1. Finansman Sorunu: Bakanlık Desteği
Türk Sineması kötüye gidiyor. Sinemamız; ticari/ekonomik/teknik/ideolojik açıdan büyük bir gerileme/daralma/kısırlaşma yaşıyor, yani bir nevi ağır hastalığa yakalandı, zaten oldum olası sağlıklı değildi bunu kabul ediyorum ama yaşlandıkça tecrübe kazanıp, olgunlaşıp, birikimini arttırıp güçleneceğine tam tersi oldu. Yanlış teşhis ve tedavilerle daha da beter hale getirdik. Acı ama gerçek, 45-50 yıl önceki Türk Sineması şimdikinden daha kaliteli, daha büyük ve daha önemli bir sinemaydı.
Açık konuşalım, yurtdışında pek de önemsenmeyen bir sinemamız var, bu konuda kendimizi kandırmayalım, açıkçası içeride de durum içaçıcı değil, seyircimiz (bir iki özel ismin filmleri hariç) kendi sinemasına sahip çıkmıyor, sinemamızın sinema seyircisiyle kurduğu bağ günden güne zayıflıyor, Türk Sineması ile Türk halkı arasındaki mesafe giderek artıyor ve haliyle sinemamız kendi kendini finanse etmekte güçlük çekiyor. Sonuçta yerli filmlerin %80’i gişede batıyor. Boxofficeturkiye sitesindeki rakamlara göre, 2005-2013 yılları arasındaki yaklaşık 9 yılda gösterime giren 464 yerli filmden sadece 82 tanesi 500 bin seyirci barajını geçebilmiş, 240 filmin ise izleyici sayısı 50 binin altında kalmış. Maalesef ödüllü filmlerimizin ciddi bir kısmı gişede korkunç bir fiyasko ile sonuçlanan 240 filmin içinde yer alıyor. Her dört filmimizden birinin seyirci sayısı 10 bini bile bulmuyor. 76 milyonu aşkın nüfusu olan ve senede aşağı yukarı 40 milyon kayıtlı sinema bileti satan bir ülke için çok kötü rakamlar bunlar. Bazı filmlerimize sadece birkaç yüz kişi gitmiş, köyde sünnet düğünü olsa daha fazla katılımcı olur, böyle şey olur mu? Tabii bu sonuçların ortaya çıkmasına vesile olan bir sürü dinamik/parametre/sebep var, birçoğuna değinmeye çalışacağım ama önce birkaç rakam daha…
Bir sinema filminin var olma sürecinde kabaca 3 önemli aşama var: Yapım/üretim, dağıtım ve gösterim. Boxofficeturkiye rakamlarına göre 2013 yılı için yerli film hasılatını yerli film seyirci sayısına bölerek hesaplanan ortalama bilet fiyatı 8.9 TL. (Bu farklı bakış açılarına göre biraz oynayabilir ama çok önemli değil, Türk filmleri için şimdilik bu şekilde ilerleyebiliriz) Şimdi bu 8.9 TL’yi 4 grup bölüşüyor. Devlet (vergici), gösterimci (sinema salonu işletmecisi, festivalci, televizyoncu, DVD’ci/CD’ci vb.), dağıtımcı (büyük bir çoğunluğu yabancı şirketlerin elinde olan dağıtım mekanizması) ve nihayetinde filmin yapımcısı yani asıl üreticisi. Devlet bilet kesildiği gibi hemen eğlence vergisi(rüsum) adı altında bir kısmına (%10) el koyar, sonra gösterimci payını alır, derken dağıtımcı “hoop! bu da benim” der, en son da heybede artık ne kalmışsa filmi yapan(lar) alır.
Sonuçta; ülkemizde bir filmden elde edilen gelirin filmin asıl üreticisine dönüş yolculuğunda ciddi bir kısmı yok oluyor, bu nedenle Türk Sineması kendi gişesiyle kendi üreticisini sağlıklı bir şekilde finanse edemiyor. Özgün, özgür ve bağımsız bir sinemamızın olmasının önündeki en büyük engellerden biri finansman sorunudur. Bu nedenle ilk yazıları finansman sorununa ayıracağım.
