Umut Subaşı: ‘Deneysel adı altında geçen filmlerin %95’i deneysel değil’

6 Şubat 2015

Umut Subaşı ile deneysele yakın tarzını ve filmlerini konuştuk…

Kısa filmin tarzını daha çok deneysel olarak belirlemişsin, öncelikle bunda etkili olan şey neydi senin için? 

Belirlediğim bir şey değil aslında. Deneysel film yapayım diye yola çıkmadım hiçbir zaman. Daha önce yapılmamış şeyler denemeyi, özgün olmayı, sinemanın kendisi hakkında kafa yormayı seviyorum bunun sonucu sanırım ortaya çıkan işler.

Deneysel çeken için kolay mı zor mu çok kestiremiyorum ama izleyen için zor bir tür. Kişisel bir alan gibi algılanıyor daha çok. Kısa filmin üvey evladı gibi. Sen ne düşünüyorsun bu konuda? 

Türkiye için konuşmak gerekirse deneysel adı altında geçen filmlerin %95’i deneysel değil bence o yüzden böyle bir önyargı var. Deneysellik sadece kısa filmin değil bütünüyle sinema alanının can damarı bence. Sinema bu deneysel buluşlar sayesinde gelişti ve gelişiyor. En basiti flashback’i ilk kullanan kişi de deneysel bir çalışma yapmıştır ve bugün sinemanın araçlarından biridir mesela.

Ama bir yandan da deneysellerin için uğraşıyorsun, onları biçim ve içerik olarak farklı kılmaya beslemeye çalışıyorsun gibi? Öyle mi?

Elbette hem biçime hem içeriğe kuramsal ve pratik açıdan kafa yoruyorum. Filmlerimin özgün ve farklı olabilmesi için uğraşıyorum.

Eksik

Arada bir tane Eksik var kurmaca olarak. Ama o da tam kurmaca gibi değil, yine de deneysel tatlar almıştım ben izlerken. Nostaljik bir yanı var, tarihi, politik bir yanı var ve her şey neredeyse telefon konuşmaları üzerinden ilerliyor. Böyle anlatma sebebin nedir? 

Evet, yakın arkadaşım Eren Çukurluöz ile birlikte yönettiğimiz bir film Eksik. Bence kurmaca bir film. Türk-Yunan mübadelesiyle ilgili bir öyküsü var. Doksan sene önce yaşanmış bir dram. O günden bugüne zihniyet açısından pek değişikliğin olmadığını düşünüyorduk. O yüzden zaman kavramının muğlak olduğu nostaljik bir atmosfer yaratmaya çalıştık. Bu atmosferi kaybetmeden tasarruflu bir şekilde filmi kotarabilmek için telefon konuşmasını kullandık.

ÜNK ya da Üç Noktanın Kullanımı. Şekilsel ve anlamsal olarak diğer noktalama işaretlerine uyarlanabilir mi sence? Ya da neden üç nokta diyelim ben kendi adıma  o kadar sık kullanıyorum ki…

Ü.N.K’nın ardından böyle bir şeyi bir daha yapmanın pek esprisi olmaz bence. Başta elbette yapılabilirdi ama üç nokta hem kullanım anlamlarındaki zenginlik hem de biçimsel olarak filme getirdiği yeni imkanlarla çok cazip geldi bana.  Böyle biçimsel bir denemenin içerikle doğrudan bağlantılı olması ve ona hizmet ediyor olması da sanırım filmin alametifarikası.

ünk

Ve son filmin Pudrasız. O da daha önce denenmemiş bir oyun üzerinden gidiyor ve doğru söyleyenin kim olduğunu bulmamız bekleniyor ama sonunda pat diye kendini açık ediveriyor o kişi. Sonucu vermeden izleyenin kafasında soru işaretleri de bırakabilirdin deneysellik adına. İnsanlar konuşurken hikayeler birbirine geçiyor sonuçta?

Yine daha önce denenmeyen bir şey yapmaya çalıştık ama iç içe geçen klasik bir kurmaca durum da var ortada. Daha önce de söylediğim gibi deneysel olsun diye özellikle bir şey yapmıyorum filmlerde. Çıkış fikri dışında gerçek hikayeyi bulmak, diğerlerini ona göre yazmak ve çekim süreci de bir deneydi benim için. Çok düşündüm sondaki durumu filmi yazarken, fikir alışverişinde bulunduğum arkadaşlarımla da epey tartıştık. Aslında benim için gerçek kişinin kim olduğunun hiç önemi yok. Sinemada gerçeklik ve oyunculuk kavramları üzerine yeniden düşünmek ve tartışmaktı tek niyetim. Bu niyetime karşılık veren seyirci gerçek kişinin kim olduğunu öğrense de buna çok takılmadan bahsettiğim konular üzerine düşünmeye devam edecektir diye düşündüm filmden çıktıktan sonra. Geri kalan seyirci de filme bulmaca gibi yaklaşacağından sonunda arzuladığı sonuca ulaşabilsin istedim.

