Önce avcı kamera ile yakalanmış sınır kapısı görüntüleri giriyor. Kapıkule… Bekleyenler… Yabancı plakalı bir araba ve içinde bir aile. Müşfik (Tarık Akan), Mary (Caren Libby) ve Adem (Orhun Seydik). Müşfik 10 yıldır Mary ile evli ve Londra’da yaşıyor. Oğulları Adem’in sünnet düğünü için Müşfik’in yaşlı anne ve babasının yaşadığı yere, 10 yıldır gitmedikleri Bodrum’a gidiyorlar. Takvimde 10 yıl geriye gidince 1980’i buluyoruz ki buraya sonra geleceğiz.
Sınır kapısından geçerken gergin ve endişeli bir hali var Müşfik’in. Kapıdaki memurun telefonla konuşmasını kaygıyla izliyor. 1980’e bunu da ekleyelim ve bir kenara koyalım. Sonra uzun kuyrukları, bürokratik işlemleri ve “Mister”lere medeniyet dersi vermeye meraklı gümrük memurlarını geçerek Türkiye’ye giriş yapan Müşfik derin bir rahatlama ve coşku hissediyor. Belli ki korktuğu başına gelmiyor. Bu arada bizimkileri gözüne kestiren gizemli bir adam (Taner Barlas) var: Kıyıdan köşeden sinsice onları izliyor.
Muhtemelen Edirne’de bir otelde geceliyorlar. Esrarengiz adam otelde gene karşılarına çıkıyor. Ertesi gün uzun saçlarını ve top sakalını kestiren Müşfik bildiğimiz Tarık Akan saçı ve bıyığına kavuşuyor, bir nevi fabrika ayarlarına dönüş yapıyor. Fabrika ayarlarına geri dönüş sadece dış görünüş bağlamında olmuyor, davranışlara da yansıyor. Arabayı çok hızlı kullanıyor, tehlikeli sollamalar yapıyor. Endişeli Mary’ye diyor ki “Burada herkes hızlı kullanır.” Belki de İngiltere’deki kurallı yaşamdan bıkmış olan Müşfik bunun acısını çıkartmaya çalışıyor. Ama bu Berserk Ayini (1) kanlı bitiyor. Bir hatalı sollama sonucunda makasa girmekten kıl payı kurtulan Müşfik bir minibüsün şarampole yuvarlanmasına neden oluyor. Sonradan öğreniyor ki kazada 6 kişi ölmüş.
Mary’nin deniz kenarında üstsüz güneşlenmesi, Kilitbahir’in önünden geçerken Çanakkale Zaferi’ni anlatan Müşfik’e Adem’in “İngilizler düşman mı?… Peki ya annem?” diye sorması falan kültür farkından doğan küçük sürtüşmeler ve çam devirmeler şeklinde yolculuğa arka plan oluşturuyor. Bir de o arka planın değişmez ögesi: Peşlerindeki beyazlar giyinmiş gizemli adam. Daha sonra konakladıkları bir yerde adamla konuşma fırsatı bulan Müşfik onun “görevli” olduğunu öğreniyor. “Polis misin?… Benim polislerle bir ilgim yok… O eskidendi!” diye bir şeyler gevelemeye çalışıyor Müşfik. Sınır kapısındaki gergin ve endişeli hali, 10 yıldır Türkiye’ye gelmeyişi, üstüne bir de bu konuşma. Anlaşılıyor ki Müşfik muhtemelen 12 Eylül zamanında Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan bir siyasi mültecidir. Gizemli adam, onlarını takip etmesinin nedenini “Yeri ve zamanı geldiğinde anlarsın” diyerek belirsizliğe bırakıyor. Konakladıkları bir sonraki otelde gene karşılarına çıkan gizemli adam bu sefer ketumluğunu bozuyor: “Can almakla görevliyim. Yeri ve zamanı geldiğinde” Buna inanmayan Müşfik’e “İnanmadın değil mi? Seni en kısa zamanda inandıracağım. Göreceksin!” diyor
Sonunda Bodrum’a, Müşfik’in anne ve babasının evine varırlar. Gelinlerini ve torunlarını ilk defa gören baba (Orhan Çağman) ve anne (Nevin Aypar) heyecanlıdır. Kısa süre sonra Müşfik’in eski sevgilisi Zeynep ölür. Olayı uzaktan izleyenler arasında gene o beyazlar giyinmiş gizemli adam vardır. Müşfik o gece beyazlı adamı rüyasında görür. Beyazlı adam bu sefer ona gerçek suretinde, elinde tırpanı ile Azrail olarak görünür. Ona neden Zeynep’in canını aldığını sorar. Azrail de “Bana inanmadığın için” der. “Peki neden biz diye sorar” Müşfik. “Sen de başkalarının canını aldın” cevabını alır. Tartışmanın sonunda Azrail tırpanı ile Müşfik’in kafasını koparır. Müşfik, kan ter içinde uyanır.
