Şu aralar korkunç bir baskı ve biat etme döneminden geçen Türk(iye) Sineması’ndan umutla söz etmek için oldukça hayalperest olmak gerekiyor. Gerçi bu sorun sadece bu dönemi de kapsamıyor. Çok öncelere kadar dayanıyor. Sansür kurullarınca açıktan ve gerekçeli olarak yapılan sansür, bugün yine açıktan ama ‘para-çokomel eğrisi’ne göre içten gelen bir coşkuyla, bizzat eser sahibi tarafından yapılıyor. Onlar, buna gemisini yürüten kaptan diyor. Ben ise asffgasdfasd!!…
Türkiye’de sinema çoğunlukla uslu sinemacıların hakim olduğu bir yapı olmuştur. İstisnalar hariç bu yapı, otorite karşısında her zaman boynu bükük kalmış ve uyuşumcu bir yalakalığı tercih etmiştir. Bu durum filmlerin üretim süreçleriyle başlar, festivaller ve pazarlama süreçleriyle devam eder. Sinemada sanatın ne olduğu veya ne olması gerektiğini bu ‘uslu sinemacılar’ belirler. Ödüller ve teşvikler hep bu güdümlemeyle dağıtılır.
Batı’da ilgi gören filmlerimizin birkaçı hariç hemen hepsine baktığımızda; sanatsal bir duruş, güçlü bir politik söylem veya yeni bir bakış açısının ön planda olmadığını kolaylıkla görürüz. Hatta bırakın ön planını arka planında da bu yoktur. Burada, batılı izleyiciye oryantalist bir seyir sunma hali mevcuttur. Bu yüzden bu arkadaşlar sinemamızın medarı iftiharları değil, Batı’nın gözünde Üçüncü Dünya’nın “Tom Amca*”larıdırlar.
O yüzden Türk Sineması’nın öncü ve devrimci yönetmenleri Metin Erksan ve Yılmaz Güney gibi sahici sinemacılara ihtiyacı vardır. Bu yönetmenler içinde bulundukları politik ve sosyo-ekonomik koşullar altında dahi otoriteye boyun eğmemiş, hem politik hem de sanatsal açıdan peşinde oldukları ifadeyi gerçekleştirebilmişlerdir. O yüzden, Batı’da ödül almış filmlerinden, ne Susuz Yaz ne de Yol gibi filmler, Batılı seyirci için turistik bir seyir olmuştur, aksine çenelerine hiç beklemedikleri bir anda yedikleri sağlam bir yumruk gibi inmiştir. Yeni kuşakların ilham kaynağı o yüzden ‘Tom Amca’lar değil, herkese ve her şeye rağmen bildikleri doğruların peşinden giden, el öpmeyen, parayı verenin düdüğü çalamadığı bu devrimci yönetmenler olmalıdır.
Siyasetle, otoriteyle göbek bağı bulunan ‘belediye festivallerinin’ sinemayla, sanatla ne kadar alakası varsa “Tom Amca”ların da sanatla alakası aynı düzeydedir.
Ben hala umutsuz olamayacak kadar hayalperestim! Hasan Sabbah’ın da dediği gibi “Hiçbir şey gerçek değil, her şeye izin var.”
Öteki Sinema için yazan: Kerem Topuz
[box type=”note” align=”” class=”” width=””]
- Tom Amca: Harriet Beecher Stowe’un meşhur kitabı Tom Amca’nın Kulübesi’nin başkarakteri, beyaz efendilerine sadık siyah köle. [/box]