Robin Hood denince, ormanları mesken tutarak, zenginden alıp fakire veren, kötü kalpli yöneticilere dünyayı dar eden ve bir mil mesafeden attığı okla hedefi tam ortasından vurabilen romantik bir kahraman akla gelir.
İlk izlediğim Robin Hood filmi, oyunculuk dışında inci avcılığı gibi tehlikeli işlere de bulaşmış. Errol Flynn’in 1938 tarihli, isminden de anlaşılabileceği gibi maceraperest bir adamın ve yoldaşlarının eğlenceli bir hikâyesi olan “The Adventures of Robin Hood’’ idi. Hollywood’un ikinci John Wayne’i olmak isteyen, 1990’lı yılların idealist aktörü Kevin Costner ‘’Robin Hood: Prince of Thieves’’ filmiyle hikâyeyi genç kuşaklara aktarsa da başarılı bir film olmadığını düşünüyorum. Mel Brooks ise ‘’Robin Hood: Men in Tights’’ filmi ile hikâyeyi eğlenceli hale getirmeyi başarıyordu ancak kendi çizgisinin bile altında kalıyordu. Ne var ki bütün bunlar, dönemleri ve bakış açıları farklı olsa da klasik anlatının etrafında dolaşan filmlerdi. Ridley Scott ve has adamı Russell Crowe ikilisinin isyankâr, romantik, sevimli ve naif karakterli bu “kanun kaçağını”, kendinden öncekilere göre ayakları yere sağlam basan bir yapıya kavuşturduğunu söylemeliyim.Hem Fransa hem de İngiltere krallarına kraliçelik etmiş Eleanor, on beş yaşında iken Fransa kralı ile evlenmiş ancak kralı aldatması, İkinci Haçlı Seferi’nin başarısızlığa uğramasının en büyük sebeplerinden gösterilerek günah keçisi ilan edilmiş ve erkek çocuk doğuramadığı gerekçesiyle saraydan kovulmuştur. Kovulan Eleanor’un İngiliz kralı ile evlenerek İngiliz tahtına art arda erkek çocuklar doğurmuş olması Fransa kralının “erkekliğini” ve “karizmasını” tehlikeye düşürse de, Fransız kralının da “Tanrı’nın bir lütfu” ile bir erkek çocuğunun dünyaya gelmesinin aynı tarihlere rastlaması manidardır.
Bir büyücünün “kanatları kırılan kartalın yüzünü üçüncü çocuğu güldürecek’’ kehaneti, Eleanor’u iki kanadı iki ayrı ülkeye ait bir kartal olarak tanımlanmasına yol açıyordu. Fransa’daki kanadı kırılmış, İngiltere’ye uzanan ikinci kanadı ise onu tutsak yapmıştı. Fransa Kralı’nın boşadığı, İngiliz Kralı’nın ise zindana kapattığı kraliçenin yüzünü Richard güldürecekti. Ortaçağ Avrupa’sının iki büyük kralıyla evlenen, kralın kardeşinden, Selahaddin Eyyubi’ye kadar pek çok kişiyle ilişki yaşadığı iddia edilen Eleanor’un hamamda iken bir ejderhaya dönüştüğüne ve kötü meleklerden biri olarak yeryüzüne indiğine inanılıyordu.
İngiliz tahtının varisi Richard ile Fransız tahtının varisi Philip, birlikte o kadar çok görünüyorlardı ki Richard’ın Philip’i bir masada aynı tabakta yemek yiyerek ve gece yatağını onunla paylaşarak onurlandırdığını söyleyen şiirler yazılıyor, savaşta ve aşkta yazgılarının sürekli kesiştiği söylenerek tüm Avrupa’nın gözü önünde çılgınca sevgili hayatı yaşıyorlardı. Ne var ki, Philip’in kendisinden sekiz yaş büyük Richard’ın yanında ‘’ güneşin gelmesiyle sönen ay gibi olduğu’’ söylentileri Philip’in gizliden gizliye kin beslemesine sebep oluyordu.
