Selanik’te çocukluktan başlayan arkadaşlık, önce silah arkadaşlığına sonrasında cumhuriyetle birlikte aynı ideallerin peşinde yürüyen yarım asırlık dostluğa ve ölene kadar süren kardeşliğe dönüştü. Aralarındaki dostluk o kadar büyüktü ki biri öldüğünde diğeri de hayata veda etmek istedi…

Bu şiirsel giriş filmin kendi sitesinden alınma… Benim girişim ise epey acımasızca başlayıp aynı olumsuzlukla devam edecek… Ne yazık ki Veda kelimenin tam anlamıyla “olmamış” bir film… Hevesli ve iyi niyetli ama aynı zamanda yeteneksiz bir öğrencinin dönem ödevi gibi…

Büyük bir merakla beklediğim, bir Cumhuriyet bireyi olarak, koşa koşa, daha ilk gösteriminde izlediğim bu filmi, üzülerek söylemek istiyorum ki hiç beğenemedim. Atayı gördüğüm her sahnede gözlerim Japon anime karakterleri gibi doldu ama perdede benim hissiyatime karşılık verecek hiçbir şey yoktu.

Zülfü Livaneli’nin komple bir sanatçı olarak (edebiyat, müzik, sinema) bende ki kredisi sınırsızdır ama Ata’nın büyüklüğünü anlatırken onu ilahlaştırma tuzağına düşmesi filmi inandırıcılıktan uzak bir oratoryo’ya çeviriyor. Atatürk hakkında yıllardır uydurulan spekülasyon ve karamalara inat tüm Cumhuriyet çocukları bu filmi görmeye koşacaktır elbette ama dost acı söyler misali belirtmeliyim ki; Bizim hala bir Atatürk filmimiz yok…

Film başından itibaren kopuk ve anlamsız bir kurguya sahip… Bir kaç dakika içinde anlatılabilecek şeyler uzadıkça uzarken, Atatürk’ün hayatının önemli pek çok noktası es geçilmiş. Atanın hayatını Salih Bozok üzerinden anlatmaya çalışan film son yıllardaki pek çok iş gibi yine “Atatürk’ün hayatına giren kadınlar” tuzağına saplanıp orada kalmış… Atatürk’ün Libya cephesi günleri basit bir Pazar sahnesi ile geçiştirilirken ve (Kahin kadın çok fazla Hollywood araklaması bir öge idi.) yine koskoca Çanakkale Savaşı fazla amatörce ve aşırı tekrarlarla kurgulanmış bir saldırı ile özetlenirken koca Kurtuluş savaşı ile ilgili tek bir vizyon bile yok…

Atatürk’ü oynayan oyuncular Sinan Tuzcu dışında Ataya fiziksel olarak çok benziyorlar ama bu benzerlik kötü oyunculuk yüzünden hiç bir etki bırakmıyor. Sinan Tuzcu ise berbat makyajıyla Rutkay Aziz çakması gibi ortalarda dolaşıp, atanın delişmen yapısını aktarmakta çok yetersiz ve epey abartılı bir oyunculuk sergiliyor. Ağır ve amatör makyajlar yüzünden tüm oyuncular korkunç görünüyorlar ve film bu haliyle bir Lise tiyatro gösterisinden daha inandırıcı olamıyor. Bu makyajlar için yurtdışından 1200 kg makyaj malzemesi gelmiş… Hepsini oyunculara boca ettikleri için böyle 50’li yılların Hammer filmi karakteri gibi görünüyor olabilirler tabi…