İyi bir yerli film bile kendi kendi finanse etmekte güçlük çekiyor. Seyircinin bilete harcadığı yaklaşık 9 TL’nin 3 TL’si bile asıl üreticiye dönmüyor. (Benim tahminim %20 küsuru filmciye geri dönüyor) Yani bir filmin gişede kendi kendini kurtarması için maliyetinin en az 4 misli hasılat elde etmiş olması gerekiyor. İyimser bakarsak, mesela 750bin TL’ye mal olan bir filmin kendini kurtarabilmesi için en az 3 milyon TL gişe geliri elde etmesi lazım, bu da yaklaşık 340bin bilet satması demek. Haliyle, filmin yapımcısına para kazandırması için çok daha fazla bilet satması gerekiyor. (Şimdilik diğer gelir kaynaklarını hesaba katmıyorum) Maalesef filmlerimizi %10 küsuru ancak bunu başarabiliyor, çoğu gişede umduğunu bulamıyor. Birçok uzun metraj film yönetmeninin bir sonraki filmini finanse edebilmek için şarkıcı klibi, ürün reklamı ve kıytırık dizi filmler çekmelerinin, gelir getireceğini öngördüğü için abidik gubidik programlara yapımcı olmalarının, tuhaf işkollarına girmelerinin, fonlardan pay kaparım diye hükümetperest açıklamalar yapmalarının, festivallerde ödül alma olasılığı daha yüksek olan filmlere yönelmelerinin arkasında yatan sebeplerden biri budur. Mevcut yapıda sinema filmi, sinema filmi üreticisini beslemekte aciz kalıyor ve devreye para ödülleri, hibeler, destekleme fonları, (TV, DVD, CD vb.) ön-satış sözleşmeleri, gelir getiren yurtdışı festivalleri, banka kredileri, borç senetleri vb. alternatif yöntemler giriyor. Bu gelir kaynaklarını küçümsediğim düşünülmesin ama aslolan, filmin seyircisinden güç almasıdır. Uzun metraj söz konusu olduğunda, bir yerden toplu para bulamazsanız film falan çekemezsiniz, sinema en kapitalist sanat koludur. Her aşaması hatırı sayılır gider oluşturan bir üretim sürecidir sinema. Para yoksa uzun metraj da yok, bu kadar basit. Bakanlık yardımlarının ve festival ödüllerinin ardından kopan pandomimin sebebi bu. Yani para!
Sinemanın meselelerini saymakla bitmez, bir sürü sıkıntı da içiçe geçmiş, adeta düğüm olmuştur ama şöyle genel bir çerçeve ve konsept çizmeyi deneyelim. İşte Türk Sineması’nın başlıca meseleleri: Finansman sorunu, yapım, üretim ve dağıtım aşamasındaki her türlü sorun, teknik sıkıntılar (mekan, eşya, malzeme eksikliği, bir türlü netlik ayarı yapılamayan filmler vb.), sansür (dış sansür ve en az onun kadar tehlikeli olan oto-sansür), yurtiçi ve yurtdışı film festivalleri, sinema fonları, ödül ve hibeler, Türk Sineması’nın kronik senaryo zaafiyeti, Türkçe sinema kaynağı eksikliği (film, kitap, makale vb.), ideolojik açmazlar, jüriler, elitist gruplaşmalar, girift ilişkiler, vergiler, sinema ile ilgili her türlü yasa, mevzuat ve uygulama, sinema dernekleri/kuruluşları, meslek birlikleri, her türlü yatay ve dikey sinema örgütlenme biçimi, basın (televizyon, gazete ve dergiler ile her türlü sinema yayını), konferanslar, paneller, sinema siteleri, bloglar, sinema kulüpleri, sinema salonları, sinema okulları, iktidar-sinema ilişkisi, DVD, BlueRay vb. her türlü görsel malzeme, Turizm ve Kültür Bakanlığı, Sinema Genel Müdürlüğü, yetişmiş/profesyonelleşmiş/uzmanlaşmış sektörel insan gücü eksikliği (yönetmen, yardımcı yönetmen, ışıkçı, kurgucu, asistan, senarist/yazar/senaryo doktoru, sesçi, oyuncu, dublör, görüntü yönetmeni, müzisyen, kostümcü, fragmancı, afiş tasarımcısı, reklamcı, halkla ilişkilerci, danışman, sanat tasarımcısı, her türlü set işçisi, animasyoncu, yapımcı, yürütücü yapımcı, dağıtımcı, gösterimci, sinema makinisti, sinema yazarı/eleştirmeni, sinema tarihçisi, sinema akademisyeni)…
Finansman sorununun en önemli kalemlerinden olan Bakanlık yardımından (sinema destekleme fonu) başlayalım:
Sakın Bakanlık yardımı diye küçümsemeyin. Son yıllarda Bakanlık’ın Sinema Genel Müdürlüğü üzerinden yapımcılık yaptığı film sayısı; Warner Bros., Miramax, 20th Century Fox, Paramount ve DreamWorks gibi dünyanın en büyük film şirketlerinin yapımcılığını üstlendiği film sayılarıyla kapışır, çoğu zaman da geçer. Sinema Genel Müdürlüğü Türkiye’nin en büyük film yapımcısıdır. Ülkemizde, tıpkı diğer bütün alanlarda olduğu gibi, film maliyetleri ile ilgili de şeffaflık yok. Bir film kaça malolur tam olarak, kalem kalem bilmek kolanın formülünü bulmak gibi bişey. Bu coğrafyada ezelden beridir tam ve doğru rakamlara ulaşmak imkansızdır. Açın Sinema Genel Müdürlüğü denen kurumun, küçük bir kobinin internet sitesinden hallice sitesini Bakanlık Destekli Yapımlar kısmı hep “Yapım Aşamasındadır”, onu bile şak diye öğrenemezsiniz. (Allahtan, internet bir umman da arayınca kolay olmasa da birçok şey bulunuyor. Nizam Eren’in sadibey.com’daki ilgili yazısı gibi çölde vaha gibi ufuk açıcı olanlar da var.) Senede sinema biletlerinden en az 50 milyon lira toplanır, 10-15 milyonu sinemacılara “verilir”, birkaç milyonu ne olduğunu tam olarak bilmediğimiz projeler ile kimin katıldığına, neler yapıldığına dair kanıtı bile olduğundan şüphe duyduğum festivallere gider. Büyük bir ihtimalle kime ne harcandığının listesi bile yoktur. Nijer’de, Rabat’ta, Sri Lanka’da, Kamboçya’da Türk Filmleri Haftası yapılır, eminim ki buralara giden katılımcı listesi ve gösterim fotoğrafları bile yoktur. Sizce var mıdır?
