Türk’ün Ermeni ile En Güzel Anlaştığı Yer: Yeşilçam

17 Temmuz 2010

blank

Bu yıl memlekette neredeyse 100’e yakın yerli film üretimi yapıldı. Bu birkaç yıl önce asla öngörülemeyecek bir rakam… Seyircinin daha fazla “Türk filmi” izlemek istemesi, Recep İvedik, Kutsal Damacana gibi bütçesiz filmlerin hap yaparak para kazanması ve TV’de şöhret olan isimlerin sinema potansiyellerinin değerlendirilmesi gibi bir sürü bahane bir araya gelerek buna yol açtı gibi mantıklı bir önerme yapabilirim sanırım.

Yine de Yeşilçam zamanlarıyla kıyaslandığı vakit güdük bir başarı bu… Şu anki rekor üretimi katlarca aşan film sayısı bir yana, o yıllarda gösterime giren filmlerin çoğu kendini karşılıyor hatta epey kara geçiyordu. Oysa bu yıl izlediğimiz filmlerden kendi bütçesini karşılayacak kadar seyirci bulanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez! Rakamlardan kendimizi kurtarıp duygusal baktığımızda da şimdiki işler Yeşilçam’lı ‘Türk’ filmlerinin yanına bile yaklaşamayacak, soğuk, laubali ve sentetik işler…

Peki bir zamanların Yeşilçam işlerini ya da halk ağzıyla “Türk filmi”ni bu kadar özel ve farklı yapan şey neydi? İşte bazılarınız için oldukça mantıksız görünebilecek önermem de burada geliyor; O filmler “Türk filmi” değildi… O filmler “Türk” olduğu kadar “Ermeni” de olan filmlerdi!

blankTürk Sinemasında 1923’ten önce sinemacıların tamamı azınlıklardan oluşuyordu. İlk Türk filmindeki hemen herkes gayrimüslimdi. Bu başlangıç sebebiyle olsa gerek, Yeşilçam ikliminde hiçbir zaman ayrımcılık olmadı. Eski filmlerin hala bir jeneriğe sahip olanlarını izlediğinizde özellikle teknik adamların adlarına dikkat edin. Orada pek çok Türk olmayan vatandaşımızın ismine rastlayacaksınız. Şöyle diyelim; eğer Yorgo İlyadis diye bir adam olmasaydı “Türk filmi” dediğimiz şeyde o kendine has yumruk, tabanca, at kişnemesi, araba motoru sesleri olmayacaktı. “Dıkşinn yaa!” diye bir lezzetten sorumlu ağabeyimizdir kendisi ve Yeşilçam’ın en iyi ses teknikeridir. Teknik adamlardan daha pek çok isim var; Kriton İlyadis, Mike Rafaelyan, Lazar Yazıcıoğlu

Oyunculara geldiğimizde ise araştırma heveslisi olmayanları şaşırtacak pek çok ismin yine azınlık insanlarımızdan olduğunu görürüz. Fırıl fırıl dönen gözleriyle çocukların sevgilisi olan Sami Hazinses‘in asıl adının Samuel Uluç, annemiz bildiğimiz Adile Naşit‘in Adile’sinin aslında “Adela” olduğunu da pek kimseler bilmez…

Peki Kirkor Cezveciyan desem kim tanır? Halbuki tam 220 filmde oynamış kıymetlilerimizden biridir o ama ancak Kenan Pars dediğimizde hemen gelir fotoğrafı gözümüzün önüne…

Ya “Bediaa!” diye bağıran Horoz Nuri amcamız Vahi Öz‘ün, Vahe Özinyan olduğunu kaç kişi bilir? Daha kimler, kimler var; Turgut Özatay, Danyal Topatan, Nubar Terziyan, rivayete göre Ayhan Işık

