Medeni olduğunu iddia eden ‘İnsanlık’ yüzyıllardan beri, ulusların arasında sayısız savaşa ve bir o kadar da katliama tanık oldu.
Çıkarları uğruna insanları savaşa sürüklemekten çekinmeyen egemenler, çatışmalarda verilen kayıplar yetmezmiş gibi, planlı katliamlar ve soykırımlar yaptılar. İşgal ettikleri ülkelerde, sömürgelerinde ya da kendi ülkelerinde giriştikleri kıyımların sonucunda çoğu zaman hesap bile vermediler çünkü sanayi toplumunu afyonlamak için de kullanılabilen, gecikmiş bir vicdan sağlayıcı, bir özür mekanizması mevcuttu: Sinema!
Öteki Sinema için yazan: Başak Bıçak
Günümüzde artık birçok ülke sineması aynı şeyi yapıyor; işledikleri insanlık suçlarını, yaptıkları filmlerle örtbas ederek güya geçmişleriyle hesaplaşıyor. “Evet, biz böyle bir katliam/soykırım yaptık, üzgünüz!” diyerek vicdanlarını rahatlatmaya ve dünya kamuoyu önünde suçlarından arınmaya çalışıyorlar. Hollywood’un, ABD’nin işlediği suçlardan ne kadar nemalandığı göz önünde bulundurulduğunda, bu af dileme yönteminin daha çok talep göreceği aşikâr. Elbette çekilen her film samimiyetten uzak, sadece propagandaya hizmet eden yapımlar değil. Bu filmlerde kullanılan dil ve anlatımdaki cesaret bize dilenen affın ne kadar gerçekçi olduğunu gösteriyor. Bu açıdan baktığımızda Sabra ve Şatilla katliamlarını arka planına alan Beşir’le Vals, yönetmeni Ari Folman’ın vicdan muhasebesi yaptığı bir film. Getirdiği politik eleştiriyle de Beşir’le Vals, Persepolis’ten sonra en iyi animasyon filmlerden biri…
İsrail’in kurulmasından sonra Ortadoğu toplumlarında değişen dengeler önce Arap-Yahudi çatışması, ardından Lübnan’da patlak veren bir iç savaş olarak kendisini gösterdi. Yüz binlerce Filistinli mültecinin Lübnan’a gelmesiyle başlayan dini sorunlar zamanla siyasi çekişmelere neden oldu ve 1975 yılından itibaren ülkedeki etnik gruplar arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. İsrail ve Suriye’nin farklı yönde seyreden çıkarları doğrultusunda bu grupları desteklemesi, çatışmaları alevlendirdi ve nihayetinde İsrail ordusu 1982 yılında Beyrut’a girdi.
Film, İsrail Lübnan’ı işgal ettiği sırada orduda görevli 19 yaşında bir asker olan Ari Folman’ın, savaştan yıllar sonra bir arkadaşıyla konuşması sırasında katliama dair hiçbir şey hatırlamadığını fark etmesiyle başlıyor. Zihnindeki parçaları, Lübnan’da kendisiyle birlikte görev yapan arkadaşlarıyla yıllar sonra görüşüp konuşarak birleştirmeye ve boşlukları doldurmaya çalışıyor. Ari Folman’ı hafızasında yolculuğa çıkaran olay ise arkadaşının gördüğü bir rüya…
