Zeki Ökten’in 1986 yılında Umur Bugay’ın senaryosundan çektiği “Yoksul” filminin bir sahnesinde, çay ocağında çalışan Yoksul (Kemâl Sunal) patronu Süleyman’a (Yaman Okay) hoş görünmek ve onu işhanından attırmak için bir oyun tertipler. Aslında oyunun yazarı ”dövizci” dostu Kerim Ağabeyidir (Kerem Yılmazer). Yoksul bu oyun süresince, patronunun dizinin dibindeymiş gibi davranır. Dükkan sahibi insanların kazan kaldırdığını söyler. ”Senle ilgili başka bir laf işitsem söylemem mi” diyerek ”bitaraf kalmadım” mesajını büyük harflerle belirten kahramanımız çok geçmeden zafer elde edecek ve patronlaşacaktır.
Öteki Sinema için yazan: Oğulcan Çomak
1980 sonrası ”Siz bizim serbestleştiremediklerimizden misiniz, yoksa serbestleştirdiklerimizden misiniz” düşüncesiyle yozlaşan ve bunalım yaşayan insanımızı öyle bir tasvir eder ki Yoksul, filmin sonundaki duyduğumuz şarkıda olduğu gibi ”deli deli deli” diye bağırırken buluruz kendimizi. Filmin içerisinde yönetmen yardımcılarından biri olan Zeki Demirkubuz’u, birkaç sahnede işportacı rolünde görmemiz bizi mutlu etse de, ”bi çay versene Yoksul” sorusuna karşılık aldığı yanıt bizi yaralar. İşhanı kendi içinde bir ülke olmuştur. Mallarını o ülkenin dışında satmaktadır Demirkubuz. Çoktan ötekileşmiştir. Hayali ihracatçıların, faizcilerin, kadınlara sulanan patronların olduğu bir ülkedir burası. Yoksul zar zor yerleşmiştir. Yerleştikten sonra da ”sınıf” atlamıştır. Anlayacağınız üzere, Demirkubuz’un bu ülkeye girebilmesi için liberal olması gerekmektedir. Tabi daha basite indirgeyerek… İşte böyle bir dünya yaratan Umur Bugay’ın ”Yoksul” karakterini ikiye bölüp, yoksul insanların dönüşebilme çabalarını yine Umur Bugay’ın ”tamamlayıcı” karakterleri aracılığıyla anlatmaya çalışacağım. Merhaba Seyit, merhaba Cafer…
”Kapıcılar Kralı” 1977 yılında yine Zeki Ökten rejisinde çekilen unutulmayan bir eser, bir klasik. Televizyon ekranlarında sıkça gösterilen film, dokuz yıl sonra çekilecek ”Yoksul” için en önemli referanstır aynı zamanda. Seyit ve Yoksul aynı sanatçı tarafından canlandırıldığı için yakındır elbet, ama ince ayrım söz konusu. Darbe öncesi resmedilen Seyit karakteri zeki ve kurnazken, darbe sonrası resmedilen Yoksul karakteri -sonunda köşeyi dönse de- oldukça saftır. Darbe sonrası pasifize edilen, düşünmeyen insan emsalidir Yoksul.