İşte bu dokunuş, Yeşilçam’ın ve “Türk sineması” dediğimiz şeye kimlik kazandıran onu sinema olmaktan çıkarıp yaşam haline dönüştüren samimiyeti getiren şeydi. Belki de sinemamız artık sadece biz Türklere kaldığı için bu kadar üşütüyor. Anadolu, binlerce yıllık tortusundan kaynaklansa gerek sadece bir ırkın anlatabileceği bir kültür ya da iklim değil. Yeşilçam biraz bilinçsiz de olsa, Türkler ve ötekilerden kurduğu “Cennet Krallığı” ile bambaşka şeyler anlatabilen bir sinemaydı. Tüm alışkanlıkları bilgece harmanlayıp ötekine sunan bir yapı… Şimdi izlediklerimizden böyle bir tat, keyif alabiliyorsanız yazdıklarımı peşinen reddediniz ama bunu Ayhan Işık öldüğünde “Seni çok seven Nubar amcan…” diye yayınlattığı taziye yüzünden neredeyse taşlanacak olan Yeşilçam’ın altın kalplisi Nubar Terziyan’ın gözlerinin içine baktığınızı düşünerek yapın.

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

10 Comments Leave a Reply

  1. Değerli yazınız için teşekkür ederim. Bir kaçını biliyordum. Her ne olursa olsun onlarda bizden biriydi bizleri anlatıyorlardı.

  2. Elinize sağlık. Bu yazı bana aynı zamanda birbiriminden ölesiye nefret eden Hindistan ve Pakistan halkının sinemadaki ortak tutkusunu anımsattı. Birbirleriyle aynı mekanda kalmaya tahammül bile edemezlerne Pakistanlıların Hint sinemasına olan tutkusu da hoş bir çelişki gibidir..

  3. Türkiye’de hem yerli hem yabancı sinemayı araştırmacı, koleksiyoner ve yazar kimliğiyle takip eden insanlar zaten küçük bir azınlıkken, Yeşilçam ve bugünki Türk Sineması arasındaki temel farklılıkların toplumbilimi açısından da ele alınması gerektiğini düşünüyorum.

    Yeşilçam’ı bitiren faktörler zaten malum. Öncelikle ekonomik olarak pek çok işletmenin televizyon faktörü karşısında kendini yenileyememesi ve haciz batağına saplanması, ikinci aşamada da 1970’lerde hızlanan ve 80’lerde tamamen kabuk değişimini tamamlayıp yeni bir Türkiye portresi oluşturan toplumsal değişim.

    Bugün pek çok Türk filmi çekiliyor olabilir ama Yeşilçam’da ki ruhu yakalayamamasının temel sebebi etnik bir mozaiğin birlikteliğinden ziyade 1990’larla beraber gelen medyanın zaten muhakeme yeteneği köreltilmiş, protest tavrından titizce arındırılmış bir halkı kendi yontmak istediği şekilde ki hipnozudur. Herşey televoleler ve magazinimsi ana haber bültenleriyle başladı…

    Bununla beraber Yeşilçam döneminde ki kalıplaşmış pek çok tema (günümüze uyarlanan şekilleriyle) tv dizilerinde sürdürülmekte. Televizyon, sinemaya kıyasla beleş olduğu için (Eski tabirle) bir züğürt eğlencesi olma özelliğinde. Bir zamanlar sinemalarında bugün ki tv dizileri kıvamında her hafta yeni bir filmle ve tanıdık artistlerle gelişide bu noktada bir çağrışım yapabilir.

    Ancak temalar tanıdık olsada bir zamanlar sansür kurulunun yaptığı gibi halka neyin izletileceğinin kararını vermek isteyen bir takım zihniyetler, bugünde bağlı bulundukları tv kanalı veya medya grubunun politikasına ve elbette rtük hazretlerine göre varlığını sürdürmeye devam ediyor.

  4. Baştan açıklamak durumundayım, yazımda kesinlikle milliyete dayanan bir ayrımcılık yoktur. Sadece bazı tespitlere değinmem gerekir. Adile Naşit’in babası Türk, annesi Ermeni’dir. Burdaki yazıda tamamen Ermeni gibi gösterilmiş.

