Kimi zaman insan dünyevi dertlerden arınmak ister. Tüm problemleri bir köşeye bırakmak ve git gide daha karanlık bir hal alan evrenden soyutlanmak… İşte böyle zamanlarda bir süper kahraman hüviyetine bürünen Yeşilçam’ın o optimist anlatımı, benim nazarımda en büyük kurtarıcıdır. İnsanı alır, çıkar ilişkilerinden arınmış, masumane duruşun değer gördüğü ve saf sevginin her daim kazandığı bir ütopyaya ışınlar. Bu öylesine bir ütopyadır ki, çoğu zaman izleyicisine mutluluk aşılar, hayata daha inançlı bakmasına fırsat tanır. Hele hele işin içinde Sadri Alışık’ın destansı performanslarından biri de varsa, durum o zaman tadından yenmez bir hal alır. Dünyanın tüm kötülüklerine göğüs geren Osman’ın kimi zaman trajik kimi zamansa trajikomik hikâyesini ele alan Tunç Başaran imzalı Acı ile Karışık filmini dilerseniz gelin hep birlikte inceleyelim.
Osman, sokaklarda şarkıcılık yapan kendi halinde bir garibandır. Büyük aşkı Müjgan ile evlenmenin hayalini kurarken, bir yandan da zengin olmayı düşlemektedir. Tam bu süre zarfı içerisinde karşısına çıkan varlıklı mı varlıklı Necla, Osman’ın sesine hayran kalır ve onu ülkenin en büyük sanatçısı yapmak adına çalışmaya başlar. Osman bir yandan geleceği adına uçsuz bucaksız hayaller kurarken, öte yandan hayatın ona hazırladığı sürprizlerle de yüzleşmek zorundadır.
Mutluğun Resmini Yapmaya Çalışan Türk Sineması isimli kitapta Özgür Velioğlu şöyle der: “Yeşilçam döneminin romantik filmlerinde aşk; ulaşılması kolay olmayan ancak muhakkak ulaşılması gereken bir öğedir”. Evet, birçok Yeşilçam filminde bu tezle karşılaşmak mümkün. Keza, aşk yine birçok filmde bir zorunluluk olan “mutlu son” için bir araçtır ve Yeşilçam sinemacılarının olmazsa olmazıdır. Aynı Acı ile Karışık’ta olduğu gibi. Film kapılarını ilk açtığı anda herkes adı gibi bilir ki Osman ile Müjgan arasındaki ilişki sancılı olacaktır ve tüm anlatı bu ikili arasındaki çatışma üzerinden ilerleyecektir. Çünkü bu anlatı kalıbı Velioğlu’nun da söylediği gibi Yeşilçam’ın en bilindik şablonudur. Tabii bu noktada Acı ile Karışık’ı farklı kılan yegâne husus, gözle görülür bir yönetmen performansının oluşu. Tunç Başaran, belki bilmediğimiz bir hikâye anlatmıyor bize. Ancak paranın pul kadar değeri olmayan ütopyasını öylesine vurucu nüanslarla aktarıyor ki Acı ile Karışık’ın izleyicinin bam teline dokunması da kaçınılmaz bir süreç halini alıyor.
Anlatının, filmin ismiyle büyük bir tezatlık içerdiği de aşikâr. Nitekim Tunç Başaran, adında “acı” geçen bir filmi ajitasyondan olabildiğince uzak ele alıyor ve izleyicisine tadında bir dram servis ediyor. Ancak filmin merkezine aldığı dram öğelerini, mutlu sona giden yolda bir araç olarak kullandığını söylemekte de yarar var. Evet, hayatta yaşanan her duygu, geçilen her viraj biz insanoğlu için. Kimi zaman yaşarken idrak edemiyoruz belki ama geriye dönüp baktığımızda her acının, bizi daha güçlü bireyler yaptığı ve ilişkilerimize daha farklı bir perspektiften yaklaşmamıza olanak tanıdığı da ortada. Aynı Osman ile Müjgan’ın hayat savaşında olduğu gibi. Esasen hikâye, merkezine aldığı iki karakter vesilesiyle, ne için mücadele ettiğimizi iyi kavramamız gerektiğini ve her ne olursa olsun ondan vazgeçmemenin ödülünü muhakkak alacağımızı net bir şekilde dile getiriyor. Tabii bunu yaparken de yaşanan olumsuz hadiselerin, karşılaşılması pekâlâ mümkün büyük felaketlerin, insanoğlunu daha dirayetli yapacağının altını çizmeyi ihmal etmiyor.