Richard’ın çocuğu olmazsa yerine kardeşinin geçeceğini bilen ve bunu istemeyen Eleanor, bir erkek torun sahibi olmak istiyordu. Richard’ın bir hizmetçiden, adını manidar bir biçimde Philip koyduğu bir çocuğu olduğu söylense de tahtın geleceği için meşru yoldan çocuk yapmak zorundaydı. Annesinin şeytan soyundan geldiğini ve bu yüzden erdemli bir çocuk sahibi olamayacağını düşünen Richard eşcinselliğini itiraf etmekten başka yol bulamayınca din adamları önünde çırılçıplak soyunarak, Tanrı’nın merhametine sığınmış bu dürtülerine karşı koyabilecek gücü vermesi ve kendisini bağışlaması için Tanrı’ya yalvarıp yakarmış ve ardından pişmanlığını ifade etmiştir.
Richard, günahlarını kiliseye affettirebilmek için Philip’le birlikte Kudüs’ü kurtarabilmek için yeni bir Haçlı Seferi düzenler. Film, Richard’ın bir kuşatma esnasında askerleri arasında dolaşmaya çıktığını göstererek başlar. Çok iyi bir okçu olan Robin’in de içinde bulunduğu bazı askerler birbirleriyle kavga etmektedir. Kralı fark etmeyen askerler kavgalarını sürdürürler ancak kralın da uçuşan yumruk ve tekmelerden nasibini alması üzerine müdahale edilerek kavga sona erdirilir. Dürüst ve cesur bir adamla konuşma fırsatı kolladığını öğrendiğimiz kral, Robin’e, çıktıkları Haçlı Seferi’nin Tanrı tarafından kabul görüp görmediğini sorar. Kral’ın sorusu karşısında “gerçekleri” söylemek zorunda olduğunu hisseden ‘’naif’’ yapılı Robin, Akka’da yapılan katliamı hiçbir Tanrı’nın kabul etmeyeceğini, bu katliamı gerçekleştirdikleri anda hepsinin birden ‘’Tanrısız’’ kalmış olduklarını çünkü böyle bir vahşeti onaylayacak “Tanrı’’ olamayacağını söyler. Bu sahneyle, 1191 tarihinde esir aldığı üç bine yakın Müslüman askerinin ellerini bağlatan ve tek tek öldürülmelerini emreden kralın yaptırdığı kıyım seyirciye hatırlatılmış olur. 11 Eylül’den sonra Kingdom of Heaven gibi bir film çekebilen yönetmenin bu sahneyle de kimden gelirse gelsin zulmün ve haksızlığın karşısında olduğunun göstergesi sayılabilir.
Bir sonraki sahnede kamera cezalandırılan Robin ve arkadaşlarını gösterir. Geçmişte Büyük İskender’e ‘’Bazı kişiler aleyhinizde konuşuyorlar, onlara gerekli cezayı verseniz de sustursanız olmaz mı’’ dediklerinde, ‘’O zaman onlar, söyledikleri şeyde haklı olurlar’’ yanıtı onun karakterini gösterir. Ölüme mahkûm edilen Sokrates’in de, “Seni haksız yere ölüme gönderiyorlar” diyen karısına “Haklı olmalarını mı isterdin” demesi, doğrudan ayrılmamanın korkudan üstün olduğunun ifade edilmesidir. Herkesten Büyük İskender’in tavrına sahip olmasını beklemenin safdillik olduğunu söyleyerek savaş esnasında en iyi okçularını hapseden Richard’da böyle bir meziyet olmadığını ancak haklı olduğu için cezalandırılmış olmaktan çekinmeyen Sokrates’in sözlerine bir kez daha haklılık kazandıranların arasında Robin olmamış olsa, askerlerin kellesinin gideceğinden emin olabilirdik, diyebilirim.
