Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi ‘Kış Uykusu’, yönetmenin artık ‘olduğunun’ kanıtıdır. Cannes Film Festivali’nden aldığı Palme D’or ödülü ile de başarısını tasdiklettirmiştir. Bu başarı, Türk sinema tarihi açısından bakıldığında, Türk sinemasının yüzüncü yılı olması nedeni ile ayrı bir önem kazanmaktadır. Hatta, ileride bu ikisi hep birlikte anılacaktır. Yani, Türk sinemasının bir asrının kilometre taşı sayılacaktır . Bu tartışmasız olan kısım.
Tartışmalı olan kısım ise bana gaipten gelen seslerin söylediklerinde. Çünkü, ‘Kış Uykusu’ yönetmenin olmasa da “Eski Türk sinemasının” jübilesi niteliğinde bir film olacak. Şimdi olmasa bile ileride öyle anılacak. Nuri Bilge Ceylan sinemasının zirvesi ama Türk sinemasının 100. yılının sonlandığı tarih. Yani faynıl fantezi! Yirminci yüzyıl film estetiğinin tarih olduğu yıl.
NBC, Türk sinemasına kattıkları ile hak ettiği saygın yere çoktan oturdu. Bu yüzden Türk sinemasının ilk yüzyılı için adından övgü ile söz ettirecektir. Türk sinemasına katıklarıyla dedim, kaybettirdiklerinden hiç bahsetmedim. Evet bahsetmeye de gerek yok. Çünkü; kaybettirdiklerinin sorumlusu direkt kendisi değildir. Sorumlular, onu taklit etmeye çalışan ve bu taklitleri koşullandıran zihin tutuğu algı manipülatörleridir*. Gaipten bana gelen bilgilere göre NBC, kendi sevdasının peşinde, beklentileri ve piyasa şartlarını ciddiye almayıp yoluna devam eden, kervana katılmayı reddeden bir adamdır. Sırf bu yüzden bile saygıyı hak etmektedir! Çünkü benim “saygı” hakkındaki görüşümün ve biçtiğim ölçünün yüzde yüz içindedir. Filanca yerden, filanca ödül alması benim için saygı kriteri değildir.
Asıl bundan sonra ne olacak? NBC, film çekmeye ödüller almaya devam edecektir elbette. Ben, Türk sineması açısından ne olacağındayım.
Gaipten aldığım bilgilere göre NBC’nin başarısını kendine kılavuz edineceklerin artacağı, aynı yöntemleri uygulayacağı, aynı yoldan, aynı dilden, aynı sinemasal estetikten yürüyeceği konusunda hiçbir tereddüt bırakmıyor. Ama bir yanım da diyor ki, artık tamam. Bu kadar yeter. Bu akıl tutulmasının artık bir an evvel sona ermesi gerekiyor. Gaipten gelen sesler bana bu konuda finale geldiğimizin müjdesini veriyor.
Ben de soruyorum o seslere, “Peki nasıl? Hem aynı yolu tutacaklar artacak diyorsun, hem de bu son bulacak diyorsun. Nasıl bir çelişki bu böyle?”.
“Cevap çok basit” diyor. “Onlara artık kimse yüz vermeyecek. Rahat ol.”
“Peki!” diyorum “Asıl önemli olan kısmı anlatmadın. Müjde bu mu yoksa?” Bu haberi sevindirici bulsam da, beni kesmeye yetmiyor. “Bana başka bir şey söyle!” diyorum.
“Cevap çok basit” diyor yine aynı alaycı tavırla.
“Nedir?” diye hemen lafa atlıyorum.
“Sürekli üretimle?” diyor.
“Nasıl, nasıl?” diyorum, söylediklerini tam duyamamış gibi.
“Sürekli üretim” diye yineliyor. “Yeni türler, yeni formlar, becerilmiş ya da becerilememiş işler, ama çokça çekilen filmle, sonraki yıllarda daha da fazlasıyla…”
Kendimi tutamayıp gülüyorum. Çok hayalperest olduğunu düşünüyorum Gülmekten gözümden yaş geliyor.
Sakince bana bakıp soruma soruyla cevap veriyor. “Sana seçim yapmak için sadece iki yol sunulmuşsa, yaptığın seçimde ne kadar özgürsün?”
Ne demek istediğini anlayamıyorum. O anlatmaya devam ediyor. “Eğer ki, siyah ve beyazdan başka bir renk olmasaydı dünya sence nasıl bir yer olurdu?”
“Herhalde hiç çekilmez bir yer olurdu!” diyorum.
“Evet!” diyor, “Şimdi anlamaya başladın. Türkiye’de sinema siyah-beyaz dönemini yaşıyor ve renkli döneme geçemezse, körlerin, sağırların birbirini ağırladığı bir curcunadan öte hiçbir şey olamayacak.”
Bir an paniğe kapılıyorum söylediklerinden.
“Korkma.” diyor. “Öyle olmayacak. Ben gaibim! Türk sinemasının yüzüncü yılı bu yıl itibariyle sona eriyor. O ölü toprağı üzerimizden kalkıyor. Sen yeter ki müjdeyi herkese ver! İkinci yüzyıl Türk sinemasının kurtuluş yılı olacak!”
Kendimce iyimser bulduğum bu lafları heyecanla zihnimde tartarken, “İyi güzel diyorsun da nasıl?” diyorum, içimden, duyulmayacak şekilde. O beni yine duyuyor.
“Sürekli üretimle!” diyor kızarak. “Sadece iyi filmler çekme hedefiyle üretilecek filmlerle olacak bu! Herkes, kaybettiği renklerini bulduğunda olacak. İşte o zaman olacak, rengarenk desenleri olan kelebeklerin kanat çırpması, dünyanın diğer ucunda bir fırtınaya yol açacak!”
Şaşıp kalıyorum.
“Şaşırma!” diyor. “Kelebekleri kavanozlarından çıkarın yeter! Türk sineması yüzyıllık uykusundan uyanıyor!” diye de ekliyor.
algı manipülatörü: Belirli bir grup veya zümrenin kendi menfaatlerini gerçekleştirmek için kamuoyu yaratması ve bu çabada kara propaganda esaslarına uygun şekilde bilgi kirliliği yaratarak bireylerin düşünce yapılarını işgal etme çabasıdır.
Kerem Topuz / Haziran 21, 2014 / Herhangi bir yerden…