İlk üç Saw filminin ve Insidious serisinin senaristi olan ve ilk yönetmenlik deneyimini Insidious 3 ile edinen Avustralyalı sinemacı Leigh Whannell, siberpunk/body horror (bedensel korku)/aksiyon filmi Upgrade ile izleyecileri ikiye bölecek bir işe imza atmış. Upgrade, güzel dövüş koreografileri, sürükleyici sayılabilecek bir intikam hikayesiyle eğlenceli bir seyirlik. Konusu ilginç olmakla beraber, “hard” bilim kurgu sevenleri pek tatmin etmeyebilir. Muhtemelen son zamanların en zekice bilim kurgu filmleri arasında anılmayacaktır.
Filmi, Sydney Film Festivali’nde, yönetmeni, yapımcılarından biri ve bazı oyuncularının eşliğinde izleme şansını buldum. Whannell, açılış konuşmasında, filmin, memleketi Melbourne’da çekilmiş olmasının bir avantaj olduğunu, yapmak istedikleri pek çok şeyi bu sayede yapabildiklerini söyledi. Her ne kadar film ismi belirsiz, kurmaca bir Amerikan şehrinde geçse ve karakterler Amerikan aksanıyla konuşsa da, en azından Avustralya’da bunun bir “Avustralya filmi” olduğu vurgusu yapılıyor. Fakat Whannell ilham kaynaklarını sıralamaya başladığında, aslında filmin içeriğini Avustralyalı kılan fazla bir unsur olmadığını görüyoruz. Whannell, çocukken bayılarak izlediği Terminatör, Robocop ve Matrix gibi bir film yapmak isteğiyle yola çıktığını söylüyor.
*** Yazının bundan sonrası sürprizbozan içerir. ***
Bahsi geçen filmlerin etkisini hem filmin teknofobik tavrı içinde, hem de Grey Trace adlı baş karakterinin (Logan Marshall-Green) harika performansında görüyoruz (Robocop-Alex Murphy, T800-T1000, Ajan Smith ayarında bir beden dili düşünün). Akıllı ev/araçların ve yapay zeka teknolojilerinin gündelik hayata yaygın şekilde dahil olduğu bir gelecekte geçen Upgrade, bir “Luddite” ya da teknofobik olarak nitelenebilecek Grey’in plaktan müzik dinleyerek antika bir arabayı tamir ettiği bir sahneyle açılır. Eşi Asha (Melanie Vallejo), gazi askerlere ileri teknoloji ürünü protez uzuvlar üreten bir şirkette çalışan ve Grey’in aksine teknolojiye ütopik bir perspektiften bakan biri olarak tezatlık oluşturmaktadır.
Grey, onardığı arabayı, zengin ve egzantirik Eron Keen’e (Harrison Gilbertson) teslim etmeye Asha’yla birlikte gider. İnziva içinde yaşayan ve empati kurma yetisi yokmuş gibi görünen genç deha Keen, ziyaretine gelen çifte, kendisinin geliştirdiği ve insanların sinir sistemine entegre edilmek üzere tasarlanmış yapay zeka çipi STEM’i tanıtır. İkinci bir beyin gibi davranan STEM, insanları daha akıllı ve her anlamda daha üstün kılacak bir kapasiteye sahiptir.
Keen’in yanında ayrılan çiftin otopilotta hareket eden akıllı arabası yolda “hack’lenir” ve çift ıssız bir yerde bedenleri askeri eklentilerle modifiye edilmiş bir grup gazi askerin saldırısına uğrar. Asha öldürülür, Grey ise boynundan aşağısını kullanamayacak şekilde sakatlanır. Keen, hayata küsmüş olan Grey’e reddedemeyeceği bir teklif yapar. Eğer STEM’i üzerinde denemesine izin verirse vücudunu yeniden kullanabileceğini söyler. Grey’in sinir sistemine eklemlenen STEM, Grey’in vücudunun kontrolünü yeniden ele geçirmesine yardım eder. Grey, her ne kadar STEM’i düşünceleriyle kontrol edebilse de, Yapay Zeka STEM’in kendine ait bir sesi ve planları vardır. STEM, Grey’e Asha’nın katillerini bulmakta ve intikamını almasında yardımcı olacaktır. Fakat bunu yaparken de git gide kontrolü eline almaya başlar.
Upgrade’i izlerken aklıma yıllar önce okuduğum, Warren Ellis/Steve Rolston imzalı MEK adlı çizgi roman geldi. Siberpunk’ın ana temalarından, bedeni teknolojiyle modifiye etme konusunu bir gençlik alt kültürü ve bir cinayet hikayesi etrafında işleyen kalburüstü bir öykücüktü. William Gibson’ın meşhur “sokak, eşyayı kendine has şekillerde kullanır” sözünü merkezine oturtan senaryosu, askeri teknolojilerin beden modifikasyonu alt kültürüne eklemlendiği bir kara borsa ortamında geçiyordu.
