Netflix için sinemanın yerini alacak diyoruz ama firmanın film yapma geleceğinden gelmediğini her fırsatta belli ettiği “original” yapımlarının pek tadı tuzu yok. Yine de hakkını yemeyeyim, arada sırada beni şaşırtan güçlü işler sunuyorlar ve Da 5 Bloods da onlardan biri…
Da 5 Bloods, bir sandık altını ve onunla birlikte gömdükleri arkadaşlarının kemiklerini ülkeye geri getirmek için yıllar sonra Vietnam’a giden arkadaşların hikayesini anlatıyor. Film hakkında heyecanla yazılmış “Spike Lee’nin en iyi eseri” gibi abartılmış yorumlara katılmıyorum, bana göre onun filmografisinde epey aşağılarda duracaktır ama şu sıralar yaşananlar düşünüldüğünde Amerikalı ve Kanadalı eleştirmenlerin bu filmi övmek için sıraya girmesini anlayabiliyorum.
Aslında, 80’lerde sinemalarımızdan eksik olmayan sonra da videocuların raflarını işgal eden bir alt türün içine, terk edilmiş bir lunaparka girer gibi girip eğlenen ve oradaki her yere elindeki sprey boyalarla içinden geleni yazan/boyayan bir graffitici gibi girmiş Spike Lee. Yönetmen, ortalama Netflix izleyicisine duygusal bir soygun dramasını aksiyon sosunu da kepçeyle koyarak izletiyor ama daha ince bir izleme deneyimine sahip olanlar için bambaşka bir film çekmeyi de ihmal etmiyor ki bu zaten hep yaptığı şey…
Hollywood’un Usta Birliği: Vietnam!
Çocukluğumda sinemalar Vietnam Savaşı filmleriyle dolar taşardı. Vietnam’da savaşan askerlerin yurda döndüğünde yaşadıkları travma ile başlayan tür bir propaganda fırsatı yarattı. ABD, kaybettiği savaşı filmciler ile yeniden kazanmaya çalışınca bir sürü aksiyon yıldızı Vietnam’a gidip hayali esir Amerikan askerlerini kurtarma operasyonuna girişti. Sinemada ve videoda yüzlercesini izledim. Bu filmlerin tamamında ve hatta Platoon ya da Apocalypse Now’da bile başkahraman bir beyazdı. Bunu şimdiye kadar hiç sorgulamamıştım çünkü ABD halkının %11’ini oluşturmalarına rağmen Vietnam’da savaşan her üç askerden birinin siyahi olduğunu bilmiyordum. Da 5 Bloods’a bu açıdan bakıldığında film bir itibar iadesi olarak görülebilir ama Lee, Amerika’nın siyahlar için hiçbir zaman Amerika olmayacağının da bilincinde.
Da 5 Bloods, iyi bir film olmanın yanında müthiş bir zamanlama ile gösterime sokuldu. George Floyd’un polis tarafından öldürülmesiyle başlayan ve ABD’yi de aşarak Avrupa’ya yayılan protesto gösterileri, ülkelerin sömürgecilik ve ırkçılık ile yeniden yüzleşmesini sağlıyor. Lee, 158 dakika boyunca ırkçılığa doğru bir sürü ok fırlatıyor ancak belki de o “ortalama izleyici” yüzünden bu film de bir tür ırkçılık uzağına düşüyor. Beyaz Amerikalı kahramanın yerini siyah olanlar alırken film bize yine Amerikalıların tarafını tutturmayı ihmal etmiyor. Sarı ırkı makineliyle tarayan beyazların yerini “bu aslında bizim savaşımızdı” diyen siyahlar alıyor. Ortalıkta bir sürü Vietnamlı ölü varken öldürenin rengi çok mu önemli? Sebep farklı olsa da bu siyah adamlar da John Rambo ya da James Braddock gibi beyazlar gibi yıllar sonra Vietnam’a dönüp kişisel savaşlarını başlatıyorlar. Oysa film, Vietnam savaşı için en doğru cümleleri kuran, askerlik çağrısını reddeden ve bu yüzden unvanından olan Muhammed Ali’nin sözleriyle açılıyor.
Beyaz ya da siyah, bir sermaye medeniyeti olan ABD vatandaşlarının macerası eninde sonunda paranın etrafında dönüyor ki bunu filmin en acıtan iğnesi olarak işaret ediyorum. Tv filmi estetiğine yakın duran 158 dakikalık Da 5 Bloods, bu türe özellikle ilgisi olmayanları sıkabilir ama benim gibi 80’ler çocuklarının eninde sonunda bağrına basacağı bir iş olmuş. Müzikal teması bile Rambo filmlerini hatırlatıyor. Bir sürü izleyici için de siyahi bir Rambo filminden öte anlam ifade etmeyecek ya da bir soygun macerası olarak izlenecek ama Da 5 Bloods’da çok daha fazlası var. Delroy Lindo muhteşem oynuyor, diğer oyuncular da öyle… İyi seyirler…