90’lı yılların sonuna damgasını vuran film dediğimizde birçoğumuzun aklına gelecek film kuşkusuz “Matrix” olacaktır. Cyberpunk atmosferi, oyuncuların performansı ve zamanının çok ötesindeki görsel efektleriyle kesinlikle benzersiz bir filmdir.
Tabii ki Hollywood nerede başarılı bir yapım görse, bu başarıdan daha fazla para götürmenin hesabını yaptığı için ortaya ‘Matrix’vari filmler’ çıkar. “Yeni Matrix deneyimi”, “Matrix’i aratmayan sahneler”… gibi yüzsüz sloganlarla yola çıkan bu filmler gerekli gereksiz ağır çekim kullanarak Matrix’in tahtına oturabileceklerini zannetmektedir.
Öteki Sinema için yazan: Kaan Kahraman
Underworld’de maalesef bu filmlerden biri. Üstüne bir de yıllarda iyice suyu çıkartılan vampir/kurtadam munasebetini ele alması da ikinci bir eksisi. Filmin konusu ise şöyle: Vampirler ve lycanlar (kurtadamlar) arasında yüzyıllardır devam eden bir savaş vardır. Kurtadamların büyük çoğunluğu katledilmiştir, sadece en yaşlı ve en güçlü olanlar hayatta kalmıştır. Ancak hayatta kalan lycanlar, dolunaydan bağımsız olarak, istedikleri zaman kurt formuna dönüşebildikleri için daha tehlikelidirler.
Selene (Kate Beckinsale), ‘ölüm tacirleri’ adı verilen elit bir vampir biriminin üyesidir. Ölüm tacirlerinin görevi, Lycanları bulup avlamaktır. Selene ve diğer ölüm tacirleri bir metro istasyonunda iki Lycanı kıstırır. Çatışma sonucu Lycanlardan biri ve Selene’in takım arkadaşları ölür. Metrodaki Lycanların Michael adındaki bir insanı takip ettiğini fark eden Selene, Michael ve Lycanların arasındaki bağlantıyı araştırmaya başlar. Araştırmaları onun hem iki ırkı da içine alan bir komployu keşfetmesine hem de bir insan olan Michael ile yakınlaşmasına neden olacaktır.
Tahmin ettiğiniz gibi senaryo pek iç açıcı değil. Aslında film kendi içinde birkaç orijinal fikir barındırıyor. Özellikle vampirlerle Lycanların kökeni ve iki ırk arasındaki savaşın başlangıcı hoşuma giden kısımlar. Ancak filmde o kadar çok klişe var ki, bu orijinal fikirler arada kaynayıp gidiyor. Ayrıca filmin zamanı kullanma konusunda da sıkıntısı var. Yaklaşık iki saat uzunluğundaki film çok fazla gereksiz sahne içeriyor. Özellikle vampirlerin karargahında geçen sürüyle boş diyalog atılsaymış film daha izlenebilir olurmuş.
Oyunculuklara gelirsek başroldeki Kate Beckinsale’in ortalamanın üzerinde bir iş çıkardığını söyleyebilirim. Soğukkanlı vampir Selene olarak aksiyon sahnelerini iyi kotarmış. Bazı sahnelerde oyunculuğu gereğinden fazla donuk ama bu filmin de Oscar almak gibi bir derdi yok zaten. Diğer başrol oyuncusu Scott Speedman ise bence filmin en zayıf halkası. Adam tüm filmi suratında aynı şaşkın ifadeyle tamamlamış. Yan rollerde ise başrol oyuncularını gölgede bırakan iki isim var. Bunların birincisi Lycanların lideri Lucian’ı canlandıran Michael Sheen. Büyük ihtimalle bu başarısından dolayı serinin devam filmlerinden Underworld: Rise of the Lycans’ın başrolünde o var. Diğer başarılı oyuncu ise vampirler kralı Victor’u canlandıran Bill Nighy. Filmin küçük bir kısmında yer almasına rağmen karizmasıyla ışıkları üstüne çekiyor. Ancak büyük ihtimalle yaşı gereği karizmasını dövüş sahnelerinde konuşturamamış. Maalesef dövüş sahnelerinde vampirler kralından çok torunlarına sopa çeken bir dedeye benziyor.
