Umut Şilan Oğurlu: ‘Filmim kurgu ve gerçek arasındaki bulanık bir dünyada geçiyor’

7 Kasım 2024

31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde Uluslararası Kısa Film Yarışması’nda mansiyon ödülüne layık görülen Dilan Hakkında Konuşmalıyız ile ilgili Umut Şilan Oğurlu ile konuştuk. Hayallerini gerçekleştirme yolunda umutsuzca ama azimli ilerleyen bir gencin peşine takılan bir belgesel ekibinin ve Dilan’ın etkileşimini izlediğimiz film birçok gencin derdine de ortak oluyor.

Öteki Sinema için söyleşen Banu Bozdemir

Merhaba Umut, seni biraz tanıyalım mı?

Merhaba, ben Umut. İstanbul’da doğdum ve büyüdüm. Kendimi bildim bileli sinema ile ilgili her şeye ve film izleme deneyimine özel bir ilgim vardı. Lisedeyken okulu asıp İstanbul Film Festivali’ndeki filmlere giderdim ve sonrasında filmlerin ekipleriyle olan söyleşileri merakla dinlerdim. Ailemde ve çevremde sanat ile ilgili çalışan kimse olmadığı için kendi kendime bu merak üzerine gitmeye karar verdim ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde sinema eğitimi aldım. Öğrenciyken amatör olarak birkaç filmin yönetmenliğini yaptım. Lisans eğitimi sonrası yüksek lisansımı yine sinema alanında İstanbul Üniversitesi’nde tamamladım. Hala doktora eğitimime devam ediyorum İstanbul Üniversitesi’nde. Yaklaşık yedi sene boyunca araştırma görevlisi olarak çalıştım. Her ne kadar yönetmenlik ve yazarlık hep aklımda olsa da sinemanın akademik alanına da fazlaca ilgi duyuyorum.

Dilan Hakkında Konuşmalıyız’ın fikri nasıl ortaya çıktı, filmin iki yapımcısının isminde de Dilan var, bu bir esinlenme yarattı mı? Kevin Hakkında Konuşmalıyız ile ilgili bir esinlenme de oldu mu?

Evet filmin iki yapımcısının da isminin Dilan olması gerçekten bir kafa karışıklığı yaratıyor ama aslında tamamen tesadüf eseri olan bir durum. Dilan Hakkında Konuşmalıyız benim yaşamımın bir parodisi üzerine kuruldu ve benim ikinci ismim olan Şilan’ın sürekli Dilan olarak karıştırılması üzerine karaktere ismini verdi. Yapımcılardan önce Zeynep Dilan Süren ile çalışmaya başladım ve bu esnada zaten aklımda karakterin isminin Dilan olması geçiyordu. Zeynep Dilan da bu öneriyi mantıklı buldu ve karakterin kendisi ile ilişkilendirileceğini öngörse de sorun etmedi. Sonrasında Dilan Çiçek Deniz ile tanıştığımda filmin ismi zaten oluşmuştu. Bu tesadüf açıkçası karışıklık yaratsa da bir süre sonra hepimizin hoşuna giden bir şeye dönüştü. Kevin Hakkında Konuşmalıyız da festival sürecimiz başladığından beri en çok duyduğumuz yorumlardan biri oldu sanırım ama o filme bir gönderme söz konusu değil. … Hakkında Konuşmalıyız çok sık kullanılan bir kalıp ve bu kalıba sahip birçok film var. Ortak yazarım Mislina Bağrıyanık da bu ismi Kevin Hakkında Konuşmalıyız’a bir gönderme olarak değil de bir kalıp gibi önermişti ve benim de çok hoşuma gitti. Tabii popüler kültürde önemli bir filmi çağrıştırması akılda kalıcılığını kolaylaştırıyor, bu durum da aslında filmin görünürlüğü açısından oldukça faydalı oluyor. Tabii isim seçimimiz ile ilgili olumsuz yorumlar da geliyor. Ama genelde filmi izlememiş insanlardan, o yüzden bizim için sorun yok.

Dilan yarı kurgu yarı gerçek bir karakter gibi yansıyor, belgeselvari bir havası var. Bu potansiyelini kullanamama meselesi kişisel mi yoksa toplumsal bir şey mi?

