Türk toplumu, yüzyıllardır batıya dönük yaşamakla birlikte İslam topluluğu olmasının getirdiği ahlakçı ve tutucu yapısı sebebiyle ‘cinsellik’ mefhumuna mesafeli yaklaşmıştır. Cinselliğin imasını yapmakta bir sakınca görmemiş ama bunun açıkça gösterilmesinden rahatsızlık duymuştur. Öyle ki ‘namus’ kavramı bile en çok cinsellik üzerinden tanımlanır hale gelmiştir.
Bu kadar hassas ve kapalı bir konu olmasına rağmen Türk sinemasının cinsellik olgusunu ilk ele alışı ise oldukça tuhaf bir şekilde sinemamızda çekilen ilk konulu film unvanını taşıyan Sedat Simavi’nin yaptığı ‘Pençe’ adlı filmle başlar. Yine ilk uzun metrajlı yapımlardan Ahmet Fehim’in, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın yine aynı adlı romanından uyarlayarak yönettiği ‘Mürebbiye’ filmi ise sinemamızda cinselliğin tamamen hâkim olduğu ilk filmdir.
Türk sineması ilk sansür uygulaması ile yine ‘Mürebbiye‘ filmi ile tanıştı. Ahlaki olduğu kadar siyasi bir niteliğe de bulunan bu ilk sansür, İstanbul’daki Fransız işgal kuvvetlerinin komutanı Franchet d’Esperey tarafından, filmin aşüfte mürebbiyesi Anjel’in bir Fransız olması gerekçe gösterilerek uygulandı. Gerçekten de ahlaksız mürebbiye rolünde mükemmel bir performans sergileyerek rolünü adeta yaşayan Madam Kalitea (Aristea Kalinea), bir Türk ailesinin yanına girdikten hemen sonra bütün bir ev ahalisini ayartmayı başarıyordu. Bu durumdan gocunan’ d’Esperey filmin gösterilmesini ve Anadolu’ya gönderilmesini yasakladı.
1950’lerden itibaren filmlerde üstü kapalı cinsel göndermelerin ya da göstermelerin sayısı artmakta ama filmlere seksüel bir anlam yüklenmemektedir. Bu filmlerde görülebilen tüm cinsel anlatımlar ise kaba ve hırçın tecavüz sahnelerinden oluşmaktadır. Seksin zevk almak için yapılan bir eylem olduğu tamamen reddedilmekte ve cinsellik bir ceza ve şiddet gösterisine çevrilerek aktarılmakta idi… Seks, ancak kadına dayatılan bir zor olarak izlenebildi. İsteyen kadın, zaten ‘kirlenmiş’ bir orospuydu. Bu yüzden seks hep şiddetle yan yana yürüdü, bu yüzden tecavüz, erotik Türk sinemasının en gözde teması olageldi, bu yüzden belki de, yalnızca ülkemiz sinemasında 300’den fazla tecavüz sahnesinde oynayan ‘tecavüzcü’ aktörler olabildi.
70’ler, Avrupalı sinemacılar için özgürlük rüzgârlarının en sert estiği zamanlardı. Jess Franco, Jean Rollin gibi sinemacılar istismar sinemasının en aşırı örneklerini bu yıllarda verdiler. Memleketimizin bu rüzgârdan nasiplenmesi ise kaba saba İtalyan seks komedileri ile oldu ve ne yazık ki Yeşilçam’ın cinselliği 70’ler boyunca bu dar alanda sıkışıp kaldı.
1961 anayasasının verdiği ve artık iyiden iyiye hissedilen bireyselleşme ve sosyalleşme cesareti ile Yeşilçam nitelikli sosyal sorunları irdeleyen filmler üretirken bir yandan da özgürlük adı altında cinsellik temasını sömürüyordu. Bu biraz da televizyon denen yeniliğe karşı verilen mücadeleden kaynaklanan bir ticari sinema refleksi olsa da zaman içinde kontrolden çıkması kesin görünüyordu ve öyle de oldu. Önceleri afişlerde ve lobi kartlarında başlayan ve orada kalan cüretkâr pozlar ve sahneler yavaş yavaş filmlere giriyor, bu yeni tür başlangıçta bazı iyi oyuncuları kullansa da zaman içinde Zerrin Egeliler, Zerrin Doğan vb. gibi kendi yıldızlarını yaratıyor ve seks komedisi gibi bir alt türün doğmasına yol açıyordu. Bu tür filmlerde oynaması asla düşünülemeyecek Pekcan Koşar, Gazanfer Özcan, Rüştü Asyalı gibi bazı güçlü karakter oyuncularını dahi; çoğunlukla buna bu oyuncuların ekonomik güçlükleri sebep olmuştur, kullanıyordu. Sermet Serdengeçti’nin başrolünde oynadığı 1974 yılı yapımı ‘Şehvet Kurbanı Şevket’ yeni furyayı başlatan filmdir. Daha önce gösterilip oldukça iş yapmış bazı İtalyan erotik komedilerindeki kaba şablona uyan film, kelimenin tam anlamıyla gişede patladı.
