Öteki Sinema olarak sadece kötü film izlemeyi sevenlere değil, iyi filmleri gişede batan sinemacılara da ulaşmayı boynumuzun borcu bildik. Bu misyonu yüklenmiş olarak gecenin bir yarısında başladığımız bu teşhis ve reçeteden memlekette film yapan tüm yerli, yönetmen, senarist, yapımcı tayfasının yararlanmasını şiddetle tavsiye ederiz. Eğer filminiz bir sanat sineması örneğiyse ve 10.000 kişinin izlediği bir filmi yapmaktan mazoşistçe bir zevk alıyorsanız bilemeyiz tabi…

blank

Teşhis

Bir şeyler hızla değişiyor. Ev Sineması dediğimiz olgu ile artık yüksek seyir zevki yaşamak için ille de sinemaya gitmek zorunda değiliz. Hayat yarışında ev, çocuk derken yorulan orta yaşlılar grubu seyirci bunun çoktan farkında olarak salonlardan elini eteğini çekti. Filmleri DVD’si, VCD’si çıkınca Plazmada, LCD’de izliyorlar ve bundan da büyük keyif alıyorlar…

80’lerde seyirci video yüzünden sinemaya gitmez olup, salonların neredeyse hepsi kömür depolarına ya da bambaşka şeylere dönüşünce yokolmanın eşiğine gelen sinema salonu işletmeciliği bir şekilde yeniden ayağa kalktı. Bunun en büyük sebebi,  sanat filmi çektiğini zannedenlerin bunalım gösterilerinden bıkmış halka ilaç gibi gelen “Eşkiya” gibi filmlerin gişede büyük iş yapmasının yanında AVM’lerin içine yapılan başarılı sızma operasyonudur. Eskiden özerk yapılar halinde şehrin orta yerinde mevcut bulunan salonlar artık AVM’lerin en üst katında, hamburgerci esnafının dizinin dibinde… Hepsi de çoğalan üretime  ve artan seçme lüksüne hizmet edebilmek adına eski kocaman salonlarını kırpıp bir sürü salonlu işletmelere dönüştüler. Ama bunun sonucu olarak da seyirci profili büyük bir değişime uğradı. Sinemaya gitmek, film izlemek, anlamı daralarak 13-20 yaş arası Lise, Üniversite gençliğinden mevcut bir kitle tarafından takip edilen bir etkinlik daha da ötesi bir eğlence biçimine büründü.  Yeni işletmecilik mantığı ile sinema salonlarının kalitesi de olumlu anlamda değişti denebilir. Eski tahta koltukların yerini rahat olanları aldı, izbe salonlar yerini nezih ve ihtişamlılara bıraktılar ve perdeye gelen görüntüde, seste epey iyileştirmeler yapıldı. Tabi bunların maliyeti biletlere yansıyınca sinema o eski “ucuz eğlence” olmaktan çıktı.

Türk filmi izlemek isteyen seyirci arttıkça üretimde arttı. TV’de yıldızlaşan oyuncular garip ve dünyanın başka yerlerinde pek rastlanmayan bir şekilde sinemaya geçtiler ve bu medyada da parlamaya devam ettiler. Bu starların ve onların yine TV’de ürettikleri karakterlerin üzerine yapılan özensiz işlerle öyle, böyle derken geldik 2010 yılına ve işte  sektörden “yandım anam!” inlemeleri gelmeye başladı.

“İyi de söylemiştik…” gibi durmasın ama tam 2 yıl önce yayınladığımız “Popüler Türk Sineması Nereye Gidiyor” yazımızda kehanetimizi yapmıştık biz;

Yapılan işlerin orijinal ve Yeşilçam geleneğine uygun yapımlar olduğunu söylemek ise pek mümkün değil ne yazık ki… Paşhan Yılmazel’in başrolünde oynadığı “Çılgın Dersane” serisi 80’lerde çoğu video piyasası için çekilmiş Amerikan gençlik komedilerinin, özellikle “Köftehorlar-Meat Balls” serisinin çok iyi analiz edilmemiş bir kopyası olurken, Şafak Sezer’de hangi akla hizmet olduğu tartışılır bir şekilde, “korku” denen janrı bir türlü oluşturamamış bir ülkede “Exorcist” parodisi yapmaya soyunuyor ve bol argolu bir “Kutsal Damacana” çekiyor. Yine son örneklerden birinde Melih Ekener yerli bir Austin Powers olma gayretine giriyor ve henüz vizyona girmemiş bir korku komedi olan “Destere”de de Peker Açıkalın doğaçlamadan güç alan sinema için tehlikeli olabilecek bir oyunculukla bilet satmaya hazırlanıyor.