Filmin en çok bel bağladığı unsur ise, gişe kaygısı güden birçok yapımda olduğu gibi, görsellik. Lycanların kurt formuna dönüştükleri sahneler başarılı olmuş. Ama yönetmen bu sahneleri yeterince etkin kullanamamış. Tam Lycanın biri kurda dönüşüyor, vampirlerin üzerine Allah ne verdiyse saldıracakken başlıyor karşısındaki vampire dişlerini gösterip hırlamaya. İşin kötüsü de vampirler aynı şekilde hırlayarak cevap veriyor ve dönüşüm sahnesinin tüm etkisi sönüyor. Bence ortada Howling 2 ile kapışabilecek bir beceriksizlik söz konusu. Bir diğer sorun ise yazının başında belirttiğim gibi Matrix’vari sahneler. Daha filmin en başında metroda geçen çatışma sahnesindeyken sanki Matrix’in ucuz bir kopyasını izliyormuşum hissine kapıldım. Keşke çatışma sahneleri biraz daha özgün bir şekilde çekilseymiş.
Underworld, elinde birkaç güzel fikir bulunduran ama bu fikirleri işlemekte başarısız olan bir film. Konuyu düzgün işleyemediği için de dayıyor efekti, dayıyor aksiyonu. Çerezlik aksiyon filmi olarak, sorgulamadan izlerseniz hoşunuza gidebilir. Yoksa uzak durun.
düşük puanlı filmleri övmek bir ustalık büyük bir keşif elit seçicilik iken ortalama üstü puanlı filmleri tür sinemasının dinamiklerini bile anlayamamış bir şekilde yermek iyi eleştirmenlik mi acaba?
sinema eleştirmeni olduğumu iddia etmiyorum. bu yazı benim film hakkındaki görüşlerimi içeriyor ki bu sitenin amaçlarından biri benim gibi amatör yazarların görüşlerini yayınlayabilmesi. ve fikirlerime katılmasanız da underworld’un başarısız bir film olduğuna dair kanım değişmeyecek. ayrıca türün dinamikleri derken neleri kastettiniz çok merak ettim?
“Üstüne bir de yıllarda iyice suyu çıkartılan vampir/kurtadam munasebetini ele alması da ikinci bir eksisi.”
Buradaki tespite hiç katılmıyorum.2003 yapımı olduğunu da göz önünde tutarsak o tarihlerde kurtadam/vampir mitolojisinin neredeyse unutulmaya yüz tuttuğunu söyleyebiliriz ve hatta Underworld’ün bu ilk filminin başarısı, filmin birçokları için kült haline gelmesi daha sonrasında hem devam filmlerine olanak sağlamış hem de vampir filmlerini hortlatmıştır.Bu durumu iyi ya da olarak kötü değerlendirmek size kalmış tabi.
Serinin devam filmleri de dahil olmak üzere şu son dönemde çekilen vampir temalı bir çok filmle karşılaştırdığımızda bu ilk film nispeten orijinalliği ve karanlık atmosferiyle kesinlikle vampir mitolojisini sinemada bir grup ergenin aşkı olarak değil de kötülüğün ve şeytansılığın sanatsal ve acımasız bir anlatımı olarak gören benim gibi birçok sinefili memnun etmiştir.
Haddimi aşarak yazıyorum. Bir film türüne karşı önyargınız varsa, bence eleştiri yazısı yazmamalısınız. Sonuçta vampir mitinden hoşlanmayabilirsiniz, bundan saygı duyarım.
Hem 1998 yapımı Blade, hem de Underworld türün yüz akı filmlerdir. Son dönemde çekilen filmlerle alakası büyük ölçüde yoktur.
estağfurullah ne haddini aşması. vampir filmlerine karşı bir ön yargım yok. hatta ‘blade’ ve ‘interview with the vampire’ gibi filmler en sevdiklerim listesinde. sadece underworld’un o kadar iyi bir film olduğunu düşünmüyorum.