Dünya Tatlı, Can Aziz!
Müşfik. Artık çok kaygılıdır. Dilek ağacına çaput bağlar, camiye dua etmeye gider. Camide dua ederken Azrail tekrar görünür ve ona affedildiğini söyler. Yalnız bir şartı vardır, kendi canının yerine bir can bulmalıdır. Mesela anne ve babasının canı…
Adem’in sünnet töreni yapılır, Müşfik bir türlü anne babasının canını isteyemez. (Sünnet düğününden sonra doğrudan tekne sefasına geçiş “Bugün sünnet, yarın deniz”e bir gönderme midir bilinmez.)
Dönüş vakti gelir, Müşfik ailesine veda eder ve yola koyulurlar. Azrail de son hesaplaşma için peşlerine düşer ve en sonunda onları Enez’deki harabelerde kıstırır. Müşfik’in odununa karşılık Azrail’in tırpanı… Aslında final belli gibidir ama bir mucize olur. Müşfik’in anne ve babası onlar için dua edip “alınacak can varsa bizimkini” al der ve el ele tutuşur, sonra ikisinin de eli cansız yere düşer. Peki müşfik ne olduğunu anlar mı? Siz ne dersiniz?
Tunç Başaran’ın yönettiği ve senaryosunu yazdığı, Jale Başaran’ın yapımcılığını ve sanat yönetmenliğini yaptığı film Kapıkule’den Bodrum’a kadar uzanan bir yol filmi olarak çekilmiş. Senaryoyu Euripides’in Alkestis tragedyası ve Dede Korkut’un Deli Dumrul hikayesinden esinlenerek yazmış Tunç Başaran. Aklestis ve Deli Dumrul, birbirine benzeyen yapıtlar. Alkestis’te (3) Apollon, Zeus tarafından Kral Admetus’un yanında çobanlık yapmaya mahkûm ediliyor. Admetus’un yerine getirmediği bir adak yüzünden hiddetlenen Artemis Ölüm’ü (Thanatos) Admetus’un canını almaya gönderiyor. Apollon, kendine iyi davranan Admetus’un ölümüne razı olmaz ve kardeşi Artemis’i yumuşatır. Artemis, Admetus’u kendi canı yerine alınacak bir can bulması şartıyla bağışlar. Dostlarını, anne babasını dolaşan Admetus yerine ölecek birini bulamaz. Karısı alkestis ile Admetus’un yerine canını vermeye razı olur. İnfaz günü geldiğinde ölüm gelir ve Alkestis’i alıp ölüler diyarı Hades’e götürür. Alkestis’in cenaze töreni hazırlıkları sürerken Admetus’un evine Herakles konuk gelir. Herakles gibi birini kapıdan çevirmek istemeyen Admetus Alkestis’in ölümünü ondan saklar ve Herakles’i en iyi şekilde ağırlar. Hizmetçilerden Alkestis’in öldüğünü öğrenen Herakles, cenaze evine konuk olduğunu öğrenince çok utanır ve Ölüm ile dövüşerek Alkestis’i Hades’ten geri getirir. Dede Korkut’un “Duha Koca Oğlu Deli Dumrul” (2) adlı öyküsünde ise Deli Dumrul kuru bir çay üzerine köprü yaptırıp geçenden otuz üç akçe, geçmeyenden döve döve kırk akçe alan bir savaşçıdır. Bir gün genç bir yiğidin cenazesine tanık olur ve onun canını alan Azrail’e meydan okur. Bu meydan okuma Tanrı’yı hiddetlendirir ve Azrail’i onun canını almak üzere gönderir. Azrail ile baş edemeyen Dumrul Tanrı’dan af diler. Canının yerine can bulması şartıyla canı bağışlanır. Annesi ve babasına giden Dumrul olumsuz yanıt alır. Eşine gider, eşi onun için canını vermeyi kabul eder. Eşinin ölmesine razı gelmeyen Dumrul, Tanrı’ya eşiyle beraber kendi canını da alması için yakarır. Tanrı Dumrul’un anne ve babasının canını alırken eşiyle kendisine yüz kırk yıl ömür bağışlar.
Birbirine benzeyen her iki eserden de serbest bir uyarlama şeklinde yazılmış senaryo. İnsanın yaptığı işlerin sorumluluğunun kime ait olduğu ve bunun bir başkasına yüklenip yükleyemeyeceği temel tartışma konusu. Fakat Uzun İnce Bir Yol’da Müşfik ölümünün sorumluluğunu sessizce yükleniyor ve kimseden kendi yerine ölmesini istemiyor. Hatta anne babasına ve Mary’ye açık açık soramıyor. Deli Dumrul’da anne ve baba yaşlı olduğundan dolayı gençlerin yerine ölmeleri gerektiği kabullenildiğinden dolayı kötü kişi olarak kabul ediliyorlar, Dumrul temize çıkıyor. Alkestis’te ise bu mesele cenaze töreni sırasında gelen Admetus’un babası ve Admetus arasında güçlü bir şekilde tartışılıyor. Admetus en sonunda kendi yaptıklarının cezasını eşine yüklemiş olmaktan pişmanlık duyuyor.