Kemâl Sunal, Zeki Ökten ile çalıştığı filmlerde daha coşkulu ve hevesli gözükür. İkilinin yakın dostluğunun yanı sıra (Umur Bugay ile de yakındır Kemâl Sunal) senaryoların sokakta gördüğümüz insanların hikayelerine odaklanması yani içlerinin boş olmaması büyük bir etkendir. Seyit, alışıldık Kemâl Sunal tiplemelerinden (ağırlıklı olarak Şaban) epey farklı. Bunu yalnızca kurnaz ve zeki olduğu için değil (ki sanatçının zeki olduğu nice filmi vardır), insanlarla ilişkileriyle de izah edebiliriz. 1977 yılına kadar Ertem Eğilmez hegamonyası altında çalışan Kemâl Sunal, ara ara ”kişilerin özel ricalarıyla” izin alınarak çeşitli filmlerde oynamıştır. Hanzo, Şaşkın Damat, Sahte Kabadayı, Sakar Şakir gibi filmlerde dışarıyla temas kurabilen bir Kemâl Sunal’la tanışırız. Öyle ya yanında ne Tarık Akan ne Halit Akçatepe ne de Münir Özkul. Burada Arzu Film içinde doldurulamayacak yerlere sahip Adile Naşit’i, Ayşen Gruda’yı ve Meral Zeren’i dışarıda tutalım. Yukarıda bahsettiğimiz filmlerden ilk ikisinin yönetmeni Zeki Öktendir ve Adile Naşit ile Meral Zeren bu filmlerin kadrosunda yer almaktadır. Ayrıca Natuk Baytan’ın Sakar Şakir’inde Adile Naşit tüm sevimliliğine rağmen şer peşinde koşmaktadır. Ayşen Gruda ise Hanzo’da Adile Naşit’in kızını oynamaktadır. Bu üç sanatçıyı dışarıda tutup ilgili filmlerin oyuncularından bir demet sunduğumuzda ortaya ilginç bir tablo çıkıyor. Ayfer Feray, Ünal Gürel, Ali Şen, Yusuf Sezer, Kazım Kartal, Yavuz Selekman, İhsan Yüce, Hakkı Kıvanç, Elif Pektaş, Kudret Karadağ, Şeref Çokşeker, Celal Yonat vb. isimlerle tanışıyor Kemâl Sunal. Ali Şen, Ayfer Feray ve İhsan Yüce dışında saydığımız isimler çarpıcı. Karakter oyuncusu tabirinden kurtulamamış, yeteneklerini gösteremeyen (veya göstermek üzereyken engellerle karşılaşan) isimler bunlar. Nihayet 1977 yılına geldiğimizde Zeki Ökten Kapıcılar Kralı için değişik bir kadro seçimi yapıyor. Bilge Zobu, Sevda Ferdağ, Özcan Özgür, Can Kolukısa, yönetmenin eşi Güler Ökten, Feridun Çölgeçen, Güner Sümer, Şevket Altuğ, Fatoş Tez, Diler Saraç, Mete Sezer, Ekrem Dümer, Sevil Üstekin gibi çeşitli filmlerde, sinemamız için en büyük tuğlaları koyan yönetmenlerle çalışan oyuncular filmin kadrosunu oluşturuyor. İşte Seyit’in bu kadroyla olan ilişkisi de fark yaratıyor. Kemâl Sunal Arap Celâl’in, Ünal Gürel’in karşısında film ne olursa olsun Şabanlaşırken, Kapıcılar Kralı’nda Şaban’dan sıyrılıp Seyit oluyor.
Türkiye, 1970lerin ikinci yarısında toplumsal ve politik olaylar yaşasa da bu olaylar, 1980 sonrası yaşanan trajedilerin daha ağır ve sancılı olması nedeniyle sinemada yeteri kadar işlenememiştir. Tabi istisnalar muhtelif. Daha önce kaleme aldığım ”Maden’den Çıkanlar” yazımın konusu ”Maden” filmi bu istisnaların en önde gelenidir. Peki, Kapıcılar Kralı’nda işleyiş nasıl oluyor? Karakterimiz daha ortada liberalizm yokken yolunu nasıl bulmaya çalışıyor.
