2011 yılı mahsulü Twixt, Francis Ford Coppola tarafından yazılıp yönetilmiş olan ABD yapımı bir film.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
Usta yönetmen Coppola, 1997 tarihli The Rainmaker’dan sonra (ucundan el attığı Supernova’yı saymazsak) tam on sene ara verdiği yönetmenliğe Youth Without Youth (2007) ve Tetro (2009) gibi daha kişisel filmlerle geri dönmüştü. Ustanın önceki büyük bütçeli işleri düşünüldüğünde daha mütevazı duran bu filmler (belki de amaçlandığı ya da umursanmadığı üzere) daha kısıtlı bir kesime ulaşmıştı. Coppola, daha önce Dementia 13 (1963) ve Dracula (1992) ile ziyaret ettiği korku/gerilim türüne 2011 tarihli, şimdilik son filmi Twixt ile bir kez daha geri dönüyor.
Tekne kazasında kızını kaybettikten sonra evliliği çatırdamaya başlayan Hall Baltimore, kariyeri gittikçe dibe vuran bir yazardır. Büyücülük üzerine romanlar yazan Baltimore, üç beş kitap fazla satabilmek uğruna Amerika’nın en ücra kasabalarını ziyaret edip imza günleri düzenlemektedir. Gene bu ziyaretlerden bir tanesinde Swann Valley isimli garip bir kasabaya yolu düşer. Büyük şehirden çok da uzakta olmayan bu kasabada, birbirinden garip çeşit çeşit insan bulunmaktadır; kanun kaçakları, evden kaçmış gençler, emekliler, dini fanatikler, yani kısacası yalnız kalmak isteyen her türden insan. Swann Valley’de bir kitabevi yoktur. Baltimore, küçük bir köşesinde kitap da satan bir nalbura tezgâh açar ama kasabalının pek ilgisini çekemez. Kasabanın şerifi Bobby LaGrange, Baltimore’un ilk müşterisi olur ve laf arasında kendi çapında korku hikâyeleri yazdığını eklemeyi de unutmaz.
Şerif LaGrange, kasabada çok önceleri işlenmiş bir dizi cinayetten bahsederek, bu cinayetleri anlatan yeni bir roman yazma fikriyle Baltimore’un aklını çeler. Kasabada bir süre daha kalmaya karar veren Baltimore, cinayetleri araştırdıkça içinden çıkılmaz bir girdaba doğru sürüklenir.
Baltimore, Swan Valley’deki otellerden birinde bir ara Edgar Allan Poe’nun da kaldığını öğrenir. Rüyalarında buluştuğu Poe ile bol bol sohbet ederler. Bir seferinde Poe, romanına final bulmakta zorlanan Baltimore’a şöyle bir nasihatte bulunur; “ilk önce finali bulacaksın, daha sonra geriye doğru yazacaksın.” Keşke Coppola da Poe’nun öğüdünü dinleseymiş.
Twixt, yer yer görkemliymiş gibi yapan birçok sahneye ev sahipliği yapıyor ama bunu bütüne yayamadığı için fazlasıyla dağınık bir görüntü çiziyor. Ana malzemelerin her biri ayrı ayrı değerlendirildiğinde şahane bir bütünün parçalarıymış gibi duruyor. Mekân desen ilginç, karakterler desen evet, ilgi çekici, cinayetler, vampirler, çeteler falan eyvallah, tamam ama nedense bütün bunlar bir türlü doğru bir karışımın içinde yer almıyorlar. Twixt, pahalı malzemelerle pişirilmiş ucuz bir yemek gibi duruyor. Val Kilmer’ın oyunculuğu dışında (buna sonra değineceğim) filmde tek hoşuma giden şey rüya sahneleri oldu. Siyah beyaz olarak çekilen ve kusursuz görüntülere sahip gerçeküstü rüya sahneleri, araya serpiştirilen yanarlı dönerli renk kullanımı ile göz boyuyor. Bu sahnelerde doğal olarak Rumble Fish’teki (1983) unutulmaz kırmızı balık akla geliyor.
Bu arada Baltimore karakteri ile Coppola arasında bazı üzücü paralellikler olduğunu öğrendim. Yıllar önce Coppola’nın oğlu Gio da trajik bir tekne kazasında vefat etmiş. Bu acı benzerliğe dayanarak Twixt’in Coppola için daha kişisel anlamlar içerdiği öne sürülebilir ama bunu seyirciye aktarmada pek bonkör davranmıyor.
Tom Waits’in anlatıcı (narrator) olarak sesiyle katkıda bulunduğu filmin başkahramanı Hall Baltimore’u Val Kilmer canlandırıyor. Kilmer, Top Secret! (1984) ile başladığı kariyerinde, seksenli ve doksanlı yıllardaki işleriyle birçok sinemaseverin kalbinde ayrı bir yere sahip olmayı başaran nadir oyunculardan biri. Ama 2000’li yıllar ile beraber inişe geçen Kilmer, birbirinden kötü filmlerde görünmeye başladı. Aynı John Travolta’nın Pulp Fiction (1994) ile yaptığı gibi, Kilmer’ın da Twixt ile umulmadık bir geri dönüş yapabileceği fikri, eminim birçok hayranını heyecanlandırmıştır. Açıkçası Kilmer hiç de fena bir iş çıkarmıyor, hatta biraz abartarak, filmdeki en güzel şeylerden biri olduğu bile söylenebilir. Hele Apocalypse Now’daki (1979) Marlon Brando’yu taklit ettiği bölüm harika. Buna rağmen kısa sürede unutulup gidecek gibi duran Twixt, Kilmer için cankurtaran simidi olmaktan çok uzak görünüyor. Yazık olmuş!
Kilmer haricindeki diğer oyuncuların performansı pek fazla göze batmıyor. Belli ki hepsi Twixt’in genel havasından fazlasıyla etkilenerek aşırı karikatürize kalan rolleri üzerinde çaba harcamaya gerek duymamışlar.
Twixt, klişe bir hikâyeyi ustaya yakışmayan dağınık bir dille anlattığından seyirciyle bir türlü yakınlık kuramayan, ilgi çekici mekân ve karakterlerin umarsızca harcandığı, saçma sapan finaliyle moral bozan, geçtiğimiz senenin en büyük hayal kırıklıklarından biri.
kabir azabı gibi film olmuş. resmen nefret ettim. zaten yeteneksiz olan yönetmenlerin, üç kuruşluk bütçe ve kopuk senaryolarla çekmeye çalıştıkları deneysel saçmalıklara benzemiş. ustaya hiç yakışmamış doğrusu.
bu filmi coppolanın çektiğine kimse inandıramaz beni.nerede eski filmleri nerede bu 5.sınıf film yada biri coppala mahlası ile bize şaka yapıyor neyse ben gidiyimde dracula’yı 3.kez izleyim.