blankSanıyorum ikisi de. Çünkü kişisel ve toplumsal olanın sınırı gittikçe bulanıklaşıyor. Deneyimlediğimiz olayların ne kadarı kişisel ne kadarı toplumsal açıkçası benim kestiremediğim bir ayrım. Dilan Hakkında Konuşmalıyız da kurgu ve gerçek arasındaki bulanık bir dünyada geçiyor. Aslında sinema sadece kendi gerçekliği ile ilgilendiği için gerçeklik konsepti de çok tartışmalı bir alan. Fakat ben filmi çekerken kendi büyüdüğüm ev dahil kendi dünyama ait birçok unsurdan faydalandım. Çekim formatında sahne içindeki tüm karakterlerin kameranın farkında olduğu bir biçimde şekillenmesi her ne kadar bir senaryo metni üzerinden performe edilse de anlık ve doğaçlama hissini veriyor. Bu formata mockumentary deniyor yani tamamıyla kurgusal olan bir filmi belgesel formatı ve komedi unsurlarıyla çekmek. Bu filmde de birçok unsur geçmişimin gerçekliğinden doğduğu için bu tekniği kullanmak istedim ama neticesinde benim gerçekliğimin çok fazla kişinin özdeşlik kurabileceği kolektif bir deneyim olduğunu fark ettim. Bu sebeple filmi izleyip benzer yaş gruplarındaki insanlardan aldığım “kendini görme” yorumları aslında bu meselenin çok da kişisel olmadığına işaret ediyor. Muhakkak ki kişisel niteliklerimiz bir değişken olabilir ama potansiyelini kullanamamak potansiyelimize ne kadar alan açıldığı ile ilgili.

Etrafımızda birçok film çekiliyor, bir dolu festival var. Sosyal medyanın etkisiyle de herkes çok fazla şey yapıyor, devamlı bir yerlere gidiyor hissi oluşabiliyor. Dilan’ın sorgusunun bir parçası bu anlamda da bir sorgulama olabilir mi? Bu anlamda sosyal medyayı nereye koymalıyız?

Ben sosyal medya ile büyümüş bir nesilden geldiğim için açıkçası öncesine dair fazla bir fikrim yok ama sanıyorum kendini diğerlerinden daha aşağıda görmek, başkalarıyla kıyas halinde olmak ya da sürekli kendini sorgulama hali insanların toplum olarak yaşamaya başlaması kadar eskidir. Elbette sosyal medya başarıyı rakamsal bir ölçüte indirgiyor; like sayımız ya da takipçi sayımız gibi ama özündeki kaygı sanırım bu rakamlarla çok ilintili değil. Açıkçası festivaller ya da ödüller de bunun ne kadar kıstası onu da bilmiyorum. Festivallerde görülmemiş birçok filmin de zaman geçtikçe ne kadar etkili olduğu örneklerini gördük. Burada mesele sanırım başarı denilen konseptin bir illüzyon olmasından kaynaklı. Sosyal medya da bu illüzyona hizmet ediyor. Bu yüzden başarı ve başarısızlık gibi kavramların kimse tarafından belirlenemeyecek olduğunu bilmek önemli.

30 yaş bu anlamda önemli bir kriter mi, mesela insan 30 yaşına kadar neleri yapmalı, bu filmi çekerken önünüze böyle bir liste koydunuz mu?

Buradaki kriter tamamen toplumsal olarak belirlenmiş bir kriter. Çoğu kurumsal uygulamada, formlarda ve tıbbi literatürde genç olarak kabul edilen yaş aralığının 18-30 yaşları olarak kategorize edildiğine denk geldiğim için 30 yaşı tercih ettim. Bu mental ve hayali bir sınır çiziyor ve 30 yaşımıza kadar ne yapmamız gerektiği belli olmuş olmalı gibi. Ama elbette öyle değil. Bu mesele de tıpkı başarı gibi insanlara gereksiz baskı oluşturan ve dikte eden bir sistemin söylemi.

blank

Ülkemizde okuduğu bölümle ilgili iş yapan çok yok, herkes para kazanabildiği alanlara yöneliyor. Sinema TV mezunlarının sektöre dağıldığını görebiliyoruz ama işini yapamayan çok kişi de var. Buradaki Dilan gibi. Bu tarz işaretler güzel, çözüm konusunda neler öneriyorsun, var mı bir formülü?

Ben kimsenin kapris yaptığını ya da “iş beğenmediğini” düşünmüyorum. Herkes gerçekten bir şekilde hayatta kalmaya çabalıyor. İnsanların parayı öncelemesinin sebebi de kimseye kendi ilgi duyduğu alanda var olabileceği kadar vakit ve alan tanınmamasıyla ilgili. Kapitalizmin en vahşi olduğu dönemde var olmaya çalışıyoruz ve bu kimseye durup gerçekten ne istediğini, neye yeteneği olduğunu anlamaya fırsat verecek zaman tanımıyor. Bu yüzden kim ne şekilde hayatta kalabiliyorsa saygı duyuyorum. Üniversite tercihlerini bile ne kadar bilinçli yapabildiğimiz de tartışma konusu elbette. 18 yaşında hayatınla ilgili temel bir karar verebilmek neredeyse imkânsız ama dediğim gibi sistemin hemen çalışacak insanlara ve iş gücüne ihtiyacı var. Çözümün bir formülü varsa da çok daha kökten ve insan yaşamını önceleyen bir formül olması gerektiğini düşünüyorum.