Kapıcılar Kralı’nın hikayesinin geçtiği apartmanda birbirinden farklı konumda olan insanlar oturuyor. Bunlar; Albay emeklisi (Bilge Zobu), tefeci (Feridun Çölgeçen), sarhoş (Şevket Altuğ), memur (Mete Sezer), dul (Hikmet Gül), kılıbık (Can Kolukısa), Doktor (Ekrem Dümer), bankacı (Yüksel Gözen), tüccar (Güner Sümer). Sanırım yazmadığımız meslek türü kalmadı. Apartmanın yeni kiracılarını unutmayalım, hırsız çift (Özcan Özgür ve Sevda Ferdağ). Bu cümle sonrası kafanızda oluşabilecek soru işaretine, yani Türkiye’de hırsızlık meslek midir sorusuna yanıt vermemeyi tercih ettiğimi affınıza sığınarak ifade etmeliyim. İşte Seyit’in mücadele edeceği insanlar. Bire karşı on daire. Teorik açıdan en altta olan Seyit (kapıcı dairesinin yeri malumunuz), pratikte her şeyi tersine çeviriyor kıvrak zekasıyla. Dairelerin çoğu bu zekanın kurbanı oluyor. Seyit, Albayın bahşişi kaldırışına direniş gösteriyor ve tepkisi bahşişi yemek oluyor. Daha neler yapmıyor ki. Albayın oğluna içkiler satıyor. Kulakları ağır işiten tefeciye dört veriyor, bir vermiyor. Memurun bakkala olan borcunu sildirip bankacıya yazdırıyor. Kılıbık’ın yumurtasına ekmek banıyor. Tüm apartmanı yangın söndürme tüpünün de yardımıyla yerle bir ediyor. Şüphesiz en zevkli çekişme Albay ile yaşanıyor. Bir ülke yönetiyormuş gibi davranan (bir darbe geldi başıma!) Albay’a -aynen Yoksul filminde Süleyman-Yoksul ilişkisinde olduğu gibi- evet efendim, sepet efendimci bir yaklaşımla yanaşan Seyit, sonunda Albay ile birlikte tüm apartmanı ayağına getirerek zaferini elde ediyor. Çünkü tefecinin parasına göz koymuş hırsızları yakalatıyor. Dönüşüm gerçekleşti. Seyit başarılı(!) oldu. Bakalım aynı başarı Cafer’den gelebilecek mi?
Televizyon tarihimizin en uzun süren (1988-2002) dizisi ünvanına sahip Bizimkiler toplumumuza ayna tutan yapmacık olmayan dizilerden biridir. Yine Umur Bugay’ın elinden çıkan senaryo alkışa değer. Kapıcılar Kralı’nın dizi versiyonu olarak bilinen ve Yoksul’dan 2-3 yıl sonra yayınlanmaya başlayan dizi esas itibariyle bir aile üzerine kurulmuştur. Şükrü (Erdal Özyağcılar ve sonrasında Savaş Dinçel), Nazan (Ayşe Kökçü), Bilge (Bensu Orhunöz) ve Ali’den (Atılay Uluışık) oluşan çekirdek ailenin yanına Dede (Orhan Çağman), Babaanne (Güzin Özipek), Amca (Cihat Tamer ve sonrasında Engin Şenkan), Yenge (Müjgan Ağralı), Muhasebeci Ergun (Erdinç Dinçer), Nimet (Güngör Erbayık) gibi dışardan bireyler eklense de, ailenin yaşadığı apartmana odaklanırız. Yani kamera yine içeridedir. Bu kez yönetmen Zeki Ökten değil, Yalçın Yelencedir. Fakat Yelence de en az Zeki Ökten kadar başarılı bir performans sergilemiştir.
Bizimkiler 1980’lerin sonunda başlasa da ben onun 1990’lara ait olduğunu düşünürüm. 1980’lerin ikinci yarısında doğanlar için ”hüzün sihirbazıdır” Bizimkiler. Pazar günlerinin vazgeçilmez dizisidir. Forumlarda, sözlüklerde hep aynı şeyler söylenir Bizimkiler için. Çocukluğunun Pazar’ını hatırlayanlar banyo, tırnak kesme, okul üçlüsünün yanına Bizimkiler’i ilave eder. Çünkü Bizimkiler bu üçlüyle kazınmıştır hayatımıza. Hüzün sihirbazlığı yapar, önce dertlenir sonra kahkahayı basarız.
Bu yazının konusu ”buyrun ile büyüyenler” olduğundan kalan paragraflarımızı dizinin kapıcısı Cafer’e ayıracağız. Ercan Yazgan’ın hafızalarda yer edinen oyunculuk şovuyla ortaya çıkan Cafer, dizinin yıldızı ve lokomotif karakteridir. Zaten en çok kullandığı kelime ”Buyrundur”. İlk bölümden son bölüme kadar varlığını korumuştur. Ne yazık ki öncülleri Seyit ve Yoksul gibi başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Seyit ile yegâne ortak noktası giyilen kazak olurken, Yoksul ile yegâne ortak nokta kıyamamaktır. Aslında Cafer’in de kafası tıkır tıkır çalışmaktadır. Öyleyse nedir eksik olan? Türlü türlü işler çevirmiştir, yolunu bulmaya çalışmıştır. Sorun, Cafer’in enflasyonun tavan yaptığı, kronik krizlerimize merhaba dediğimiz yıllarda kapıcılık yapması mıdır?