Peki, bu üretim artışının sebebi nedir? Geçerli bahane, AVM gençliğinin ilgisini çekecek bir şeyler sunma telaşı olabilir. Fazla bütçe gerektirmeyen “tits’n ass” tarzı komediler giderek çoğalırken, bu tür filmlere cüzi bütçeler yatıran yapımcıların önünde, Tanınmamış oyuncular ve maliyeti iyice kısmak için bir otel sponsorluğu ile çekilen gişe rekortmeni “Recep İvedik” duruyor. Görünen o ki 70’lerde gerçek sinemacıların artan sansür ile uzaklaştığı sırada geniş bir alan bulan Çetin İnanç, Yılmaz Atadeniz, Savaş eşici gibi bizim yerli “Grindhouse”cıların büyük kar beklentileriyle çektikleri uyduruk filmlerle seyirciyi salondan kaçırmalarından ve sırf bu dönem yüzünden Türk Sinemasının tüm zamanlarının aşağılanmasından hiçbir ders alınmamış gibi görülüyor. Bu cahil cesareti bazen o kadar arsızlaşıyor ki; “18’ler Takımı” “Neşeli Gençlik” gibi video piyasasında dahi itibar görmeyecek çöpler, büyük filmlermiş gibi pazarlanıyor ve seyirci kredisi pervasızca harcanıyor.

Türk Sinemacılığı ısrarla yanlış formülleri uygulamaya devam etmekte ve sağlıklı bir gelir gider yapısı kuramamaktadır. Şimdilik TV yıldızları ve teknik adamlarıyla yoluna devam eden bu oluşumun uzun vadede seyircide yeni bir küsme duygusu yaratacağı aşikârdır ve ne yazık ki bir süre daha bu konuda ciddi bir çalışma yapılacağını sanmıyorum. Fakat 80’lerde olduğu gibi “Ucuzcu”lar tarafından yapılan bu hataların “Türk Sineması”nın tamamı için tehlike arz ettiğini görmekte ve ziyadesiyle üzülmekteyiz. Ufukta görünen, can simidi sayılabilecek bir “Arabesk filmleri” ya da “Seks furyası”nın da olmadığını, şu anki seyirci sabrının zorlanması halinde de salonların hepten “altyazılı” filmlere kalacağını öngörerek aranızdan ayrılıyorum sevgili Öteki Sinema okuyucuları…

Şimdi, “niye böyle oldu?” kısmını daha fazla açıklamamanın da alemi yok… Taşıma suyla değirmen dönmez misali bu semptom giderici ilaçlara bünye alıştı ve ağrılar yeniden ortaya çıkmaya başladı. O yüzden ticari sinema yapmak ve para kazandıktan sonra da Togan Gökbakar’ın aksine, gerçek yönetmenlik gücünü ortaya koyup adam gibi filmler üretmek isteyen sinemacı takımı için acı bir reçete hazırladık. Yönetmen, senarist ve yapımcıların özellikle dikkatine!

blank

Tedavi

1– Filmlerinizi yaparken kendinizi, eşinizi, dostunuzu, ya da hayran olduğunuz sinemacı bir abinizi değil sinemaya giden insanı dikkate alın. Şu anda bu kitle yaşı 13-20 aralığında gezinen flörtöz çiftler ya da samimi arkadaş gruplarından oluşan bir güruhtur.

2– Yeni sinema seyircisinin genelde hamburgerini yedikten sonra yapacak iş bulamayan sıkıntılı ergenlerden oluştuğunu gözönüne alarak tüm sinema anlatma kabiliyetinizi eblekleştirip bu insanları eğlendirecek tempolu bir şeylerin peşine düşün. Bu seyircinin hafızası da yoktur 10 yıl ve daha eski olan herşeyden çalabilirsiniz, pardon esinlenebilirsiniz!

3– İyi filmlerin hep iyi müzikleri vardır. Filminizde hit olmuş ya da olacak bir iki şarkı, türkü olsun mutlaka… Gençler bu numaraya da bayılır.

