blank5 Kasım gününü hatırla, patlamayı, ihaneti ve komployu… Bu günü unutmak için hiçbir neden bulamıyorum. Peki ya o adam? Benim aklımda kalan patlamanın büyüklüğünden ziyade âşık olduğum o adamdı…

Fox maskesi takmış bir adam düşüncelerin ne denli kalıcı olduğunu kanıtlamak adına bir plan yapar. Plan basittir. Adliye sarayı havaya uçurulacaktır. Tarih belirlenmiş orkestranın tüm üyeleri yerlerini almıştır. Fakat hiç de hesaplanmayan bir anda Evey adında bir kadın gecenin karanlığında kurtarılmaya ihtiyaç duyar. Kahramanımız onu kötü niyetli adamların elinden kurtardıktan sonra ona sorar. Müzik dinlemeyi sever misin? Kızın şaşkın bakışları arasında centilmen teröristimiz kendine bir seyirci edinmenin verdiği hazla gösterisine başlar. Tchaiskovsky’nin müthiş uvertürü eşliğinde sergilenen gösteri diktatör Adam Sutler yönetimindeki İngiltere için bir uyanış olacaktır.

Düşünceler kurşun geçirmezdir. Sevmezler, acımazlar, kanamazlar. Asla ölmezler. Yüzyıllar sonra bile mutlaka bir düşünceye kapılıp onun ışığında ilerleyen bir insan bulmak mümkündür. Fakat düşüncelere dokunamazsınız. Onları öpemezsiniz, sarılamazsınız. Omuzlarında ağlayamazsınız. Yine de her duygudan daha üstün olmalarının avantajını sonuna kadar kullanırsınız. Geliştirilebilir ya da değiştirilebilirler.

İnandığınız her ne ise karşıdaki kitleyi de inandırmanızı sağlayabilirler. Tabii doğru bir hitap tarzı ve doğru strateji ile… Devletlerin kurulmasından itibaren değil midir ki birileri çıkıp da bizi sürüklemeye görsün. Yalancıların en büyük silahıdır düşünce ve hitabet sanatı… Asla inanmazlar lakin siz onlara bir şekilde inanırsınız. Çünkü siyasiler gerçeği örtmek, sanatçılar ise ortaya çıkarmak için yalan söylerler. Güç ve otorite insanın var olduğu günden bu güne kadar hep çekici olmuştur. Hükümetler gelir ve gider. Geride kalanlar asla değişmez. Kullandıkları silahlar değişmez. En önemli üçlemeleri değişmez. Kuşku, medya ve inanç… Semboller oluştururlar. Kitlelerin bu sembollere anlam kazandırmasını sağlarlar. Şekiller ve renkler akıllarının bir köşesinde kaldıkça bilirler ki onlar ölümsüzdür. Çünkü göz önünde olan her şey aslında görünmezdir. Ve istenilmeyen her şey örtbas edilebilir. Yeter ki doğru bir güç ve silah kullanılsın. Şu sözü hepimiz biliriz. Kontrolsüz güç, güç değildir. Aslında güç kontrolsüzlüğü getirir.

blank

V For Vendetta bu açıdan çok güçlü bir yapım. Sonuna kadar anarşist… Sonuna kadar düşündürücü… Sözcüklerinden güç alan yüzsüz ve şekilsiz bir adamın öyküsü… Herkes o maskeyi takabilir ama herkes o adam olamaz. İzlendiğinde filmin içinde saklı olan mesajları yakalamak aslında yıllardır süre gelen bilindik bir romanı okumak gibi. Kullanılan semboller filme daha bir anlam kazandırmış. Yıkılan binalar yeni bir doğuşun ve yok oluşun sembolik anıtları olarak kullanılmış bu yapımda. Adaletin bazen elini uzatamadığı kör noktalara dokunan güçlü, akıllı, şövalye ruhlu ve okumayı seven bir anti kahramanla karşı karşıyayız.

Kendi yaşadığı acıların sorumlularından intikam almakla kalmıyor kahramanımız film boyunca bir akımında öncüsü haline geliyor. Tabii film alışıldığı gibi kullanmamış lakin aşkı da teğet geçmemiş. Ayrıca film boyunca Monte Cristo Kontu’na yapılan atıflarda manidardır. Sonunda müthiş bir final bize hoşça kalın ve düşünceyle kalın diyor.

Sözün özü 2005 yapımı, yönetmenliğini James McTeque’nin yaptığı, Alan Moore ve David Lyod’un kaleme aldığı, aynı zamanda The Matrix’in senaristleri de olan Wachowski Kardeşlerin derlediği sonuna kadar özgürlük ve devrim diye bağıran bir film.

Oyuncu kadrosunda Natalie Portman ve Hugo Weaving’i barındırıyor. Filmin müzikleri de dikkat çekici. Kefaret’teki başarılı çalışmasıyla Oscar kazanan Dario Marianelli imzasını taşıyor. Hala seyretmediyseniz önerim seyretmeniz yönünde olur.