Metne önem verdiğini söylemek mümkün filmlerinde? Oysa deneysel daha çok görüntüler üzerinden seyircinin ilgisine ulaşmaya çalışır? 

Tabi ki metne/içeriğe çok önem veriyorum, biçime de çok önem veriyorum. İkisinin birbirine hizmet etmesi gerektiğini düşünüyorum.

Pudrasız

Peki, zaman zaman ne olacak bu deneyselin hali dediğin oluyor mu?  

Öyle dediğim olmuyor da deneysel adı altında yapılan bayat filmler canımı sıkıyor. Hiçbir yeniliği olmayan hiçbir denemeye girişmeyen filmler…  Yine örnek vermek gerekirse sadece sembolik anlatım üzerinden ilerleyen bir film deneysel kabul edilebiliyor mesela. Sinemanın yüz yıllık aracı sembolik anlatım, yüz yıl önce onu yapan adam deneysel bir film yapmıştır, bugün değil.  Ne olacak deneysel sinemanın hali diye düşünürsem bir gün, açar Godard’ın son filmini bir daha izlerim, 85 yaşında neler yapıyor neler…

Uzun metraj çeksen onun türü nasıl olurdu? Birebir deneysel olmazdı belki ama araya denemeler koyar mıydın? 

Ben filmlerimi salt deneysel olarak adlandırmıyorum. İçinde deneysel çalışmalar olan filmler benimki. Uzun metrajda da mümkün bu. Greenaway, Trier, Bunuel, Lynch, Apichatpong gibi yönetmenlerin deneysel olmadığını söyleyemeyiz herhalde. Uzun metrajla ilgili yeni yeni düşünmeye başlıyorum, özgün bir çıkış yolu bulacağımı umuyorum.

Festivallerin tavrı nasıl deneysele? 

Deneysel kabul etmiyoruz diyenler dışında olumsuz bir tavır yok. Çok fazla festival var, majör festivaller için konuşmak gerekirse ayrı kategori olarak değerlendirenler ve tür ayrımı yapılmaksızın değerlendirenler var.  Bence deneysel diye bir kategori şu şartlar altında fazla lüks festivallerimiz için. İyi bir deneysel film -iyi bir ön jüriyle- rahatlıkla kurmaca filmlerin olduğu seçkilerde yer alabilir. Aynı şeyi animasyon kategorisi için de düşünüyorum.

Kültür Bakanlığından destek aldın mı hiç, filmlerini hangi maddi destekle çekiyorsun? 

Sadece Pudrasız için başvurmuştum, alamadım. Çok küçük ekiplerle neredeyse bütçesiz çektim bütün filmlerimi.

Festivallerin ve ( kısa filmcilerin) ticarileştiğini düşünüyor musun? 

Kısa filmcilerin ticarileştiğini düşünmüyorum. Bütün para ödüllü yarışmaları, festivalleri kazansa bile bir film eline komik bir para geçer sonuçta. Bu yüzden dört beş tane nitelikli kısa filmi olan yönetmen çok az. Uzun film içinse işler değişiyor, yatırılan para çok büyük verilen ödüller çok büyük… Belki de bu yüzden festivallerin birçoğu filmler sayesinde var olduğunun farkında değilmiş gibi yönetiliyor, bu da çok hüzünlü geliyor bana.

Bundan sonraki projelerin neler? 

Okulu bitirip İstanbul’a taşındım birkaç ay önce. Yeni filmler yapabilmeyi düşlüyorum şimdilik.

Son olarak neler söylersin? 

Röportaj için teşekkür ederim. Zihin açıklığı diliyorum herkese.

blank

Banu Bozdemir

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu... Sinema yazarlığına Klaket dergisiyle adım attı, Milliyet Sanat muhabirliği yaptı. Skytürk TV’de sinema, sanat ve "Sevgilim İstanbul" programlarında yapımcı, sunucu ve yönetmenlik yaptı. TRT için Bakış isimli bir kısa film çekti. Yayınlanmış yirminin üzerinde çocuk kitabı var. Halen cinedergi.com’un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı.

2 Comments Bir yanıt yazın

  1. Bravo Umut. Oldukça donanımlı bir şekilde sinema yolculuğunda ilerliyorsun. Yolun açık olsun.

    Tebrik ederim Banu Bozdemir, okurken büyük keyif aldım. Keşke daha fazla soru, daha uzun cevaplar olsaydı.

  2. Ben teşekkür ederim, kısa filmin ancak bu kadar uzun röportajı oluyor. :) Şaka bir yana takipte kalın, yeni yönetmenlerle söyleşiler gelecek…

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Zahid Çetinkaya: ‘Her yer uyarıcılarla dolu ve biz algımızın köreldiği bir dönemde yaşıyoruz’

Fraktal: Munchies, aslında bildik ama bir yandan da zorlayıcı ve
blank

Ertuğ Tüfekçioğlu: ‘Film yarışmaları bir sirktir!’

Yurtdışında eğitim alan ve doğal olarak filmlerinin çoğunu orada çeken