Yılda yaklaşık yarım milyar TL hasılat yapan sinema sektörü için sadece biletlerden 50 küsur milyon TL alınır (%75’i Bakanlığa, geri kalanı Belediye’lere gider), afişlerden ayrı, satılan bilmemneden ayrı para alınır, sinema işletmecilerinden dağıtımcılarından ayrı para alınır, sinema emekçilerinden gelir vergisi alınır, sinema için yapılan her türlü harcamadan dolaylı vergi zaten alırsın, ondan sonra ‘ben sinemaya yardım yapıyorum’. Yapma abi! Benden para alma, ya da az al, makul bişey al, ama benim sinemama karışma.
Öte yandan siz Bakanlığın filmcilere verdiği paranın ciddi bir kısmının geri ödemeli olduğunu biliyor muydunuz? Bakın bunların çoğu hibe değildir, birçok insan hibe zanneder, ama aslında çoğu borçtur ama hemen talep etmezler, sonra senelere yayılır, taksitle ödersin. Film gişede battıysa yandın abi. Haa şu da var tabi. Mesela çok az sinemasever bilir, bilmesini sinemacılar da istemezler çünkü, o nedenle de pek dile getirmezler: Eğer bir film uluslararası festivallerden ödül alırsa, Bakanlık’tan aldığı yardımdan kaynaklı borcu genellikle silinir. Yaa? Bugüne kadar kimlerin hangi ödülünden dolayı borcu silindi bir listesi var mıdır sizce?
Şimdi anladınız mı neden adam filmini sırtladığı gibi bir kısmında iç savaş yaşanan bir ülkedeki derme çatma festivale “bile” götürüyor. Kuzey Kore, Güney Afrika neyse de kutuplara falan giden duydum yahu. Eee sonra bizim iki-üç bin insanımızın anca izlediği ve beğenmediği film, bi bakıyorsun yurtdışında almış 15-20 ödül. Artık Hoştepe Uluslararası Şarap Festivali’nden mi aldı nerden aldıysa, tek filmiyle 40-50 ödül alan yönetmenlerimiz var. Filmini izleyen seyirci sayısından fazla ödülü olan yönetmen kardeşlerimiz var yani, bu kolay bişey değildir, böyle dahiler kolay yetişmiyor. Arkadaş o kadar iyi bir film çekmiş ki; Hitchcock, Welles, Leone ve Kubrick’in tüm hayatı boyunca aldığı ödülden daha fazlasını ilk ve muhtemelen son filmiyle almış. Ondan sonra Türk Sineması geriye gidiyor, gider tabi. (ilk-film patlamasıyla ortaya çıkan ve ‘küçük tarkovskiler’ adını verdiğim bu soruna sonra değineceğim) Sizce hangi festivallerden alınan hangi ödüllerin Bakanlık Yardımı altında verilen borcun silinmesine neden olabileceğine dair bir liste var mıdır?
Bakanlık yardımlarının politik etkisine ve ilk-film destekleme fonlarının açtığı yaraya da sonra değineceğim. Şimdilik burada keselim. Ama boş geçmeyelim, Bakanlık yardımları konusunda birkaç öneride bulunayım.
Öncelikle, devletin sinema biletlerinden kestiği vergi %5’e düşürülmeli, belediyelere pay falan verilmemeli, para doğrudan bakanlığa gitmeli. Sinema işletmeciliğinden alınan vergiler de azaltılmalı, sinemaya harcanan paralar kısmen de olsa vergiden düşülebilmeli.