Acı ile Karışık, her ne kadar Osman ile Müjgan’ın engellere meydan okuyan aşkını merkezine alsa da filmin asıl kahramanı Osman. Daha doğru bir ifadeyle, Osman’ın izleyiciyi adım adım götürdüğü ütopya. Filmin henüz başında Osman, yegâne amacının ünlü bir şarkıcı olup, para içinde yüzmek ve nihayetinde de Müjgan ile evlenip mutlu bir aile yaşantısına kavuşmak olduğunu dile getirir. Ancak film zamanla Osman’ı bir tercih yapmaya doğru iter. İşte Acı ile Karışık’ın yavaş yavaş bir ütopyaya evirildiği yerdeyiz. Nitekim Tunç Başaran izleyicisine öyle bir evren sunar ki, bu evrende para bir metadan fazlası değildir. Hatta mutluluk için, uzak durulması gereken bir kavramdır. Keza finale doğru Osman ile Müjgan’ın mutluluğa yaklaşmaları, paranın insanı esir alan gücünden uzaklaşmalarıyla gerçekleşir. Bir başka deyişle film, paranın hüküm sürdüğü bir dünyada, mutluluğun ancak hayallerde var olacağını açık bir şekilde betimler. Bu yönüyle de Acı ile Karışık, kapitalizmin hüküm sürdüğü dünyamızda ancak ve ancak bir ütopya olarak anılmak mecburiyetindedir.
Acı ile Karışık’ın izleyicisini kocaman bir duygu deryasının ortasına bırakmasının asıl müsebbibi ise şüphesiz ki samimi dili. Yeşilçam’ın kendine has naifliğinden buram buram beslenen film, masumane duruşuyla da ekran başına geçen herkesi anlatısına âşık eder. Tabii dram ve mizahı harikulade bir şekilde harmanlayan Tunç Başaran’ın bir masal anlatırcasına ortaya koyduğu yönetmen performansı ise tüm bu dramatik yapının çekiciliğini doruğa ulaştıran ana etmen. Eh samimiyetten söz etmişken Sadri Alışık’a da ayrı bir parantez açmadan geçmek olmaz. Nitekim filmin göz önündeki starı olan ve ekranda göründüğü ilk andan son ana kadar, tüm yükü onun sırtlandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Kaldı ki Acı ile Karışık’ın vurucu yapısını güçlendiren ve o benzersiz içtenliği somutlaştıran kişinin de Sadri Alışık olduğu su götürmez bir gerçek. Ona başrolde eşlik eden ve film çekilirken yalnızca 18 yaşında olan Selma Güneri’nin performansı da bir o kadar dikkate değer. Hele ki Sadri Alışık ile ortaya koydukları uyum, Acı ile Karışık’ın ritmini zirveye ulaştıran ve anlatının dinamik yapısını koruyan en önemli sebeplerden biri.
Paranın hükümsüz olduğu bir ütopya sunan ve kapitalizmin yıkıcı gücünü yok sayan Acı ile Karışık, izleyicisine aşıladığı umutla Yeşilçam’ın en özel anlatılarından biri. Çekilen tüm acıların, büyüyen kaygıların, saf sevginin yanında zamanla bir teferruata dönüşeceğini dokunaklı bir şekilde işleyen film, özellikle finalde izleyicisine armağan ettiği içten tebessümle kült mertebesine çoktan ulaşmış durumda. Sadri Alışık’ın her bir saniyesiyle oyunculuk resitali sunduğu anlatı, dört bir yanımızı saran kaostan bir an olsun kurtulmak ve dünyevi dertlerden soyutlanmak adına sığınılacak en müthiş limanlardan biri. Ne diyelim, sen çok yaşa Osman! Sen yaşa ki masumiyetin modası hiçbir zaman geçmesin.
Öteki Sinema için yazan: Polat Öziş