Bu kuşatma esnasında bir köylünün attığı okla vurulan Richard’ın ölümü, bir karıncanın aslanı öldürmesi olarak görülmüştür. Kralın ölümüyle ordunun dağılmasını fırsat bilen Robin ve arkadaşları kaçmayı başarır. Richard’ın ölüm haberi İngiltere’ye ulaştığında ‘’Yurtsuz’’ veya ‘’Topraksız’’ lakaplı John yeni kral olarak tahta oturur. “Haçlı orduları için gerekirse Londra’yı bile satarım’’ diyen Richard’ın topladığı vergilerin halkı yoksul düşürdüğü, istenen parayı bulabilmek için şövalyelerin şatolarını, arazilerini hatta karılarını sattıkları iddia edilmiştir. Ne kadar soylu bir amaç için olursa olsun, ağır vergiler halkın hoşuna gitmiyor, açlık ve yoksulluk her yeri sarıyordu. Bu vergilere, bir de esir düşen Richard’ın “kurtulmalığı’’ için ödenen ve ülkenin yıllık bütçesinin yarısını alıp götüren fidye eklenince durum hepten kötüye gitmişti. Kral Yurtsuz John’un, borç içindeki ülkeyi ayağa kaldırmak için yeni vergiler koyması, baronları öldürerek veya sürgüne göndererek kendisine düşman etmesi ve para için köyleri yakan hatta çocuk, kadın demeden herkesi kılıçtan geçiren vergi memurlarının zalimliği bardağı taşıran son damla olur.
Ülkedeki karışıklığı körükleyerek iç savaşın çıkmasını bekleyen Fransa, İngiltere’yi işgal planları yapmaktadır. Fransa’nın niyetinden haberdar olan Yurtsuz John, hem Fransa hem de derebeyleri ile aynı anda girişeceği bir savaşı kaybedeceğini bildiğinden, derebeyleriyle bir araya gelerek ‘’İlahi’’ yetkilerini kısıtlayarak tebaasına ‘’özgürlük’’ vereceğine dair ‘’annesinin hayatı üzerine’’ yemin eder. Yurtsuz John’un bu hamlesinden habersiz, beklediği anın geldiği düşüncesiyle harekete geçen Fransa, iç savaşa tutuşmak yerine birlik beraberlik içindeki İngilizler karşısında tutunamaz ve geri çekilmek zorunda kalır. Yurtsuz John tehlikeyi savuşturur savuşturmaz, derebeylerine verdiği sözden cayar ve krallığına itaat etmeyenlerin öldürüleceğini ilan eder. Ölüm emri verilen kanun kaçaklarının arasında Robin Hood da vardır.
Klasik Robin Hood anlatısına göre bir avuç köylü Sherwood ormanlarında saklanarak Yurtsuz John’un zalim yönetimine karşı birleşirler. Richard yanlısı olan ülkesine sadık bu insanlar, Robin Hood liderliğinde zenginleri soyarak yoksullara yardım ederler. Bir halk kahramanına dönüşen Robin Hood’un peşine düşen Nottingham’ın kötü valisi onu yakalamayı asla başaramaz. Efsanenin farklı bir anlatımında Richard, Nottingham Kalesi’nin düştüğü gün onları ormanda ziyarete gitmiş, Robin Hood’a kalesini ve topraklarını geri vererek güzel Marion ile evliliklerini kutsamıştır. Oysa gerçekte böyle bir durum gerçekleşmemiştir.
Robin Hood hikâyesine tarihsel arkaplan oluşturan ve İngiltere’nin en romantik figürlerinden biri olan, Krallığı ve Kilisesi adına baltası ve kalkanıyla at üzerinde kahramanca savaşan örnek bir şövalye olduğu iddia edilen Richard, yüzyıllardır destanlarda, mitolojilerde, kitaplarda, masallarda, filmlerde kendisine yer bulmayı başarmıştır. Anlatılanların çoğunun tarihsel gerçeklere uymaması, inandırıcılığından ve çekiciliğinden hiçbir şey eksiltmediği gibi onun esir düşmesini fırsat bilen ve tahta geçmek için fırsat kollayan kardeşinin entrikaları modern “Odessa” destanı olarak kabul görmüştür. Cüreti, kurnazlığı, savurganlığı, tutkuları ve gizemi işleriyle bilinen Richard, filmde tam hikâyelerde olduğu gibi anlatılırken, Philip’in efemine yönüne hayli vurgu yapıldığı gözlerden kaçmıyor.