    “O filmler “Türk” olduğu kadar “Ermeni” de olan filmlerdi!”; bu söz yanlış anlamalara yol açıyor bende. Bunu söyleyebilmek için, Ermenilerin kendi milletsel karakter özelliklerini Türk Sineması’na katmaları gerekir. Yukarda bahsi geçen oyuncularımız Ermeni’den çok Türk’tü. Yani davranışlarına, konuşmalarına, yaşamlarına… Türklük iliklerine kadar işlenmişti. Bu yüzdendir ki, Türk Sinema severler onları kendilerinden farksız görmüşler ve Türk olmayışları akıllarına bile gelmemiştir.

  5. Ben de o zaman… “Türklük nedir?” “Ermenilik nedir?” “Aradaki fark nedir?” diye sorsam…

    Emin olun ki, Ermenistan’da yaşayanlar, Azerbeycan’da yaşayanlardan daha yakın bize… Kimin örfü, kime yakın? Biz mi Ermeni’yiz, onlar mı Türk?

  6. Sadece sinema için değil müzik ve hatta yemek kültürü üzerindede çeşitli milliyet ve sahip çıkma tartışmaları uzun bir dönemdir yapılıyor.

    Bence bu tip özellikleri ortak kültür öğeleri olarak değerlendirmek daha uygun. Geçmişte Anadolu topraklarında yaşamış ortak bir kültürün mirasından beslenen tüm ulusların birbirlerine yakın öğeleri barındırmaları gayet normal ama bu ulusların sadece bir tanesinin herşeyin sahibi aslında biziz gibi ortaya çıkması gülünçtür.

    Bu arada Nubar Terziyan’da Yeşilçam’ın gelmiş geçmiş en mümin gayri müslümüdür :)))

  7. Murat Tolga Sen,e aynen katiliyorum. Ben de bir türk olarak kendimi yunanlilara ve ermenilere, (örnegin araplardan) cok daha yakin hissediyorum. Yemeklerimiz, müzigimiz ve bircok zevk ve aliskanliklarimiz hemen hemen ayni. Bizim Osmanli tarihine baktigimizda, gerek edebiyat gerekse de müzik alaninda bircok Ermeni ve Yunan isim buluruz. Allah bilir ismini degistirmis kactane daha var…

  8. ben de faruk nermin’e katılıyorum.bence en hızlı “türkleşen” millet ermeniler.hiç bir zaman “ben ermeniyim” diye sivrilmezler ve siz de hiç bir zaman anlamayabilirsiniz ve “bu kesin ermenidir” diyemezsiniz.hiç türk-ermeni ayrımı yapmayalım.o filmler bizim için çekildi,bizim filmlerimiz onlar.ama yazı süper olmuş,ellerine sağlık murat abi.senin bu güzel yazıyı yazmana sebep olan ermenilere de emeklerinden dolayı teşekkürler.

  9. türklük, ermenilik, yunanlılık, araplık vs. saçma ve uydurma kavramlar. bu kavramlar üzerinden insanlara düşmanlık, hasımlık yapmak, insanları bu yolla bizden, onlardan diye ayırmak hem iğrenç hem mantıksız hem saçma. aslolan insanlık ve tek ırk ve millet de insan ırkı-milletidir.

  10. Yukarıdaki ermeniler ermenice bile bilmiyordur. Geçenlerde bizim 40 yıllık kahveci Ali abinin de ermeni olduğunu öğrendim. Ne kadar ermeniyse artık

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

80’lere Dönüş!

Murat Tolga Şen; Spielberg, Lucas, Dante, Zemeckis ve daha nicelerinin
blank

Dünyanın İlk Korku Filmi: Le Manoir du Diable (1896)

Le Manoir du diable yani İngilizce ismiyle The House of