari yapı nedeniyle, başarısını kanıtlamış bir eserin dizi ve film uyarlamasının yapılması, bir tür gişe ve rayting garantisi olarak da görülmüştür.
İsmail Sancak ile yaptığı söyleşide Halit Refiğ (2004) bu ilk dizilerin çekimi için dönemin TRT Genel Müdürü İsmail Cem’den kendisine, Lütfi Akad’a Metin Erksan’a gelen teklifi şöyle anlatır: “İsmail Cem bana; ‘BBC’nin klasikler dizisi çok ilgi görüyor. Biz de bizim klasik edebiyatımızdan bu çeşit TV için uyarlamalar yapabilir miyiz?’ dedi, ‘tabi’ dedim.” BBC’nin klasiklerinin ilgi görmesi Türk klasiklerinin de ilgi göreceği düşüncesine yol açmış, ancak bu klasiklerin seçimlerinde devletin ideolojisi de etkin olmuştur. Halit Refiğ’in uyarlama yapmak üzere Halit Ziya Uşaklıgil, Kemal Tahir gibi fikirlerini benimsediği yazarların romanlarını seçmesi, yönetmenin Ulusal Sinema hareketinin öncüsü olması ve devletin de bu düşünceye destek vermesiyle ilgiliydi. Ya da Ömer Lütfi Akad’ın, Ömer Seyfettin’in Ferman, Diyet, Topuz ve Pembe İncili Kaftan isimli dört öyküsünü uyarlaması ve bu dört TV filminin eleştirmenlerce devlet yanlısı olmakla eleştirilmesi de benzer sebeplerdendi.
1975 yılında Halit Ziya Uşaklıgil’in aynı isimli romanından uyarlanan Aşk-ı Memnu ile 1979 yılında Kemal Tahir’in aynı isimli romanından uyarlanan Yorgun Savaşçı, Halit Refiğ tarafından TRT için dizi olarak çekilirken pek çok edebi metin de farklı yönetmenler tarafından TRT’ye kazandırılmıştı. Tarık Buğra’nın Küçük Ağa isimli eseri 1984 yılında Yücel Çakmaklı tarafından, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanı 1986 yılında Osman F. Seden tarafından, Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı eseri 1986 yılında Salih Diriklik tarafından, Reşat Nuri Güntekin’in Acımak romanı Orhan Aksoy tarafından, yine Reşat Nuri Güntekin’in Yaprak Dökümü adlı eseri 1988 yılında Ayhan Önal tarafından, aynı yazarın Dudaktan Kalbe isimli eseri 1988 yılında Okan Uysaler tarafından TRT için televizyona uyarlanmıştır.
Tanzimat’la birlikte Batılılaşma hareketinin bir parçası olarak başlayan Türk romanının ana sorunsalı 1950’lere kadar Batılılaşma olmuştur. Ülkenin toplumsal gerçeklerini anlatan Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Peyami Safa, Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin gibi yazarların kurdukları toplumsal ve bireysel gerçeklik, var olan düzenin devamına hizmet eden ve toplum ile bağ kurmayan soap operalardan farklı noktada durmaktadır. Dolayısıyla ilk Türk dizileri toplumu referans alan yanı ile de önem taşımaktadır. Bu dizilerde yanlış anlaşılmalar, tesadüfler, engeller ve karakterlerin duygusal dünyalarındaki çıkışsızlık ve ikilemler üzerinden kurulan bireysel çatışmaların arka planında toplumsal değişim yer almaktadır. Aşkı Memnu, Yaprak Dökümü, Acımak, Çalıkuşu gibi romanlarda, Batılı değerlerle eğitim almış sahte aydınlar, burjuva yaşam tarzı, modernleşme ile yaşanan ahlaki çöküntü ve iki yüzlülük, devlet dairelerindeki rüşvet ve yolsuzluk bu bağlamda anlatıya eklenir. Her ailenin bir ağaç olduğundan yola çıkarak hikayesini anlatan Yaprak Dökümü, Batılı yaşam tarzından ve burjuva sınıfından etkilenen aile fertlerinin hazin sonunu ekrana taşırken, ailenin babası Ali Rıza Bey gibi dürüst ve çalışkan birinin başına gelenler, çocuklarının bu yeni düzene karşı zaafları ile ilgilidir. Benzer şekilde Acımak dizisinin Mürşit’i de saf, temiz yürekli, çalışkan ve dürüst biridir. Onun sonunu da daha lüks yaşamak isteyen eşi ve kayınvalidesi hazırlar.