4– TV karakterlerinin üzerine yapılan ve tutan bir kaç film olsa da bu numaranın suyu çabuk çıktı. Aslında kimse zaten TV’de izlediği bir şey için para ödemek istemez. Uzak durun!

5– Türk sinemasının sorunu tek şarkıya güvenerek kaset çıkaran şarkıcılar misali sadece bir kişinin üzerine kurulmuş filmlerdir. (Bknz: Şafak Sezer filmleri) Eğer elinizde bir Kemal Sunal, Cem Yılmaz ya da Şahan Gökbakar yoksa yan karakterlerin işini bilen oyuncular tarafından oynanmasını sağlayıp onlara da düzgün roller yazın. Eski ve unutulmaz tüm filmlerin hepsinde çok sağlam yan karakterler vardır. Yapmazsanız intikamları da feci olur; “Benn Yaşar Ustaa!…

6– Yeşilçam geleneğine ve bundan beslenen arkadaşlık, dostluk, kendini feda etme, köpekçe aşık olmak gibi modası geçmiş gibi duran ama şehir insanlarının için için özlediği kavramlara saygı duyun form verip yeniden sunun. Bunların hepsini düzgün bir senaryoya sokabilirseniz yılın gişe bombası sizin olur.

7– Korku komedi çekmeyin. Olmayan türün komedisi de yapılamaz! Türk insanının fantastik ortamlarda kalınca verdiği tepkiler karikatürken güzeldir ama sinema işi olamayacak kadar sıktı artık!

8– Cast herşeydir. Ucuz, isimsiz yeni oyuncular yerine yan roller için eski Yeşilçam’lıları hatırlayın. Sevda Aktolga diye bir bayan oyuncumuz vardı mesela… Bir zamanların  en özel aktrislerinden… Bu insanların hala sinemaya verecek çok şeyi var. Biraz Tarantino’luk yapın ve unutulmuş yıldızların tekrar parlamasına izin verin. Üstelik onlar doğal olarak set amiridirler… Yeni yetmelere sette öğretecekleri çok şey var. Arzu Film ruhunu arayın, mümkünse bulup yeniden oluşturun.

9– Kendi kafanıza göre aksiyon sahnesi çekmeyin, bu işler için çalışan, işinin ehli profesyonel ekipler var yurtdışında… Ejder Kapanı’nın yaptığı gibi onlarla anlaşabilirsiniz. Pahalı olur ama filminiz mahalle arasında dekmancılık oynayan çocuklar inandırıcılığından kurtulmuş olur.

10– İnternetin gücünü küçümsemeyin! TV’den yapacağınız reklam yanında mutlaka sinema siteleri ve bloglarını önemseyerek hareket edin. Klasik medya tarafından gölgelenen bu yapıların gişeye ciddi etki edebilme güçleri vardır.

11-Türk sinemasını 70’lerde mevcut Seks furyası filmleri değil, 80’lerin sıkıntılı işleri bitirdi. Yeni seyircinin tempo algılamasını hiçe sayarsanız filminizi sizden ve annnenizden başka kimse seyretmez. O da siz üzülmeyin diye “çok sevdim evladım…” der.

12-Milliyetçilik sinemada hep iş yapar ama bizim seyircimiz Türk mühendislerini değil (Devrim Arabaları) gazlı Türk kahramanlarını sever (Kurtlar Vadisi)

13-Seks satar derler ama seyircinin kız olanının karanlık salonda seks sahnesi görmeye hiç tahammülü yoktur. Her takıldıkları adama potansiyel koca adayı olarak yaklaşan bu “namıslı” kızlar yüzünden Issız Adam filmi “sapık film” olarak nitelenmektedir. Gerek yok!

14-Hülya Avşar gibi kadın starların tüm havalarına karşın artık gişesi yok… TV’de o kadar eskidiler ki  sinema için çekici değiller. Ancak yan karakter oynayabilecek bu insanların üzerine hele de bir aşk öyküsü asla çekmeyin.