Seks filmlerinin akıl almaz gişesi, toplumsal çatışmadan beslenen şiddet ortamı ve televizyonun yükselişi sebebiyle can çekişmekte olan sinema sektörü için yeni ve zavallı bir reçetenin yol göstericisi oldu. Hızlı bir şekilde kurulan alt sektör, 5 yıl boyunca seri halde filmler çekti, her yıl bir öncekinden zavallı ve ucuz işlere imza attı. Işığı, dekoru, oyunculuğu kötü bu filmlerin çoğu 35mm bile değildi ve Anadolu’yu gezerken işini bilir makinistlerin bağımsız kurgusuyla artan bir üretim söz konusuydu. Kantarın topuzunun iyice kaçtığı ve ilk sert seks filmi sayılan Naki Yurter yapımı “Öyle bir Kadın ki” filminin çevrildiği 1979 yılı ise artık türün doymak bilmeyen bir açgözlülükle kendini tükettiği yıldır.
Başlarda bazı artistik kaygılarla çekilmiş filmler olsa da alıcı kitlenin talepleri ve ‘ucuza çıkarma’ merakı yüzünde 1975–1980 arası çevrilmiş yüzlerce seks filminin sinema anlamında elle tutulacak bir yanı yoktur. Her geçen yıl kalitenin giderek düştüğü yönetmenlerin sete gelmeden asistanlarına çektirdiği, ciddi oyuncuların yerini giderek barlardan pavyonlardan toplanan kadınların aldığı, Cüneyt Arkın filmlerinde figürasyon yapan Tarzan Çetin gibi ‘kavgacı’ oyuncuların başrole çıktıkları, kadın oyunculara rahatlasın diye içirilen esrarlı sigaranın dumanından tüm set çalışanlarının kafayı bulduğu, Güneş sineması gibi sırf bu filmleri oynatan sinemaların talebine yetişememekten montaj masasında eski filmlerin kurgulanarak yeni filmler yaratıldığı ve bu yüzden asla birlikte film çevirmemiş Arzu Okay, Zerrin Egeliler, Meltem Işık gibi isimlerin aynı afişe çıktığı onlarca filmden mevcut tuhaf bir dönem yaşanmıştır.
Bu filmlerde oynayan çoğu isim ise ya bu filmlerde oynadığını inkâr etmekte ya da parasızlık yüzünden mecbur kaldığı için yaptığına dair onay bekleyen açıklamalar yapmaktadır. Yapılan işin pek de sinema olmadığı ortaya çıktığında ise sığınılan gerekçe bu filmlerle Anadolu’ya ‘seks eğitimi’ verildiğidir. Gerçekten de kulaktan dolma bilgilerle ve hurafelerle dolan dönem gençliği için tecavüz sahneleriyle dolu bu filmler pek bir eğitici olmuştur!
1980 darbesiyle ani ve kesin bir şekilde sona eren ‘seks furyası’nın faturasının dönemin kadın oyuncularına çıkarıldığını ve sonraki dönemlerde iş hayatına atılan Arzu Okay, Zerrin Doğan ya da evlenip sektörden elini eteğini çeken Zerrin Egeliler gibi bir kaç şanslı isim dışında ‘Yeşilçam’ın Çıplakları’nın iş bulması hepten zorlaşmıştır. Bu kadın oyuncuların bir kısmının yaşamı toplumun “layığını buldu!” dediği şekilde sona ermiş; Feri Cansel sevgilisi tarafından katledilmiş, Mine mutlu kansere yakalanarak aramızdan ayrılmış, Şeher Seniz ise intihar etmişti.
Müslüman Türk halkının ‘seks’ sinemasından utanması belki haklı görülebilir. Gerçekten de çok övünülecek bir dönem değildir. Yerli seks komedisinde ne ince bir seks sahnesi ne de yaratıcı bir komedi anı bulmak mümkün değildir. Acı olan; bunun faturasının yönetmen ya da erkek oyunculara değil -bu türü asıl ittiren ve yozlaştıran paragöz yapımcı, yönetmen tayfası ve tamamı erkek seyircilerden oluşan kitle olmuştur- seks filminde oynamış kadın oyunculara çıkmış olmasıdır.