TRT dizi ve filmlerinin izler kitlesi olan ailenin izdüşümü olarak düşünülebilecek dizi filmlerdeki geleneksel Türk aile tipi, izleyicisine kendilerini bulabilecekleri referanslar da sunar. Bu dizilerde modernleşmenin etkisi ile değişen aile yapısı ve yaşantısı üzerinden yaratılan aile içi gerilim, ailenin kutsallığını korumayla görevli olan babanın fedakarlığında çözülür. Örneğin Çalıkuşu’nda, orduda görev alan baba, eşini kaybettikten sonra vatan sevgisi ve evlat sevgisi arasında kalır. Görevin baskın geldiği baba, acı çekerek de olsa kızını bir yatılı okula vermek zorunda kalır. Vatanı için ölen babanın kızında bıraktığı acı, izleyiciye duygusal anlar yaşatır. Acımak dizisi ise Feride’nin tam tersine babasından nefret eden ve babasının cenazesini dahi görmek istemeyen idealist bir öğretmenin Zehra’nın yanılgısını taşır anlatısına. Babasına ait günlüğü bulan Zehra, günlüğün sayfalarını okudukça, babasının onu ne denli sevdiğini ve bu sevgi uğruna kendisini feda ettiğini öğrenir dizi bölümleri boyunca. Karakterlerin travmaları ve zayıflıkları, dizideki neden-sonuç ilişkisinin kurulmasında izleyiciye yol gösterirken, izleyiciye de karakterleri anlama noktasında yol gösterir. Kocasını, yeğeni ile aldatan Bihter, yaşadıkları dolayısıyla felç geçiren Ali Rıza Bey, karısını mutlu etmek için hırsızlık yapan Mürşit, acımak duygusu eksik olan Zehra gibi tüm karakterlerin yaşadıkları gerilimin temel motivasyonu olan travmalar, karakterlerin hikayeleri öğrenildikçe anlaşılır. Gerçek zamanla eşdeğer yaratılan zaman algısı ile gündelik yaşam rutinleri anlatıya eklenirken, izleyiciyi yönlendiren yönetmenler, dramatik müzikler ile izleyici duygularını arttırma yoluna da giderler. Bu ilk örnekler televizyon dizilerinin öykülerine dair kalıpları oluştururken aynı eserlerin uyarlamalarının hem film hem de dizi olarak tekrar yapılırken, dizi ve film estetiği de güncel teknolojiye uyum sağlayarak dönüşüyor. Bugünün Saraylısı (Refik Halit Karay), Hanımın Çiftliği (Orhan Kemal), Dudaktan Kalbe (Peyami Safa), Aşk-ı Memnu (Halit Ziya Uşaklıgil), Yaprak Dökümü (Reşat Nuri Güntekin) gibi edebi eserler yeni oyuncular ve yeni toplumsal koşulların eşliğinde televizyona uyarlanıyor ve ilk Türk dizilerinden farklı dizi dili ve farklı estetikle hala izleyicisinin ilgisini çekmeye devam ediyor.
Ve hatta dahası, dizilerin ahlaki yaşamın ölçütü olarak duyguları ön plana koyması, mantık yerine deneyim ve hislere odaklanması, izleyicisinin karakter(ler)le özdeşim kurmasını kolaylaştırıyor; hatta tüm çelişkileri, inişli çıkışlı duyguları ile izleyicinin zihninde yer edinen dizi karakterleri, gündelik yaşamın da ayrılmaz birer parçası haline geliyor.
Son söz olarak, Arap ülkelerinde, Avrupa’da, Türki Cumhuriyetlerde ve hatta Uzakdoğu’da da talep gören Türk dizileri bu başarısını, yıldız oyunculardan sanat yönetimine, ses ve müzik tasarımından mekan seçimine, senaryo yazarından yapımcısına kadar tüm ekibe borçlu. Her geçen gün farklı yapıları da anlatısına ekleyerek değişen ve kendisini güncelleyen Türk dizileri, izleyicisinin ilgisini sürekli tutma taktikleri ile ilgi çekici ve evrensel öyküleri, güçlü dramatik yapı ile sunmaya devam ediyor ve izleyicinin gündelik yaşamlarının birer parçası haline gelerek her geçen gün izleyici sayısını arttırmaya devam ediyor.
Öteki Sinema için yazan: Zehra Yiğit