Aslında bu filmin finali, yani Müşfik ve ailesinin Azrail’in elinden kurtuluş şekli, senaryo aşamasındayken üzerinde en çok kafa yorulması gereken yeri. Ama final’i yetersiz bulduğumu, eskilerin deyimi ile finalden pek “mutmain” olmadığımı söylemeliyim. Bencillik ve fedakârlık ikilemi üzerine kurulu olan Alkestis ve Deli Dumrul ters yüz edilmiş ve kurtuluş anne babanın fedakarlığı sayesinde gerçekleşmiş. Filmin sonundaki ruhani hava ile birleşen ebeveyn fedakârlığı filmi gitmek istediği yere götürmüş mü, bunu ancak Tunç Başaran bilebilir ama baştan sona ilgiyle izlediğim bu filmin finali bende “sır kapısı” türünden bir tad bıraktı, daha da açığı hayal kırıklığına uğradım. (4)
Filmin oyunculuk yükünü Tarık Akan sırtlamış. Daha önce Otomobil şovlarında mankenlik yapan ve sinema konusunda deneyimi olmayan Caren Libby çok fazla sırıtmıyor. Libby’ye sırtlayamayacağı bir yük yükleyecek bir senaryodan kaçınıldığını farz edebiliriz. Taner Barlas ise gördüğüm en alaycı ve sinir bozucu Azrail olarak parlak bir performans sergilemiş. Final sahnesinde harabenin penceresinde teatral bir hava ile söylediği Alkestis’ten alınma tiratlar hoşuma gitti.
Filmin hoşuma giden yanlarından biri de önemli sahnelerin çekimine harcanan emek. Tehlikeli sollama sahneleri gayet iyi, dikkatli izleyince herhangi bir hızlandırma emaresi göremedim. Sonra, transporter’ın şarampole yuvarlanma sahnesi gerçek. Antik tiyatrodaki kafa kesme sahnesi, sonra final sahnesinde Azrail’in uçması falan emek verilen sahneler arasında. (Keşke Taner Barlas uçtuğu gibi düzgün bir biçimde yere kondurulabilseymiş!)
Uzun İnce Bir Yol, duygusal bir gerilim filmi olarak fantastik ögeleri de kullanmaktan çekinmiyor. İlk 90 yılında Fantastiğin kostümlü tarihi macera, masal ve maskeli/süper kahraman türleri dışındaki dallarına pek el atmayan sinemamızda bu tarz ilginç konulara el atmaya cesaret eden ilginç bir film. Anlatı da düzgün, merak ile izleniyor. Ama senaryonun “İnsanın yaptığı işlerin sorumluluğu kime aittir?” sorusunu film için verimli bir çatışma konusu haline getirip tartıştırmaması, tevekkül içinde “bana aittir” diye kabullenmesi, ve finalin yarattığı tatminsizlik duygusu filmi bir ölçüde sakatlıyor. Gene de benzer bir film olan “Arkadaşım Şeytan” ile birlikte Yeşilçam’ın ölüm döşeği/cenaze töreni yıllarında çekilmiş dikkate değer filmlerden birini kabul etmek gerekir. Son olarak da Alkestis’in Barnard/Columbia Antik Drama Grubu tarafından metne sadık kalan İngilizce alt yazılı ve yer yer absürt ve komik bir anlayışla sahnelenmiş halini aşağıdaki bağlantıdan izleyebilirsiniz.
https://youtu.be/xhuTmAe4tO0
[box type=”info” align=”” class=”” width=””]
(1) Berserk: “Ayı gömleği” demektir. Cermen topluluklarında kişilerin ayı gömleği denen posta bürünerek, ayı gibi sesler çıkartarak diğerlerine saldırıp ısırmaya çalıştığı ayin, kısa süreli bir “öze dönüş” anı olarak görülür. Ayrıca insanların içinde biriken öfke ve şiddetin zararsız bir yoldan dışavurumuna olanak sağladığı için bir emniyet sübabı olarak da görülebilir.
(2) Dedem Korkut’un Kitabı, Sf 123, Mustafa Necati Sepetçioğlu, 1998, İrfan Yayınevi
(3) http://classics.mit.edu/Euripides/alcestis.html
(4) Film ekibinden Aslan Kaçar’ın notlarına göre aslında ilk başta 15 yıl önceye dönüşleri olan bir senaryo yazılması planlanmış ama sonra bir şekilde bu geriye dönüşlerden vaz geçildiği anlaşılıyor. Antrakt Dergisi, Sayı:5 Sf.52-55
[/box]