Daha filmin başında izlediğimiz ve seyirciyi ekrana kilitleyen 26 köpeğin olduğu sahne bizlere sinema tarihinin en etkileyici açılışlarından birini izletiyor. Arkadaşının rüyasını anlatmasından sonra ilk kez savaşa dair bir şeyler hatırlayan ve halüsinasyonlar görmeye başlayan Folman’ın zihninde yer alan ve film boyunca birkaç kez izlediğimiz İsrailli askerlerle birlikte sudan çıktığı sahne hafızalara kazınacak türden. Sudan çırılçıplak çıkan askerlerin daha sonra giyinip harap olmuş sokaklarda yürürken, yüzleri dehşetle kaplı Filistinli kadınları izlemeleri, Lübnan’a adım atmalarından itibaren masumiyetlerinin yok oluşunu ifade ediyor. Çünkü gerçekte, tıpkı o sahnede olduğu gibi İsrailli askerler işaret fişekleriyle geceyi aydınlatıyor ve biraz ileride yaşanan katliama seyirci kalıyorlar. Yaşanan bu insanlık dramına seyirci kalmak, Ari Folman’ın zihninde böyle bir sanrıya yol açarken, başka bir arkadaşının zihninde ise çok daha farklı bir görünüm kazanıyor. Devasa büyüklükteki bir kadının kolları arasında arkadaşlarının ölümüne seyirci kalan İsrailli askerin bu rüyasındaki kadın imgesi ise insanların aynı olaylara farklı çıkış noktaları geliştirmesinden kaynaklanıyor. Nitekim film boyunca arkadaşlarıyla konuşan Ari Folman’ın aldığı cevaplar, bireyin kendisini haklı çıkarabilmek ve yaşanan olaydan koruyabilmek adına nasıl bir savunma mekanizması oluşturduğunu gösteriyor. Çünkü hemen hepsinde unutulan bir şeyler var ve katliama neden seyirci kaldıkları sorusunu hep yanıtsız bırakıyorlar.
Filme ismini veren vals sahnesi ise Beşir’le Vals’in, güçlü müziğiyle benzersiz hale gelen sahnelerinden biri. İsrail’e yardım eden Lübnan başkanı Beşir Cemayel’in posterleri altında yapılan bu dans, bir askerin nasıl mekanikleştiğini ve insani duygulardan nasıl uzaklaştığını etkileyici bir biçimde gözler önüne seriyor. Ari Folman bu sekansla, savaşın insan psikolojisi üzerinde yarattığı yıkımı göstermeye çalışırken, bir yandan da günahlarıyla yüzleşiyor ve bu film yoluyla suçunu itiraf ederek arınmaya çalışıyor. Bu durum ise ister istemez akıllara şu soruyu getiriyor: İtiraf etmek bizi günahlarımızdan arındırır mı?
İnsanlık dışı bir katliama ışık tutan Beşir’le Vals’in sıkıntılı yanı ise bana göre, Beşir Cemayel’in ölümünün intikamını almak üzere Hıristiyan Falanjistler tarafından girişilen ve binlerce masum Filistinlinin öldürüldüğü Sabra ve Şatilla katliamı sırasında İsrail’in sadece seyirci kaldığı yönündeki anlatım şekli… Çünkü bu soykırım sonrasında Beyrut Kasabı olarak anılan dönemin Savunma Bakanı Ariel Şaron’un katliam için bizzat emir verdiği bilinirken, yalnızca haberdar olduğunun söylenmesi filmin en büyük handikabı… Bu yaklaşım İsrail yanlıları tarafından eleştirilen filmin aynı zamanda İsrail karşıtları tarafından da cesur bulunmamasına sebep oldu.
Tüm bunlara rağmen anlatmak istediklerini açıkça ifade eden film, müzikleri ve kurgusuyla da etkileyici olmayı başarıyor. Bilhassa vurucu bir finalden sonra boğazınızın düğümlenmemesi neredeyse imkânsız hale geliyor. 2008 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan Beşir’le Vals, 2009’da En İyi Yabancı Film dalında Oscar’a aday gösterilirken, aynı yıl Altın Küre’nin sahibi olmaya hak kazandı. Persepolis, Rönesans ve Karanlığı Taramak gibi politik bir duruş sergileyen, yetişkinlere yönelik animasyonların arasında kendisine yer bulan Beşir’le Vals, hiç kuşkusuz 2009’un en iyi yapımlarından biri…