Kısa filmde oyuncu seçimi nasıl oluyor, ne kadar önem kazanıyor? Filmin yapımcılarından birinin (Dilan Çiçek Deniz) oyuncu olması da bu konuda yardımcı olmuştur…

Dilan’ın kesinlikle çok keskin bir gözü var oyunculuk performansları ile ilgili. Bazı önerileri benim hiç düşünmediğim yerlerden geldi ve aklımdaki castı şekillendirmekte katkısı büyük oldu. Dilan aynı zamanda bize çok alan tanıyan bir yapımcı, gerçekten zihnimizdekinin en yakın versiyonunu aktarmamız için bize çok ferahlık sağladı ve herhangi bir dayatmada bulunmadı. Biz önce Dilan karakterini aramakla işe koyulduk çünkü filmin bel kemiğiydi. Ben Sude Belkıs’ı uzun süredir takip ediyordum ve film için görüşmeye geldiğinde onu görür görmez işte bu dedim. Çok şanslıyım ki Sude de böyle bir deneyime açıktı. Dilan Çiçek Deniz’e Sude’den bahsettiğimde çok mutlu oldu çünkü onun aklındaki karaktere de tam uyuyordu. Ayrıca kadromuzdaki bazı diğer isimler de başka işlerini izlediğim ve hayranlık duyduğum isimlerdi; Nur Sürer gibi ve sanıyorum senaryonun ilginç bir deneyime gebe olması oyuncularımızı cezbetti ve aklıma en çok yatan kişilerin hepsi kadroya dahil olmuş oldu. Bu süreçte cast direktörümüz Kübra Doğruer’in doğru yönlendirmeleri ve çabaları da ayrıca işimizi inanılmaz kolaylaştırdı. Neticesinde hiçbir noktasında hiçbir değişiklik yapmak istemeyeceğim büyük bir oyuncu ekibimiz olmuş oldu. Bu vesile ile yine bütün oyuncu arkadaşlarımıza teşekkür etmek isterim.

blank

Kısa film festivallerinin dinamikleri hakkında neler söylersin?

Ben yönetmen olarak ilk kez festivallere katılıyorum filmimle, bu sebeple haddimi aşmak istemem fakat sorunlar olduğu maalesef aşikâr. En son büyük heyecanla benim için Türkiye’nin en önemli film festivallerinden biri olan Adana Altın Koza’da yarıştık. Maalesef kısa filmlere gereken önemin tahsis edilmemiş olduğunu deneyimledik hatta bu deneyim ile ilgili bir açık mektup yayınladık Altın Koza’da yarışan kısa film ekipleri olarak. Türkiye’de film çekmek gerçekten çok zor bir iş, Kültür Bakanlığı’ndan aldığımız fonlar bile ortada. Neredeyse kısa film üreten tüm arkadaşlarım binbir özveri ve ekonomik külfet ile filmlerini tamamlıyor ve bizim filmlerimizi izleyici ile buluşturabilmemizin tek yolu festivaller. Bu yüzden konaklama koşullarından ödül meblağlarına kadar ciddi anlamda gözden geçirilmesi gereken birçok konu var kısa film üreticilerinin maruz kaldığı.

Kısa filmciler bir araya gelip fikir alışverişinde bulunuyor mu, şartları düzeltmek, bir güç yaratabilmek için mesela?

Festival şartlarıyla ilgili elbette ki sürekli konuşuyoruz ve deneyimlerimizi aktarıyoruz. Hepimizin istediği aslında filmlerimizi düzgün bir perdede ve salonda izleyicilere gösterebilmek ve film üretimimize devam edebilmemizi sağlayacak ekonomik ve sosyal motivasyonun sağlanması.

Bundan sonraki projelerin nelerdir?

Şu anda gelen talepler üzerine zaten aklımda olan Dilan Hakkında Konuşmalıyız’ı diziye çevirmek fikri var, onun dışında yine mockumentary olarak çekmeyi planladığım bir kısa film projem var. Sanırım tüm işlerimde mizah unsurunu bir şekilde yerleştirmeye çalışacağım.

 Son olarak neler söylersin?

Öncelikle size çok teşekkür ederim, hazırladığınız sorular ve filmimize görünürlük sağladığınız için. Aslında Altın Koza’da ödül alırken söylediğim şeyi tekrar edebilirim; Dilan Hakkında Konuşmalıyız bir geç kalmışlık kaygısından doğan bir film ve umarım kendini herhangi bir şeye geç kalmış hisseden birileri varsa onlara ulaşır ve yardımcı olabilir.

blank

Banu Bozdemir

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu... Sinema yazarlığına Klaket dergisiyle adım attı, Milliyet Sanat muhabirliği yaptı. Skytürk TV’de sinema, sanat ve "Sevgilim İstanbul" programlarında yapımcı, sunucu ve yönetmenlik yaptı. TRT için Bakış isimli bir kısa film çekti. Yayınlanmış yirminin üzerinde çocuk kitabı var. Halen cinedergi.com’un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Onur Yağız: ‘Betonlaşan bir dünyada, soluğu masalvari patikalarda buldum’

Onur Yağız ile sinemasının dilini, doğaya bakış açısını ve tabii
blank

Yiğit Hepsev: ‘Fantastik bir durumu gerçekçi bir dünyada sundum’

Yiğit Hepsev’le Kuyruk filmi sayesinde tanıştım. Soyut bir olguyu somut