15-Zibidi star dediğimiz (ben diyorum en azından) orada, burada bir şekilde ünlenmiş insanların üzerine oynamayın. Kaybedilecek bir kumardır bu… Gelecekten bir mucize gelmez! (Bknz: Hayrettin Karaoğuz)

16– Hasan Karacadağ gibi film çekmeyin ama onun gibi reklamını yapın! Ben film yapacak olsam çekerken sete bile sokmam ama yaptıktan sonra da tüm promosyonu bu adama emanet ederim. O kısımda çok başarılı…

17– Türk insanı yol filmlerini sever… Yolda geçen komik ve romantik filmler iş yapar ama samimi bir tarzınız olsun. Eğer başarabilirseniz Zampara Seyfettin gibi basit bir TV filmi de çekmiş olsanız 15 yıl sonra hatırlanırsınız.

18-Töre falan gibi şeylere sakın bulaşmayın, televizyoncular o temanın suyunu çıkardı. 7 Kocalı Hürmüz gibi bitmiş öykülere de bulaşmayın. Ayten Gökçer olayı kaşeleyip kapatmıştır.

19-İyi senaryo olmadan iyi film olmaz. Türk sinemasının yüzakı işleri olup hem de seyirciden ilgi gören tüm filmlerde de bu böyledir. Ertem Eğilmez, Yavuz Turgul ortaklığını iyice inceleyin, orada güzel sonuçlar var. Yavuz Turgul demişken, Sinan Çetin’in tek seyredilir işinin de yine bu üstadın senaryosu olduğunu unutmayın: : Çiçek Abbas

20-Filminizin seyreden için bir önermesi, bir vaadi, bir öğretisi olsun. İnsanlar eğlenirken bile hayata dair birşeyler öğrenmek ister. Bilgece dursun ama basitçe anlaşılır olsun. Ertem Eğilmez filmlerinin sırlarından biri de budur. Unutmayın.

blank

Tavsiye

Ya da bunların hepsini bir kenara bırakın çünkü ne desek boş! En iyisi bir fincan kapıp Ertem Eğilmez’in ruhunu çağırın da ondan bir şeyler öğrenmeye bakın…

Ayrıca bu öğütlerin hepsi ruhunu şeytana satıp üne ve paraya kavuşmak isteyen yeni sinemacılar içindir. Hala film gibi film çekmek isteyenlerin ise bir an önce dışarıdaki gibi sinema dışı dolaşım kanalları tesis etmeleri gerekmekte…  Yeni ve tek tip seyirci üzerinden saf sinema yaparak tepki almak imkansızlaşmaya başladı. Bazı filmlerde görürsünüz “STV” diye bir ibare vardır. Bu “straight to video/doğrudan video markete” demektir ve bağımsız film yapımcıları çoğu filmlerini bu şekilde seyirciye ulaştırırlar. Ev sineması izleyicisi sabırlı, sinemaya düşkün eski kuşak izleyicilerden oluşur. (En azından bir umuttur bu) Onlara ulaşın!

Murat Tolga Şen

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

10 Comments Leave a Reply

  1. harika bir yazi …
    amac para ve un ise ,yazilanlara %100 katiliyorum .
    bu recete ile birkac milyon $ yapilabilir daha somut ornekler ile
    1: transtormers 1-2

    2: i m legend ilk versiyonu omega man(1971)

    3:titanic /son mohikan /yuzuklerin efendisi vb

    7:hani korkutamazsam guldureyim mantigi kutsaldamacana/zombieland

    9:kurtlar vadisi irak catisma sahnesi ile leon/ heat/ronin/blackhawk down daki sahneleri bir kiyaslayin bir zamhet ,gerci k.v.i. daki roket sahnelerini yapan ekip blackhawk down daki ekipmis ama ,sanki sirf bu ekibi roketler icin kulanmislar .

    10:paranormal activity en son meshur ornek ,daha eskilerden blair wicth project ..

    12:belki 1000 tane tarihi (abarrtim biraz)filme konu olacak gecmisi olan bir ulkede hala tarihi bir savas filmi cekilememsi garipsegidim bir durum ,gerci mayis ayinda bir istanbulun fethi filmi geliyor ama ,fragmanlardan baktigim kadar bizim yeniceriler havada kilic tokusturarak savasiyor gene .dovus kareografisi vs hak getire .oysa bir brewhart filmindeki sahnelere biraz bakilsa ,yada son samuraydan biraz dersler cikarabilseler ,katletmezlerdi filmi.

    13:jenifers body.

    18:asmali konak dizisi yunanistanda 3 hafta gosterime girdi zamaninda ,sonra aniden yayindan kaldirdilar ,tutmadi hikaye izleyici hikayeyi algiliyamadi ,ayni degerlere sahip olmadigi icin .

