Sizleri bilmem ama ben her hafta mafya eksenli maceraları temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp önümüze koyan filmleri izlemekten sıkıldım. Gişe komedilerinden, dramlara hemen her filmde hikâye mutlaka bir noktadan sonra mafyayla ilişkilendiriliyor ve çoğunlukla mizah buradan üretilmeye çalışılıyor. Peki, neden bu kolaycılık? Seyirci neden sürekli olarak mafya hikâyelerine maruz bırakılıyor?

Aslında cevabı basit: Günümüz filmlerinde sürekli karşımıza çıkan mafya oluşumu Yeşilçam zamanlarındaki kaçakçı atalarıyla aynı ihtiyaçtan besleniyor. Bu karakterler, kahramanlarımızın veyahut sıradan insanların başına bela oluyor ve çoğunlukla bir depoda çekilen kavga sekansıyla aksiyon yaratılıyordu. Şişeler, variller devriliyor; kahramanlarımız ya dayak yiyor ya da bu kabadayıların bir güzel hakkından geliyordu. Türk sinemasında neredeyse hemen her filmde karşılaştığımız ama sokakta rastlamadığımız bu mafya yerleşiminin en temel sebebi ise sinemacılarımızın ucuz aksiyon merakı… “Ucuz” çünkü Hollywood’a baktığımızda sinemacıların filmlerine bir gerilim ve aksiyon yaratıcı öğe olarak mesela Godzilla’yı, başka tuhaf yaratıkları, uzaylıları,  diğer ülkelerden suikastçıları ve daha pek çok şeyi ekleyebildiğini görebiliyoruz. Burada film yapma imkânları son derece gelişmiş durumda ve gerilim ya da aksiyon tercihi tamamen sinemacıların hayal gücüyle sınırlı… Türk sineması ise hiçbir zaman film yapmak için bu denli büyük bütçelere sahip olmadı. Bu noktada, sinemacıları destekleyen film festivalleri ya da Bakanlık fonları gibi seçeneklerin yetersizliğinden bahsedilebilir fakat bu ayrı bir yazı konusu olacak kadar ayrıntılı bir mesele…

blank

Sinemanın doğası gereği, hangi türde olursa olsun filmlerde, bilhassa gişeye dönük yapımlarda bir gerilim ya da aksiyon yaratmak ve bunu, belirli bir tema üzerinden gerçekleştirmek gerekiyor. Ancak mevzubahis yerli filmler olunca, kahramanımızın karşısına bir tehdit unsuru olarak fantastik bir öge koymak veyahut başka bir ülkenin ordusunu çıkarmak gibi maliyeti arttıracak temalardan kaçınmak şart. En ucuzu, siyah ceket giymiş birkaç adamdan oluşan bir tehdit şekli olan mafyalar… Bu sebeple mafyatik hikâyeler, neredeyse tüm filmlerde karşımıza çıkıyor, bazen tehdit bazen mizah unsuru oluyorlar. Mafyatik tiplemelerin ülke sinemamızda hala bu kadar yoğun olarak var olmasının temelinde sinemacılarımızın maliyetsiz tehdit, gerilim ve aksiyon yaratma hevesi yatıyor.

Elbette buna, özellikle gişe filmlerinin hap yap para kap güdüsüyle senaryoda kolaycılığa kaçması da eklenebilir. Öyle ki, söz konusu pragmatik yaklaşım yüzünden, komedilerin mafya maceralarından, korku türünün cin temasından, dramın ise aşk öykülerinden ibaret hale geldiği sinemamızda hikâyesizlik alıp başını gitmiş durumda ve artık seyircinin ilgisini çekmedikleri, hatta çoğu gişede battığı hale bu kolaycılığa devam etmekte bir beis görmüyorlar.

blank

Burada bir şeye dikkati çekmekte fayda var. Çünkü sorun bunlarla sınırlı değil. Biz seyirciler olarak artık, bu denli tektipleşen gişe sinemamızın dışında herhangi bir temayı işleyen film izlediğimizde heyecanlanıyor ve en azından “farklılaşma çabası” var diye “zayıf” olduğunu gördüğümüz bir yapımı dahi “çabası yüzünden” alkışlamak zorunda kalıyoruz. Hikâyeden yoksun, enteresan bir karakter yarattığında öykü anlattığını sanan, pek çoğunun tek derdi festival ödülü olduğu için jüri kanaatlerine göre film çeken “festival sineması” piyasasının bu kadar taraftar bulması da tam bu “açlık” hissi yüzünden. Bizler, yerli gişe sinemasında bulamadığımız farklı hikâyeleri, festivallerde yarışan filmlerde bulmaya çalışıyor ve bunu asgari düzeyde yakalayanı bile bağrımıza basıyoruz. Fakat bu çok tehlikeli… Kısa vadede, festival filmi-gişe filmi ayrışmasına yol açmış olabilir –ki böyle bir ayrımın müsebbibi, salt festival odaklı film çekip, jüri beğenilerini önemseyip buna göre film çekenlerdir- fakat uzun vadede sinemamız için endişelenmeye başlamamız gerekiyor.

Özetleyecek olursak; geçtiğimiz yıl vizyona giren yerli filmleri incelediğimizde, Küçük Esnaf’tan Kolpaçino 3. Devre’ye, Hep Yek’ten bu haftanın gişe bombası Ahmet Kural ile Murat Cemcir’in Çalgı Çengi serisinin devamı Çalgı Çengi İkimiz’e değin, onlarca öykü bir şekilde ya mafya temelli kuruluyor ya da bir noktada bu kötü adamlarla bağlantılanıyor. Sosyolojik açıdan, Türkiye’de Kurtlar Vadisi gibi dizilerin yıllarca devam etmiş olmasıyla dahi temellendirilebilecek bu mesele, daha uzun bir süre karşımıza çıkacak gibi görünüyor.

Başak Bıçak – basakbicak@gmail.com

blank

Başak Bıçak

1987 yılında İzmir'de doğdu. İzmir Özel Tevfik Fikret Lisesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih bölümünden mezun olduktan sonra Türkiye Cumhuriyeti Tarihi üzerine yüksek lisans yaptı. Bilhassa Fransız Devrimi olmak üzere Avrupa Tarihi üzerine uzmanlaştı.

Sinema özel tutkusu ve 2012 yılından bu yana filmler üzerine yazılar yazıyor. Akşam Gazetesi, Film Arası Dergisi ve Cinedergi yazarı... Dans, seyahat, fotoğraf ve şarap meraklısı...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Sisay Neden Sinemanın Düşmanı Gibi Davranıyor?

İnsanlar sinemada film izlemeden yaşayabilir ancak insanlar artık sinemada film
blank

Muhteris Lütfüler, Çakma Tosun Paşalar

Lütfülükten bu ülke aydınının payına düşecek şey hem Yeşil Vadi’yi