V for Vendetta size yaşadığınız ve sürekli okuduğunuz tanıdık bir senaryoyu görselliği ve müziği içine biraz da aşk katarak yalın bir o kadar da düşündürücü bir dille tekrar anlatıyor.

Düşünceler ölümsüzdür. Onlara dokunamazsınız lakin onlardan daha güçlü bir silah da bulamazsınız. Mutlu seyirler.

blank

Melahat Yılmaz Özberk

1981 Ankara doğumlu... Anadolu Üniversitesi Türk dili ve Edebiyatı bölümünde okuyor. Gölge- e Dergi ve Öteki Sinema’da çeşitli film eleştirileri ve hikâyeler yazıyor. Tek dileği yazacak sözlerinin bitmemesi ve bunları sayfalara dökebilmek…

10 Comments Leave a Reply

  1. Aslında Watchmen gibi orjinali ile çok keskin ayrılıkları olsa da şahsen gelmiş geçmiş en iyi çizgi roman uyarlamalarından biri olduğu kanaatindeyim…

  2. hollywood asla kendine karşı olan bir projeyi desteklemez, anarşist bi film değildir bu.. aksine insanlara düşüncenin gücünü anlatırken otoritenin gücünü yıkamayacağını seyirciye gösteriyor.. bu filme bu kadar anlam yüklemeyin.. aynı durum fight club için de var.. tüketim sinemasının merkezinde tüketim toplumu eleştirilir mi? medya kandırmacasının ayakları..

    ama film görsel olarak güzeldir ona bir şey diyemem

    LÜO!

  3. Filmle değil Alan Moore’un görüşleri ile alakalı bir durum bu…Çizgi roman uyarlamalarını eleştirirken kaynağını bilmekte fayda var! Film anarşist değil zaten V anarşist! Filmde, çizgiroman’da anarşizmi koyu biçimde savunmuyor. Kitlelerin görüşü ne olursa olsun ideallerin yaşayacağını söylüyor ki zaten bunu da ana sayfada görünen filmin son sahnesinde başarıyla veriyor…V Çizgiromanda daha kaçık ve daha acımasız bir karakter! Bir de filmlere kitlelerin yüklenmesi ile filmin mesajının doğru kodlanması arasında fark var.

    Chuck Palahniuk’un da Fight club’ı kaleme alırken ya da Fincher’ın filmi çekerken bu gün tüketim neferlerinin favorileri arasında yer alacağını ön gördüklerine inanmıyorum. Sen olaya sadece blockbuster filmler üzerinden bakmışsın kusura bakma ama bu eleştiri çok sığ ve saldırıya yönelik bir eleştiri…Saygılarımla…

  4. Favori filmlerimden biridir ve çok iyi bir uyarlama bence de. Fight Club da sevdiklerimdendir ve bence de “Hollywood yaptıysa kesin kıllanalım” yaklaşımı gereksiz, hikayeler birşeyleri savunuyor savunuyorsa, filmlerin kendileri ya da yönetmenler değil. Onlar sadece yansıtıyorlar perdeye, ne aldığımız bize kalmış diye düşünüyorum.

  5. V for Vendetta her ne kadar -çizgi romanda bağımsız değerlendirdiğimde- sıkılmadan izlediğim, oldukça iyi bir film olsa da çizgi romanının ruhunu iyi yansıtamamış, hatta çizgi romana ve V algısına büyük bir darbe indirmiştir.

  6. Cizız Kırayst, Fight Club örneğini çok doğru açıklamış, sanırsın film anarşizm, başkaldırı pompalıyor velakin aslında insanların iliklerine kadar pamuk tıkıyor.. insanların içinde biraz sorgulama, isyan hissiyatı varsa da holywood bir filmin içine emerek kapısına kilit vuruyor gibi gibi.. “hollywood = sürü yönetim merkezi” başka birşey deyil. kısacası acı zehiri şekerle kaplayaraktan yutturmaca şeysi işte

  7. Cizıs kırayst haksız değil. Aslında doğru bile söyledikledikleri.
    Tamam iyi bir izleyici bile sayılmam. O kamera kadraj, plan, sekans olaylarından hiç anlamam. O yüzden söylediğim herşeyi sıradan izleycinin eleştirisi olarak okumak gerek.

    Eğer biraz para harcıyor ve bir kavramı düşünceyi, hayali ya da her neyse; bir şeyi anlatmaya çalışıyorsanız. Anlatmak istediğiniz şeyin duyulmasını istersiniz. Film yapmakta çok kaba olarak bir şeylerin duyurulması temelli bir niyete dayanır. Bu anlatmak istediğiniz fikir ya da isteklerinizin sizi yönlendirdiği hedeflere bağlı olarak ortaya koymak istediğiniz şeydir. Belki düşünce, belki kendi yetkinliğiniz. O yüzden çekilen hiç bir film popüler olmasın diye çekilmez, diye düşünüyorum.