    20:insanoglu tatmin icin yasadigi icin fazla aciyi cileyi zoru sevmez .ewrenin sirlarini ,yasamin amacini ,kendi varlik amacini ogrenmek okadar kolay olmadigi icin ,kitaplar alir seminerlere gider ,sirlari 30 ytl karsiliginda ogrenmeye calisir .iste seyirciye hem duygu verip rahat koltugunda bir mesaj bir deger bir sir ,verdinmi iste ozaman en mutlusu odur

    kisaca belirtmeye calistim

    saygilarimla

  2. Mükemmel analizler anlayabilene ellerin dert görmesin abi..

  3. Yine gecenin bir yarısı yorum yazdıracak güzellikte bir yazı olmuş. İronik olduğu kadar gerçekçi maddeler var. Okurken yine bir şey aklıma geldi. Şu çok eleştirilen Amerikan Sineması dahi aslında gişe filmleri denilince bizim gişe filmlerinden çok daha iyi örnekler veriyor. Misal Avatar, 2012, Transformers vs… Yani Türk gişe sinemasında bu kalitede işler çıksa eminim kimse köstek olmayacaktır. Bir de Peter Jackson, Sam Raimi gibi yönetmenler aklıma geliyor. Kariyerlerinin başında sinema sevgisiyle en amatör imkanlarla kült filmler çıkarmış isimler şimdi baktığımızda Hollywood’da popüler sinemanın içinde olmalarına rağmen hala kaliteli işler çıkarabiliyorlar. Bizim gişe sineması yapan sinemacıların genelinde neredeyse sinemaseverlere saygıları bile kalmamış. O kadar basit ve düzeysiz işler var ki inanmak zor. Gökbakar kardeşler ne demişler Recep İvedik 7 bile olabilir. Sinema yapanların derdi cep doldurmak dışında biraz da sinemaya saygı olursa Türk gişe sinemasında dahi güzel işler görebiliriz. Gerçek sinema derdinde olanlar ideallerinden sapmazlar umarım. Bu yazının gönderme yaptığı kişiler arasında Türk sinemacılarının yanı sıra Türk seyircisi de çok önemli yer tutuyor. Recep İvedik’e değil Vavien’e giden seyirci lazım. Kurtlar Vadisi’ne değil Nefes’e giden seyirci lazım. Birazcık sinema bilinci edinmemiz lazım.

  4. çok güzel tespitler ve analizler yapmışsın. keşke birileri üzerine alınsa da kendine biraz çekidüzen verse. bir sürü “çöp film” üretiliyor her yıl. o filmlere yatırılan paralarda çöpe gidiyor. insan üzülüyor sonuçta milli servet heba olan…

  5. birde rica ediyoruz artık şive ile adam güldürmeye çalıpşmaktan vaz geçsinler. bunu her ortamda her fırsatta yazıyorum. peker açıklaın lı, şafak sezerli, okan karacan lı, alp kırşan lı komik olma iddiasında ama rezalet filmleri bi kenara bırakıp, efektsiz, ucuz yollu ama bi mesajı, duygusu olan filmler çeksinler. bizim tarihimiz film yapmak için yeterince zengin. hatta bir yönetmenin ömrüne sığmayacak kadar çok. biraz bunlara eğilin be adamlar. amerikan gençlik filmlerinin çok çok çok kötü kopyaları ile nereye varacaksınız merak ediyorum.

  6. Arkadaşlar,ben yine bir ters köşe şutu atayım.Serde cinslik var ya…
    Yukarıda “çöp film”lere bir sürü örnek var iyi güzel de,hepsi de salak sulak sözümona komedi filmleri,ama benim nezdimde “Adını Sen Koy” da bir çöp filmdir mesela. Boşa zaman israfı,boşa para israfı’dır. Bunun gibi örnekleri çoğaltabilirim. Türk sinemasının tek zayıf tarafı yukarıda bahsedilen türden filmler değildir sadece. “Büyük Yalnızlık” örneğin,adamı sinemadan soğutmak için birebir ilaç.