MEK ne kadar kısa soluklu bir öykü de olsa, Ellis’in “dünya yaratma” konusundaki ustalığını gösteren, esrarlı cinayet öyküsünü anlatırken içine daldığımız dünyanın ve alt kültürlerin de ayrıntılarını göstermekten imtina etmeyen bir akışa sahipti. Upgrade’e baktığımızda ise, öyküye arka plan olan dünyanın sadece yüzeyini gösteren bir anlatı görüyoruz. Filmin kötü adamlarının dahil olduğu, bildik bir “üstün insan” tribi içinde vücutlarına namlular, şarjörler, hapşırık yoluyla ateşlenen katil mikrobotlar vb. entegre etmiş bir ekip var, fakat bu çetenin “alt-kültür”lerinin bir derinliği yok. Karton bir kötü adam profili görüyoruz. Fakat belki de bunun bir önemi yok. Film başka bir şey anlatmaya çalışıyor.
Upgrade, dış dünyadan çok iç dünyaya bakan bir film. Gelişen teknoloji ve bunun kültürlerimize, yaşayışımıza olan etkilerini merak ediyor, ama değişen kültürden ve dış dünyadan çok, değişen insana ve iç dünyasına bakmak istiyor. MEK dışında akrabalık kurduğu bir başka metin de Black Mirror denebilir. Teknolojinin insanlık üzerindeki etkisi üzerine bir karamsarlığa sahip. Grey Trace’in, bedenine eklemlenmiş ve internete bağlanmış bir ses olan STEM’le sürekli konuşması, aslında günümüz insanının Siri/Alexa/Google’la konuşmasına benziyor. Fakat, yapay zeka özellikleri olan ve sonradan öğrendiğimize göre bir insan bedeninde yaşamak isteğini dile getiren STEM, bu öncüllerine göre daha kötücül bir teknoloji olarak karşımıza çıkıyor. Upgrade’in cevaplamaya çalıştığı soru şu: bir tür ikinci, “harici” beyin olarak kullandığımız akıllı telefonlar ve benzer cihazlar, “dahili” ya da bizimle hemvücut hale gelirlerse ne olur?
Siberpunk’ın öne çıkan bir başka teması da insan zihninin dijital bir ortama aktarılıp aktarılamayacağı konusuna dayanır. Descartes’ın zihin ve beden ikiliğinden yola çıkan bu soru, insan bedeninin zihninden ayrı tutulabilecek bir varlık, sadece benliği taşıyan bir kabuk olabileceği ihtimalinden beslenir (bakınız, Altered Carbon). Fakat, insan zihninin çevresini deneyimlemesi bedeninden gayri düşünelemeyeceğinden, zihin-beden ikliği kavramı sıklıkla eleştirilir. Bu bakış açısıyla, dijitize edilmiş ve kabuğundan çıkarılmış zihnimiz artık “ben” olmaktan çıkar. Upgrade, zihni bir bilgisayara ya da ağa “upload” edebilme imkanından ziyade, bedene ikinci bir akıl “download” edilirse ne olacağı sorusunu cevaplamak istiyor. Eğer, bedenimizi kontrol edebilen ikincil bir akıl varsa, karar mekanizmalarımızı etkileyebilen bir varlık sinir sistemimize dahil edilmişse, biz ne kadar “ben” kalabiliriz?
Logan Marshall-Green’in performansı, bu “benlik” sorununu takdir edilesi bir şekilde perdeye yansıtıyor. STEM tarafından kontrol edilen uzuvları, düşmanlara dayağın kralını atıp ortalığı kan revan içinde bırakırken, yüzünde dehşet dolu ve ağlamaklı bir ifade görüyoruz. İki zihin bedenin kontrolü için savaşırken, verilen mücadeleyi karakterin yüzünden ve kaslarının hareketlerinden okuyabiliyoruz.
Son söz olarak, Upgrade, insan benliği ve teknoloji ilişkisi üzerine ilginç bir soru soran, Logan Marshall-Green’in iyi oyunculuğu, iyi kurgusu ve aksiyon koreografileriyle öne çıkan bir yapım. Grey Trace ve STEM’in iç dünyasına odaklanan film, inşa etmeye çalıştığı dünyanın ve kötü adamlarının iki boyutluluğu ve olay örgüsünün tahmin edilebilirliğiyle biraz güç kaybediyor. Uzunca bir Black Mirror bölümü, eğlenceli bir B tipi bilim kurgu/aksiyon filmi izlemek isterseniz kaçırmayın.
Öteki Sinema için yazan: Can Yalçınkaya