Eğer sinema sektörünün aktörleri de (sendikalar, meslek birlikleri ve sinemadaki kanaat önderleri) uygun bulurlarsa Sinema Genel Müdürlüğü denilen tuhaf bürokratik yapı kaldırılmalı. Türkiye Cumhuriyeti Sinema Genel Müdürü diye bi unvan mı olur yahu? Nazi Almanyası’nda mıyız? İlle de böyle bi ünvan olacaksa bu kurumun başına Yılmaz Atadeniz getirilmeli.
Sinema Genel Müdürlüğü kalacaksa, derhal şeffaflaştırılmalı. Geliri gideri şeffaf olmayan, kime ne harcadığının ve buna nasıl karar verildiğinin hesabını veremeyen kurumlar sinemamızı daha iyi bir noktaya taşıyamaz. Kaç kişinin çalıştığını, bütün yıl ne iş yaptığını bile bilmiyoruz. Kime ne harcıyoruz belli değil. Bütün faaliyetler (zor durumdaki sinema emekçilerimize yapılan yardımlar hariç) her ay, hiçbir şüpheye mahal vermeyecek netlikte kamuya ilan edilmeli. Her ön-eleme ve karar komisyonunda hakim oranda sinemacı olmalı, iş daha da profesyonelleşmeli, destek verilen projelerde yapımcı sorumlulukları arttırılmalı, projeler takip edilmeli ve komisyon üyeleri sıklıkla değişmeli. Baştan söyleyeyim, bürokrat fazlaysa iş yaş. İngilizlerin dediği gibi bir işin (sağlıklı bir şekilde) çözülmesini istemiyorsan komisyona havale edersin. Bürokrat az, sinema emekçisi çok olmalı. Böylelikle komisyonların asıl tehlikesi de azaltılmış olur. Yani sansür. (Bu kritik konuya daha sonra değineceğim). Ayrıca her türlü kararın gerekçesi ve oylama sonuçları açıklanmalıdır.
Uluslararası festivallerde ödül alınması halinde bakanlık yardımının geri ödemesi iptal edilecekse, önde gelen sinemacılar kendi aralarında 20 büyük festival ve 100 ödül belirlemeli, sadece bu festivallerdeki bu ödüller için istisna yapılmalı. Böylelikle hangi kıtada olduğunu bile bilmediğimiz bazı şehirlerdeki düzmece festivallerin de etkisini minimize etmiş oluruz. Bu önerim kabul edilirse, her sene ülkemize giren üçbin kadar ödülün önünü ve genç yönetmenlerimizin evine temizliğe giden teyzelerimizin dualarını almış oluruz.
Sonuç olarak; finansman bacağının en önemli kalemi ve son yıllar itibariyle sinema destek fonundan “Bakanlık desteği” adı altında yaptığı hamlelerle Türk Sineması’nın en büyük film yapımcısı konumundaki Sinema Genel Müdürlüğü –eğer tümden kaldırılmayacaksa- yeni bir yasa ile daha sağlıklı, daha etkin ve profesyonel hale getirilmelidir.
Bir sonraki durağımız sinemamızın tabutuna birkaç çivi birden çakan, kaş yapayım derken göz çıkaran yurtiçi (ve kimi yurtdışı) festivaller…
Neden ülkemizde milletvekilinden çok, belediye başkanından biraz daha az sayıda uzun metraj film yönetmeni var? Cihangir’de yağmurlu bir günde metrekareye kaç yönetmen düşer? 5 dakikalık kısa filmi, 125 dakikalık bir uzun metraja dönüştürmenin püf noktaları? Ya Settar Tanrıöğen’i filminizde oynamaya ikna edemezseniz? Hepsi ve daha fazlası bir sonraki yazıda. Festivaller kısmında biraz eğleneceğiz.
hem zihin açıcı hem de eğlenceli bir yazı olmuş, devamını sabırsızlıkla bekliyorum.
Oldukça emek verilmiş yazı diziniz bazı hatalarla zedelenmiş. Belli başlı bir örnek; Yurt dışında veya yurt içinde bazı festivallerde ödül almış olmak, bakanlık destekli filmlerin geri ödeme yapmaması anlamına gelmiyor. Yani böyle bir “af” yok. Tersine ve doğru bir biçimde “geliri giderini aşmayan” ve bunu muhasebe kayıtlarıyla ispatlayan her filmin aldığı destek “hibe” kabul edilerek affediliyor. Bazı önemli ödülleri almak ya da uluslararası festivale katılmak sadece aldığı desteği tam olarak iade edemeyen -yani zarar eden- film yapımcılarının “üç yıl boyunca destek fonuna başvuramama” şeklindeki “ceza”sını ortadan kaldırıyor.
Diğer hata ve yeterince inceleme yapılmadan yazıymış değerlendirmeleriniz bir sonraki yorumumda olacak.