    Yazılarda sinema bilincinden falan bahsedilmiş, hani derler ya “zevkin pazarlığı olmaz” diye :) işte zevkin ahkamı da olmaz bence… Buradaki yazılar sanki, ilaç firmalarına,ilaç prospektüslerini daha anlaşılır yazmayı tavsiye etmektense, normal vatandaşa latince bilmiyorlar ve öğrenmiyorlar diye kızmaya benziyor. Sizler teknik olarak filmleri değerlendirebilecek donanıma sahip olabilirsiniz ama seyirciden bunu bekleyemezsiniz. Sonuçta,hele de günümüzde, çizgiler çok karmaşık, kümeler çok iç içe, çok çeşitli zevkler var. Hangi filmin nasıl karşılanacağını kestirmek zor. Ama insan anlamadığından sıkılır, adı üzerinde anlamıyorsun zaten nasıl seversin ki. E sevmezsen nasıl merak duyarsın ki? Korku komedi bence çok da güzel gider Türkiyede… Ama şarkı klibi çeker gibi film çekmezseniz gider. Film gibi film olursa gider. Alın size “Crying Game” mesela, haydi bir Türk yönetmen çeksin bakalım bu filmi neye benzeyecek. E peki ama adam yapınca seyrettiriyor, kaç yıl geçti hala aklımda, üstelik o filmi seyrettiğim zaman, yukarıda aşağılanmakta olan yaş gurubuna dahildim. Konuysa ağır konu, neredeyse bağımsız tadında ama seyrettiriyor işte, ama “vay anasını” dedirttiriyor işte…

    Demek ki filmin konusu ne olursa olsun,onu seyrettirmek, ilgi çekici kılmak, sevdirmek yönetmenin elinde, neyi nasıl yapması gerektiğini biliyorsa, sonuç başarılı olur bence. Son söz: Herkes latince öğrenemez, bilse tabii ki güzel olur ama bilmek zorunda değildir. E bu durumda milletin anlamayacağı prospektüsü de ilaç kutusuna koymaya hiç gerek yoktur, koysan da çöpe gider.

    Saygılarımla

    Admin edit: Tek paragraf oldukça zor okunur olduğu için ve noktalardan, virgüllerden sonra hiç aralık vermediğiniz için biçimsel düzenleme yapmak zorunda kaldım. Yazı içeriğine ise herhangi bir müdahale yoktur.

  7. Sadece işe biraz zeka katın yeter bence. Seyirciyi aptal yerine koymayın, unutmayın her esinlendiğiniz (!) filmi müziği dinlemiş olan birileri illaki vardır.

    İşin içinde az da olsa zeka parıltısı varsa insanlar seviyor o işleri. İvedik’in bile küçük zeka kırıntıları iyi sinema izleyicilerinin dudağında küçük bir gülümseme bıraktı.

  8. Senaryo senaryo senaryo!! Güçlü senaryolar olmadan olmaz bu işler. Hala skeç kültürü ile komedi filmi çekiyoruz, ne zaman bitecek bu iş?

  9. Türk Sineması’nın eskiden beri gelen iki sorunu var. Biri; senaryo, diğeri de; film şirketi kültürünün olmaması. Aslında teknik sorunlar da var (ışık,kurgu..vs) ama 2000’lerdeki örneklerde, bu tarz sorunları olan filmlerin sayısı azaldığından, bu tarz problemlerin artık olmadığını (olmayacağını) düşünebiliriz.

    Ülke sineması olarak, ‘iki artı puanımız var’ diyebiliriz. Biri, daha önce bu ülkede (Batı’ya kıyasla) genelde kalitesi düşük de olsa, birçok film çekildi(bildiğim kadarıyla 60’larda, dünyada en çok film üreten beş ülkeden biriyiz), ülkenin yitirilmiş de olsa (canlandırılabilir) bir sinema kültürü olduğunu söyleyebiliriz. Diğer artı için de, teknik sorunlardan kurtulduğumuzu söyleyebiliriz.

    Türk Sineması’nda oyunculuk ise; ne artı, ne de eksi yönde değerlendirilebilir bence; yalnız tek tarafta yer almayacak şekilde, her iki yönde değerlendirmeye açıktır, bu konu. Türk Sineması’nın oyunculuk tarafının (olumsuz örnekler olsa da ve yetenekli oyuncuları, günümüzde az görsek de) problem olarak gösterilmesini doğru bulmuyorum. Türk filmlerinin sayısı arttıkça, bugün bir elin parmaklarını geçmeyen iyi oyuncularımızın sayısının da artacağına (hatta türe göre oyuncular çıkaracağımıza) inanıyorum.

