Kevin Smith’in son uzun metrajı Tusk korku komedi tarzında bir çalışma. Smith’in komedi anlayışını sevenler için biraz düşük kalsa da korku türüne daha yakın duran bir çalışma.
Sizi bilmem ama ben Smith’in özellikle ilk dönem çılgın komedi filmlerine bayılırım. Clerks (1994), Mallrats (1995), Dogma (1999) ve absürt komedide önemli bir durak olan Jay and Silent Bob Strike Back (2001) Amerikan kültürü ile eğlenen yönetmenin en dişe dokunur işleridir.
2000 sonrası yönetmenin sineması bir duraksamaya girer. Tusk bu duraksamanın son bulduğuna dair bir ışık veriyor. Eksiklerine rağmen Smith’e yeniden kucak açmamız gerektiğini hatırlatıyor.
Kevin Smith’in podcastlerinde üretilen bir fikre dayanan filmde, podcast şovu “The Not-See Party” ile insanların salaklıkları üzerine konuşarak para kazanan Wallace Bryton (Justin Long), son keşfi katana ile kendi kendini doğrayıp viral olan The Kill Bill Kid ile röportaj için Manitoba’ya doğru yol alır. Ancak oraya ulaştığında görür ki çocuk bu kadar aşağılanmayı kaldıramamış ve intihar etmiştir. Bu kadar yolu boş dönmek istemeyen Wallace etrafta konu arar. Ve aradığı konuyu bir barın ilanlarında bulur.
Howard Howe (Michael Parks) gençlik maceralarını dinleyecek birini aramaktadır. Wallace bunu bir işaret olarak görür ve yola koyulur. Howe ona denizlerde yaşadığı maceraları ve hayatını kurtaran deniz ayısı ile ilgili anılarını anlatır. Wallace her zamanki ukala tavrı ile yaşlı yatalak ile eğlenirken birden başı dönmeye başlar ve bilincini kaybeder.
Howard Howe aslında hayatının aşkı deniz ayısını canlandırmak isteyen bir psikopattır. Bunun için gelen konuğuna çeşitli ameliyatlar yaparak onu dönüştürmeye çalışmaktadır.
Justin Long gıcık, aldatan, güvenilmez, insanları sürekli aşağılayan Wallace karakterinde zorlanmıyor. Zaten kendisini görünce insanın aklına da başka bir karakter gelmiyor. Ancak asıl oyunculuk yükü Michael Parks’da. Hem kendi dönüşümünü hem de yaratmaya çalıştığı dönüşümü canlandırırken zirveye oynuyor. Ancak burada Smith’in laubali sinema anlayışı aslında güzel bir terör filmi olacakken Tusk’ı komediye kaydırmaya çalışıp gücünü azaltıyor. Yine de Howe’un monologlarında bir Tarantino tadı yakalanabiliyor.
Tusk’ın en büyük sorunu ikili oynaması. Hem bir Human Centipede olmaya adayken hem de onunla dalga geçiyor. Ancak geçtiği dalga da çok anlaşılır değil. Sanki işini ciddiye almamış gibi bir yapısı var.
Yönetmenin önceki sert absürt dilinden bu filmde eser yok. Bunun yerine bilindik Kanadalı esprileri gibi basitlikler görüyoruz. Oysa ki bunları eleyip Tusk’ı bir gore ya da body horror başyapıtı haline getirebilecek potansiyel elinde var.
Özellikle dönüşüm bölümleri oldukça etkileyici. Hele ki Wallace’ın artık geri dönülmez şekilde bir deniz ayısı olmayı kabul etmesi üzerinde uzun uzun durulsa idi Tusk çok daha eli yüzü düzgün bir finale sahip olurdu.
Kevin Smith’in performansından dolayı gerektiği kadar korkutmadığı gibi pek de güldüremeyen Tusk tüm aksaklıklarına rağmen tür severlere iyi gelecek bir seyirlik. Başarısız diyemem ancak daha önce de değindiğim gibi çok daha iyi olabilirmiş ve Smith bu şansı tepmiş.