‘’Giydiği elbise dışında bir şövalyenin kimseden bir farkı yoktur’’ düşüncesine sahip olan Robin Hood, ölmekte olan bir şövalyeye verdiği söz gereği Nottingham’a gider. Burada, şövalyenin babasıyla ve dul eşiyle tanışarak kötü haberi verir. O dönemde soylu bir kadının, kocası ölürse ve oğlu yoksa topraklarını kaybedeceğini bilen şövalyenin babası, Robin’in ölen oğlunun yerine geçmesini ister ve böylece zorunlu bir birliktelik doğar. Herkesin doğuştan eşit olduğu, soyluluk gibi kavramlara inanmayan yönetmenin benzer temayı Kingdom of Heaven filminde de işlemiştir.
Şövalyenin babası, Robin’in çocukluğunu bilmektedir. Babasının ‘’duvarcı ustası’’ olduğunu, insanlar arasında hak ve eşitlik temeline dayanan, özgür bir ilişki olması gerektiği düşüncesiyle bir metin kaleme almış olduğunu ve baronların bunu imzaladığını ancak fikirleri tehlikeli bulunduğundan Kral tarafından idam edildiğini anlatır. Filmi diğerlerinden ayıran en önemli noktanın tam da burası olduğu düşüncesindeyim. Vergi, asker toplama, hak ve adalet konularında İngiliz Kralı’na karşı savaşmaktan çekinmeyen derebeylerinin basit bir duvarcı ustası etrafında bir araya gelmesi ve hazırladığı metne imza koymaları mantık kurallarının dışında olduğuna göre, masonluğun en büyük ve önemli alegorilerinden olan ‘’duvarcı ustası’’ ile gizli bir ‘’kardeşlik’’ örgütünden bahsedildiği çok açıktır. İnşaat ustası efsanesi, masonluğun ayrılmaz bir parçasıdır. Babası, başına gelebilecekleri tahmin ettiğinden Robin2i, küçük yaşta gizlice inisiye etmiştir. Masonik örgütlerin şarkı ve ezber yoluyla çocukları inisiye ettiğine ilişkin tema “The Da Vinci Code” filminde de karşımıza çıkmaktadır.
İlk Mason locasının günümüzden üç bin yıl önce Kral Süleyman zamanında kurulduğu, Süleyman Mabedi’nin Hiram Abif’in de “üstad” olarak aralarında bulunduğu bu ilk Masonlar tarafından inşa edildiğine inanılır. Bazı araştırmalara göre masonluk ilk olarak İskoçya’da Edinburg yakınlarındaki Rosslyn kasabasında bulunan Rosslyn Şapel’indeki bir törenle başlamıştır. Tapınak Şövalyeleri’nin Süleyman Mabedi’ndeki kazılarda buldukları Ahit Sandığı’nı buradaki gizli mahzenlerde saklandığına inanılması bu şapelin masonlar tarafından kutsal sayılmasına yol açmıştır. O dönemde duvarcılar, kilise ve katedralleri inşa ettikleri için halk arasında çok saygı gördüklerinden 1150 yılında İskoçya’da bir duvarcılar örgütü kurulmuştur. Robin’in babasının da kasabanın meydanına bir kule yaptığı ve temeline bir şeyler gizlediği ve ‘’Kuzeyli Baronlar’’ ifadesi ile masonluğun kastedildiği unutulmamalıdır.
Kral Süleyman tapınağının inşasına, Yahudilerin Kızıl Deniz’i geçişinin 480. yılında başlanmış ve inşaat yedi yıl sürmüştür. Çalışmaların bir kısmı Moriya dağının yamaçlarında yapılmış, tapınağın taşları buradan çıkarılarak yüzeye çıkarılmadan önce yontulmuştur. Tapınağın tunç ve altın süsleri bir başka yerde kalıplara dökülmüş, ahşap parçalar tapınağa taşınmadan çok önce son haline getirilmiştir. Sonuç olarak, bina bütün parçaların birbirine tam uyacak şekilde bir araya gelmesiyle alet kullanmadan, gürültü etmeden ‘’çekicin yarışı, baltanın bölüşü, kötü bir eylem için kullanılacak herhangi bir aletin müdahalesi’’ olmadan bitirilmiştir. Tapınağın inşasına harcanan miktarın günümüz rakamlarına göre dört milyar dolar tuttuğu hesaplanmıştır. Tapınağı böylesine zorlu koşullarda ve üstün bir meziyetle inşa eden “duvarcı ustalarının” gizli sırlara sahip olduğunun düşünülmesi onlara büyük saygı duyulması sebep olmuş, bu da zamanla ilk insana kadar götürülmüştür.