    Peki senaryo ve yapım şirketleri sorunu nasıl çözülebilir? Bu konuda, zamanında sansür kuruluyla filmlerimizin nasıl biteceğine bile karışan (her filmin sonunda polis gelmesi gibi) devletimizin, bugün, aktif davranması gerektiğini düşünüyorum. Çetin ile beraber Hindistan’a kadar kasmasının da alemi yok, yapması gereken oldukça basit: Film şirketlerinden alınacak vergiyi düşürecek. Örn; bir film şirketinden alınacak vergi (düzenlemeye göre, ülke yararı gözetildiğinden) yüzde beşi geçmeyecek. Bu durum, sinemaya yatırımı arttırır ve inanın, çok fazla film şirketine ve dev stüdyolara da ihtiyacımız yok; sinemayı seven (ve biraz da sinemadan anlayan) girişimci ruhlu, dört-beş kişinin aktif olması (yani dört-beş sinema şirketi) bize yeter. Örneğin; ikisi piyasaya dönükken, diğeri tür ağırlıklı filmlere yönelebilir, bir diğeri kendi filmlerini kendisi yaratabilir…vs Her film şirketinin yılda 20-25 film projesine imza attığını düşünürsek, her sene yüz küsür Türk filmi üretiriz; bu da yeni oyuncular, yeni yönetmenler , yeni senaristler demek.

    Senarist demişken; senaryo meselesine de değinelim. Öncelikle, Türkiye’deki güzel sanatlara bağlı tüm Sinema-Tv bölümleri yetenek sınavıyla almaya başlamalı yani -hatırlayanınız olur- 80’lerdeki, 90’lardaki sistem gibi. İletişim fakültelerinde yer alan Radyo-Tv-Sinema bölümündeki sinema kısmı da kaldırılmalı veya sinema altında sadece sinema eleştirisi eğitimi verilmeli (yani akademisyen yetiştirmek amaçlı…vb). Genç yaşta (örn; 17-18) kısa film çekip festivallerde ödül kazananlara (senaristlere, yönetmenlere) devlet tarafından ya da vakıflardan burs imkanı sağlanmalı. Buna ek olarak; üniversiteler, içecek firmaları senaryo, metin yazarlığı yarışmaları düzenleyebilir ve böylece bu yarışmalar aracılığıyla genç yetenekleri keşfedebiliriz. İnanıyorum ki -ciddiye alınırsa eğer- çok başarılı sonuçlar alınabilir.

    Özetle; niyetimiz eğer sinema yapmaksa, çareler var; yeter ki samimi olalım.

  10. bence artık gişe filmi kavramı ortadan kalkmalı ve filmler sanat için yapılmalı.sanat derken illa sanat filmi yapılsın demiyorum.filmde bir estetik olsun.bu gişe filmi denen aptal filmler yüzünden gerçek filmleri kimse anlamıyor ya da anlamaya çalışmıyor.”babam ve oğlum” gişe filmi değildi,reklamı yapılmadı ama gişesi herkesi şaşırttı.demek ki iyi film de izleniyor.”sinemalar 13-20 yaş için” demişsiniz katılıyorum.ama çocuklara izlettiğimiz filmlere bakın.bu çocuklar zaten okuldan kaçıp ya da hamburger yedikten sonra o filmi izleyecekler.önlerine kaliteli işler koyalım ki sinema gerçekten de 8. SANAT olsun.gişe filmlerini de hamburgerin yanında hediye versinler.gerçek sinemacılar biraz para kazansın ki GELİBOLUyu biz çekelim.hala çok iyi bir tarih filmimiz yok.neden sürekli Vietnam filmleri izlemek zornda kalıyoruz?bir de F.SULTAN MEHMETi izleyelim İstanbul’u fethederken,gemileri karada yüzdürürken.Hitler filmlerini bile ATATÜRK filmlerinden daha çok izlemişizdir.
    XEBDORun yazdıkları da harika olmuş.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Wolf Creek Üzerinden Eylem ve Müdahale

Taşra filmlerinde tartıştığımız konunun büyük çoğunluğu şehirli ve eğitimli gençlerin
blank

Cannes Film Festivali 2018 Üzerine Düşünceler

Ertan Tunç, Cannes Film Festivali ödüllerinin tarihini incelemeye devam ediyor