    Filmden önce Palahniuk’a ya da Moore eserleri kendi janrında bu türe sahip çıkanlar arasında popüler olma niyetiyle yazılmıştır. Okunmasın diye kitap yazılmaz. Okunsun ve hep okunsun diye yazılır. Ki bence Palahniuk ve Moore eserleri popüler kültür nesneleri haline gelmiştir. En azından tanıdığım pek çok kişi en azından 1 Palahniuk kitabı okumuştur. bu onu popüler yapar mı? evet. Çünkü popüler olmak o kültür ve ekinin getirdiği diyalekte bağlı bir dil, alt kültürü yaratır. Bunu başarabilen şey de popüler olmuştur zaten.
    Fight cluba gelince. Evet güzel severiz vs vs. ama popüler olması gereken her şeye sahiptir. Hemde Aristotelesten beri geçerli olan “özdeşim” bağına sahip “olacak kadar” her şeyi tamdır. Özdeşim kurulacak bize benzeyen bir karakter, olmak isteyeceğimiz türden güçlü seksi vuran kıran bir eleman. Seks, derin konulara, derine dalmadan yüzeysel bir dokunuş- kafa karıştırmama- ezikliğimizden kaçış. tüm bu unsurları bile Fight Clubın pop star olmak için doğmuş bir “nesne” olmasını kolaylaştırıyor.

    Ha karbonhidrat en temel besin maddesi ve ucuz diye karbon hidratlardan vaz mı geçeceğiz. Hayır. Karbonhidrat alacağız, ama lezzetli olanın kırmızı et olduğunu unutmayacağız.

  8. Bazı filmler insanların düşüncelerine işleyerek yaşamayı hedeflerler…bu iki örneğin de böyle olduğunu düşünüyorum…Hollywood elbette her zaman müdahale edecek ama bu, Amerikan sinemasının sadece kendisini cilaladığı filmler sunduğu manasına gelmez…gelemez…Clint Eastwood’un Iwo Jiva’dan Mektuplar’ı aklıma gelen ilk örnek ki tonlarcası da mevcut…

    Eğer ki başrolde kendi kuşağının en başarılı isimleri arasında yer alan iki işme yer verildi, tüketim toplumu eleştirisi de karakterlerin karizma hanesini dolduran markalar aracılığı ile verildi diye bu gün Converse, Vans vs dışında marka bilmeyen goygoycu gençlik bu filmi benimsedi diye filmi karalamak bana çok daha samimiyetsiz geliyordu. Ayrıca bu gün filmi karalayanların büyük bir kısmı zamanında aynı filmi yere göğe sığdıramadılar…Burada da inandırıcılıktan uzak bir durum var…

    Kaldı ki sinema tarihinin en iyi 100 filmi arasında Lanet Olası Fight Club’ı sürekli ilk 5 içerisinde görmek…İşte asıl tartışılması gereken konu bu…Hani yaşım genç, sitenin dedesi gibi davranmak da bana düşmez ama eskiden bu listelerde biraz sağduyu vardı. Inception, The Dark Knight, Fight Club ve bir dolu benzeri daha gösterime girmeden o listelere çöreklenemezdi…Demek ki filmler kadar, filmlere dair fanatik yaklaşım da, sinema anlayışını lekeliyor bir noktada…saygılarımla…

  9. Biri yada birilerinin çıkıp kurumların insana rağmen değil insan için var olduğunu,hükmedenlerin hükmetmek için değil hizmet için var olduklarını anlayacakları dilden anlatması gerekiyor.Film bu mesajı gayet renkli bir şekilde vermiş .Tabi bunu yapabilmeniz için üstün savaş sanatları bilgi ve yetisine ayrıca değişim geçirmiş bir bedene ,zehir gibi çalışan birikimli bir beyne ihtiyacınız var(ki bunların işe yarayacağından çok kuşkuluyum).Tüm bunlar filme tarçınlı bir kek lezzeti tadından yenmez yapıp NEOLUYOR veCizıs kırayst yorumunuda bir anlamda doğruluyor.Her şeye karşın film çok güzel ,çizgi romanı okumamam ise benim gibi bir çigi roman delisi için affedilmez ,Ayrıca MELHAT YILMAZ Hanımın titiz çalışmasını çok beğendim filmin düşüncenin ölmezliğinin yanı sıra hükmedenin aslında hizmetkar olması gerektiğinin hatırlatılmasının altını çizdiğinide inanıyorum .Kahramanlar toplumsal bilinçlenmenin lokomotifi değil ilhamı olabilirler diye düşünüyorum.Yoksa yeni bir hükmeden modeli olma tehlikesi sözkonusu olabilir.Filmin bu görüşle çelişip çelişmeyeceği ayrı bir yazı konusu niteliğinde sanırım.Yapılan çalışmanın keyif verici ve bilgilendirici, yapılan yorumlarıda renkli ve aydınlatıcı bulduğumu söylerek sevgilerimle noktalıyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

800 Balas (2002)

Iglesia filmlerinde sezilen ahlakçı yan ya da politik mesaj verme
blank

B-olitik Sinema Yazıları: Decoder (1984)

William S. Burroughs ve Decoder üzerinde daha ayrıntılı bir şekilde