Masonlar seçkin insanlardır sözü bir müddet sonra seçkin insanlar masondur biçimine dönüşmüştür. Ne masonlar ne de mason olmadığı halde öyleymiş gibi davranarak bu unvandan çıkar sağlama amacındaki insanlar tarafından yalanlanmayan bu görüş uzun bir süre kabul görmüştür. Paul Naudon Masonluk isimli kitabında, Moreau adlı bir masonun 1837 yılında yazdığı bir kitapta “Masonluk Tanrı’nın kendisine kadar ulaşmakta, ta kaos döneminden başlamaktadır: Tanrı ışığı yaratmıştır, demek ki ilk mason, Tanrı’nın kendisidir” diye yazdığını, Dr.Olivier isimli bir başka masonun da 1823’de yazdığı kitabında “Masonluk derneğimiz, bu arz küresinin yaradılışından çok önce, çeşitli güneş sistemleri içinde mevcut bulunmaktaydı” dediğini aktarmaktadır. Doğal olarak gülüp geçilmesi gereken gelmiş geçmiş bütün önemli isimlerin mason olduğunun iddia edilmesi bu fantezinin herkesin çıkarına hizmet etmesine yol açmıştır. Yönetmenin de kendisini bu fanteziye kaptırdığını bireysel hak ve özgürlükler ile tüm anayasal sistemlerin temeline yerleştirilmeye çalışılan Magna Carta’ya masonik bir etki vermeye çalıştığı çok açıktır.
Mason sembolizmine göre kutsal gizemlerin bilgisinin Tufan’da yok olacağından korkan Enok iki sütün yapar. Demir sütun üzerine uygun sembollerle gizli öğretiyi, mermer sütun üzerine ise yeraltında paha biçilmez bir hazinenin keşfedileceğini söyleyen yazı yazar. Enok görevini yerine getirdikten sonra Moriya dağında göğe çekilir. Zamanla bu tapınakların yeri kaybolur fakat aradan asırlar geçtikten sonra Enok’un tarikatından inisiye olan bir inşaatçı kaybolan tapınağı bularak oraya gizlenen sırları bulduğu iddia edilmiştir. Filmde Robin’in babasının, Enok peygamber gibi elindeki hazineyi gizlediği, oğlunun bu sırrı çözmeyi başardığı anlatılırken, masonik geçmişle güçlü bir bağ kurulma isteği belirgindir.
“Vatan kurtaran kahraman” imgesi krallar ve egemenler tarafından sevilmez. ‘’The Madness of King George’’ isimli muhteşem bir film vardır. Filmdeki hikâyeye göre Kral III. George birden bire delirir. Devlet işlerinin aksamaması ve sarayın böyle bir utancı yaşamaması için Kral çok uzaktaki bir kaleye kapatılarak hizmetine iki yüzbaşı verilir. Yüzbaşının biri Kral’ın her türlü işini samimiyetle yerine getirirken diğeri umursamaz bir tavırla hareket etmekte, hatta krala kötü davranmaktadır. Bir gün Kral aniden iyileşir ve yeniden saraya giderek devletin başına geçer. Yaptıklarından dolayı ödüllendirilecekleri sözünü alan iki yüzbaşı da saraya getirilmişlerdir. Hiçbir şeye elini sürmeyen yüzbaşı albay rütbesine terfi ettirilir ve Kral’ın başyaveri olur. Kendinden şüphe duymayan öteki yüzbaşı ise kendisine nasıl bir paye verileceğini düşünürken, işine son verilerek saraydan uzaklaştırıldığı, yaşadıklarından bir tek kelime ile söz ettiği takdirde öldürüleceğini öğrenir. Şaşkınlıkla sebebini sorduğunda şu cevabı alır: Sen Kral’ın kıçını bile gördün. Bir Kral yanında kıçını görmüş olan bir insan varken rahat edemeyeceğine göre, kelleni kurtardığına şükret ve arkana bile bakmadan uzaklaş.” Olaya bu açıdan baktığımızda, Robin Hood’un da tanrısal olarak Kral’a verilmiş olan bir yurdun kurtarıcısı sayılmasının, kralı nasıl rahatsız etmiş olabileceğine hak vermek gerekir.