Umur Bugay Bizimkiler’de kendince politik mesajlar, eleştiriler getirmiş olsa da, bunların çarpıcı olduğunu söylememiz maalesef güç. En azından Kapıcılar Kralı ve Yoksul kadar çarpıcı değil. Burada da karakterlerin konumları belirgin fakat vurucu değil. Dizinin emektarlarından, usta oyuncu Mehmet Akan’ın canlandırdığı Sabri Bey bunun en bariz örneğidir. Sabri Bey de Kapıcılar Kralı’ndaki Albay gibi yöneticidir, yapı olarak da benzerler. Ancak, Sabri Bey emekli bando şefidir ve sakin bir yaşam sürmektedir. Pek dışarı çıkmaz. Apartmanda Şükrü Bey ve Sabri Bey dışında Katil (Aykut Oray), Dalavereci Sedat (Salih Kalyon) ve ailesi, Sarhoş Cemil (Uğurtan Sayıner) ve eşi, Davut Usta (Selçuk Uluergüven) ve ailesi, Şair Cenap (Rutkay Aziz) ve İbrikçi Sıtkı (Cezmi Baskın), Muvaffak Hoca (Zihni Göktay) ve ailesi yaşamaktadır. Ayrıca, apartmanda muayenehanesi olan Doktor Türkan dizinin en aklı başında karakterlerinden biridir. Bu rolü Zeki Ökten’in eşi Güler Ökten’in oynaması bizi ziyadesiyle sevindirir. Her ne kadar apartmanda yaşamasa da, dizideki sağlam figürlerden biri olan kayınbaba Halil’i de unutmamalıyız. Gördüğünüz gibi, Cafer’in de en az Seyit kadar zorlu rakipleri vardır. Seyit gibi teorik olarak en altta olan Cafer, çeşitli girişimleri olsa da en üste çıkamıyor. Limonatacılık, manav, pilavcılık gibi kısadan köşeyi dönme yollarına girdiğinde karşısında freni bozuk bir ”Sabri Bey” buluyor. Sarhoş Cemil’e içki taşıdığı için Cemil’in eşi tarafından terlik yiyor. Adamına göre şerbet dağıttığından zaman zaman bozguna uğruyor, gözü şişiyor, beli inciniyor. Küçücük aracı Almancı Davut Usta ve oğlu tarafından ‘kullanılıyor”. ”Canımın İçi” Cenap’a borç veriyor, Cenap o parayla yediği pilavı ödüyor. Ayrılmaz ikili Katil ve Sedat’ı ayırmaktan sorumlu tutuluyor ve suçlamalara maruz kalıyor. ”Of anam of bu dünyada hırsız olacaksın” diyerek çılgına dönüyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi kayınbabasının bastonunu her yıl bir kez kafasına yiyor. Belki de apartmana karşı alabildiği tek zafer, Doktor Türkan’ın çikolatalı kahvesinden içmek oluyor. ”Şu Türkan Hanım’ın çikolatalı kahvesi ne de başka oluyor.” Dönüşüm gerçekleşemedi, Cafer başarısız.
Sevgili Öteki Sinema okuyucuları, sizlere yetenekli bir kalem olan Umur Bugay’ın penceresinden bir panorama sunmaya çalıştım. Yoksul, Seyit, Cafer gibi ”bir hayli farklı ama olabildiğince benzer” üç karakterde belki kendimizi bulmayacağız, ancak televizyonumuz var olduğu müddetçe ”buyrun ile büyüyen dünyaya” yakın olacağız.
NOT: Ankara’da Akün ve Şinasi Sahneleri, İstanbul’da Emek Sineması… AVM içinde vadedilen tiyatro sahnelerine, sinema salonlarına hayır. Büyükşehir Fırsatçılığına hayır, rant aşkına hayır…