80’lerde entelektüel sinemacılar sıkıyönetimin verdiği acizlikle politik filmler yapamayınca kadını ve kadın cinselliğin tanımlamaya girişmişlerse de bunlar, Avrupa sinemasına, şehirli ve kibirli bir yaşam tarzına öykünen sahte öyküler olmaktan öte gidememiş bu filmlerde asla bir ‘Türk cinselliği’ anlatılamamıştır. Artistik açıdan bakıldığında ise 70’lerin kaba seks komedilerine oranla daha başarılı oldukları farz edilebilir. Bu anlamda bu filmler 70’ler boyunca seyircinin seks ile sömürülmesinin bir özür dileyişi olarak görülebilir.
[box type=”note” align=”” class=”” width=””]
2007 yılında kaybettiğimiz karikatürist-yazar Metin Demirhan ‘Erotik Türk Sineması’ adlı kitabında dönemin kısa ve doğru bir anlamını çıkarmıştır:
“1970lerde Türk sinemasında çok konuşulan bir “seks” furyası kopuyor ve Yeşilçam’ın kurallarını derinlemesine sarsıyor, kadına uygulanan klasik ayrım (saf genç kız, kötü kadın) tarihe karışmış gibi oluyor. Herkes, tiplemelerin kalın çizgileri içinde hareket etmeksizin, kendi cinselliğini yaşıyor. Hatlar kabaysa da espriler belden aşağıysa da ortada bir gerçek var: Batı sinemasının örneklerini izleyerek bir kısım Türk sineması (özellikle “B” sineması), kendi işine yaradığı için köklü tabuları yıkıyor ve seyircinin karşısına sevişmeye, yatağa girmeye, soyunmaya hayır demeyen, saf olmayan kızlar getiriyor. Bunlar ne iyidir, ne de kötüdür, bunlar doğallığını yaşayan kadınlardır. Bu noktaya kadar her şey mantıklı görünüyor, ancak bu tür bir doğru mantık tutunca (tutunmaması için hiçbir neden yoktur) durum elden kaçıyor. İş furyaya dönüşünce tüm olumsuzluğunu, sömürücülüğünü, aşırılığını ortaya koyuyor.
Yeşilçam’da kopan “seks” furyası, bazı açılardan, Türk sinemasının temelleri pek derin olmayan yapısını sarsıyor ve başka nedenlerle birleşerek bir çöküşe doğru itiyor. Yeşilçam’ın küllerinden 80′li ve 901ı yıllarda bir “başka” sinema anlayışı doğuyor, daha çağdaş ve sorunsal gibi görünen ve eskinin kurallarını, genelde, hiçe sayan. Bu sinemayı yapanlar hep yeniler değil, aralarında “eski” diyebileceğimiz kişiler, yönetmenler de vardı.“[/box]
Yazıyı bitirirken anlatmak istediklerimi toparlamam gerekirse; Beyazperdede cinsellik iması Türk sinemasının başlangıcından beri bulunmakta idi ama asıl gösteri 1975–1980 yılları arası ‘Seks Furyası’ olarak adlandırılan dönemde yapıldı. Fakat bu filmler seks filmi olarak tanımlansalar dahi cinselliği bilinçli ve ince kullanan suçluluk duygusundan arınmış filmler değillerdi. Taşralı, cahil bir kitle için üretilmiş tamamen ticari bir açgözlülükle desteklenen ucube ve zavallı işler olarak akıllarda yer ettiler.
Sermet Serdengeçti, Aydemir Akbaş gibi çirkin komiklerin bu filmlerde yıldızlaşması, asla bir kadına dokunacak cesareti olmayan dönemin cinsellik cahili seyircisinin perdede kendi suretini görüp alkışlaması ile olmuştur. Furya sona erdiğinde erkekler yollarına devam etmiş kadın çıplaklar ise yaftalanarak kenara itilmişlerdir. Son hesapta, cinselliği sömürmeyen ve anlattığı şeyden utanmayan bir yerli üretim filmi izlemek henüz bu satırların yazarına nasip olmamıştır ve memleketin hızla değişen sosyal profili nedeniyle bundan umudu da kalmamıştır.
Murat Tolga Şen (Fotoğrafya, Sayı: 21)
Bu konuyu da harika yorumlamışsınız, yorum yapmasam olmazdı. Hatta bence siz sinema yazarı olmak için dünyaya gelmişsiniz. Geç de olsa sizi tanıdığım için mutluyum.