Fransız saldırısındaki savaş sahnelerinin gereksiz olduğunu, klasik anlatıda yer alan ancak filmde yer verilmeyen Marion’un köylüleri savaşa çağırması sahnesinin filmde mutlaka olması gerektiğini ve Yurtsuz John’un derebeylerinin yanına gelmeden önce yaşadıklarına daha fazla yer verilmiş olması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca bir erkeğin kahramanlığını en iyi anlayabilecek en önemli şeyin sevdiği kadının hayranlık dolu bakışları olduğunu düşünüyorum. Robin’in kuşatma altındaki köye girdiği sırada Marion’un sevdiği adama bakışının filme çok şey kattığını söylemeliyim.
Köylülerin ambarları bomboşken Kilise’nin depoları ağzına kadar doludur ve rahipler halkın açlıktan ölümünü seyretmektedir. Kral ise tüm bu yoksulluğa aldırış etmemekte her geçen gün yeni vergiler koymaktadır. ‘’Kuzular aslan olan dek’’ asla pes etmemek gerektiğini ve ‘’her tiranlığının sonunun mutlaka geleceğini’’ söyleyen ve zalim Bolu Beyi’ne karşı mücadele eden Köroğlu ayarında bir kahraman sayabileceğimiz Robin Hood, “kardeşlik örgütünde” sözü geçen birisi olan babasının izinden giden bir kahramana dönüşmesi nedeniyle klasik hikâyeyi masonik anlatıya bırakıyor. Bu da seyirciyi, İngiliz tarihinin ve dolayısıyla Batı uygarlığının en önemli anlarında masonluğun kaçınılmaz katkıları ve etkisi olduğu fikrine götürüyor.
İskoçya ve İngiltere’deki şövalyelerin çoğu Fransa topraklarından geldikleri için kendi aralarında kullandıkları kardeşlik örgütünü bir süre Fransızca haliyle korumuşlardır yani “Freres Masons” (Duvar Ustaları Kardeşliği). Bu sözcük zamanla değişime uğrayarak “Freemason” biçimini aldı. İskoçya ve İngiltere’deki örgütlenme “free” yani “özgürlüğü” değil “Freres” yani “kardeşliği” kastediyordu. Bugün hâlâ kullanılan “Özgür Masonlar” ya da “Farmason” ibaresi bu sözcük değişmesinden başka bir şey değildir. Buradan hareketle masonik literatürde “operatif” ve “spekülatif” şeklinde iki kavram ortaya çıkmıştır. Gerçek anlamda “duvar ustalığı” mesleğini icra edenler yani eski masonlar için “operatif”, başka işler yapmış olmakla birlikte masonik felsefeyi benimsemiş olarak sonraki dönemlerde örgüte katılan için de “spekülatif” mason ifadesi kullanılır. Dolayısıyla mesleklerinden dolayı değil, düşünce ve tercihleri nedeniyle örgüt içinde yer almayı seçmiş üyelerin bir araya geldiği “spekülatif” localar bugünkü mason kavramının taşıyıcısıdırlar. Günümüz localarının tamamının spekülatif olduğu söylenebilir.
Yunan, Roma ve Anadolu’nun ezoterik gizem kültleri ve saklı bilgeliğini sahiplenerek tarihlerini Adem’e kadar geri götüren mason localarının yeni dünya düzeninin sahibi finans-kapital oligarşisine dönüşmesi, eşit ve adil bir dünya idealinin yıllar içerisinde yozlaşarak günümüzün “çokuluslu şirketler imparatorluğunun” merkezi halini alması karşısında kitlelerin gizli kapaklı işler karısında duyduğu nefretini üzerine çeken masonluğun kendini modern Batı’nın özgürlük idealini sağlayıcısı olduğunu gündeme getirmesi ve kötü gidişi tersine çevirmek için atılmış bir hamle olarak görmek gerekir diye düşünüyorum.
Öteki Sinema için yazan: Salim OLCAY