https://www.otekisinema.com/wp-content/uploads/2010/01/scenes.jpg

Ayrıca filmde inanılmaz ayrıntı hataları da var; Bunlardan biri, filmin başlarında, Mustafa Kemal’in askeri lise öğrencisi olduğu dönemde, mahalle arkadaşlarıyla oynadığı bir “savaş oyunu” sahnesinde mevcut. Bu sahnede Mustafa Kemal, Salih Bozok ve bir grup mahalleli çocuk, iki takıma ayrılarak bir tür “dekmancılık” oynamakta… herkesin birbirine tahta sopalardan tüfeklerle ateş edermiş gibi yaptığı bu sahnede çocuklardan biri “el bombası!” diye bağırarak ve Rambovari bir hareketle hayali el bombasının pimini ağzıyla çekerek fırlattı. Olayın talihsizliği şudur ki; 1895’de geçen bu sahnede çocukların el bombasından haberdar olarak oyun oynaması epey ilginç çünkü Osmanlı ordusunun kullandığı Model 24 Stielhandgranate “el bombası” 1. Dünya savaşının ortalarında geliştirilmiş ve “Potato masher / Patates ezicisi” olarak ünlenen bir patlayıcıyken Rambomsu hareketlerle dişle pimi koparılıp atılan el bombaları 2. Dünya savaşına kadar ortalarda gözükmemiş… Gerçi Sırp patlayıcı uzmanı Milos Vasic tarafından pimi elle çekilerek geliştirilmiş ve “Vasic” olarak bilinen bir el bombası var ama bu bombanın icadı 1903, ilk kullanılması ise 1912 yılında gerçekleşiyor. 1800’lerin sonunda sokakta oynayan Selanikli bir çocuğun, daha icat edilmemiş bir el bombası ile oynaması imkansız ki yıllar sonra ilk kez kullanıldığında, Türkler ona “El bombası” bile demezlerdi.

Aslında o dekmancılık oynayan çocukların yarattığı müsamere atmosferi filmin tamamına hakim olmuş bile denebilir. Filmi aşırı kötü ve amatör olmaktan kurtaran tek şey Peter Steuger’in özenli ve kaliteli görüntü yönetmenliği…

Film, Atanın hayatına giren insanları tanıtırken onlardan gerçek bir karakter yaratabilmenin çok uzağında… Latife’nin ne zaman meleklikten ve Atatürk hayranlığından istifa edip kötü / despot kadın olduğunu hiç hissedemiyoruz mesela… Ya da bir sahnede gözüken Kazım Karabekir’in Kurtuluş mücadelesi için ne kadar önemli olduğunu anlayamıyoruz. Cumhuriyetin ilk harcı olan “Kongreler” ya da millet meclisi oturumları tek bir sahnede bile gösterilmeden geçilmiş… Varsa Fikriye, yoksa Latife… Atatürk’ü çok işler başarmış muzaffer bir kumandan olarak anlatmaya kalkıp, ezik bir Don juan’a dönüştüren bu çabaya bir anlam veremedim doğrusu… Yine de “Fikriye”yi oynayan Özge Özpirinççi, kendine ait bir karakter yaratıp, seyircinin onunla birlikte acı çekmesini ya da umutlanmasını sağlayabiliyor. Ekibin geri kalanın tüm çabası ise senaryo ve belki de kurgu izin vermediği için nafile bir sonuç üretmekten başka bir işe yaramıyor.

Belli ki Veda çok iyi niyetli bir çalışma… Filmin, Atatürk’ün yıpratılan itibarını iade etmek, onu kendi kurduğu Cumhuriyetin insanlarına yeniden sevdirmek gibi güçlü bir misyonu var. Biz de bu iyi niyetli çağrıya Mustafa Kemal Atatürk’e ve eserlerine duyduğumuz sınırsız minnetle cevap verdik. Ama bu yeterli olamamış ne yazık ki… Kendi vaadlerinin altında ezilen bir film, ne atamıza ne de bize yaranabilir. Bundan sonra Ata’nın hayatını ve yarattığı Cumhuriyeti sinemalaştırmak isteyen herkese öncelikle Mustafa Akkad’ın, Libya’lıların “Atatürk”ü olan Ömer Muhtar’ın hayatını anlattığı “Lion of desert / Çöl Aslanı” filmini izlemesini, böyle bir şey çekemeyecekse bu işe hiç kalkışmasını tavsiye ederim.

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

1 Comment Bir yanıt yazın

  1. az once Yuksel Aksu’nun hazirlayip sundugu TRT-turk’deki programin konusu bu filmdi.
    Henuz filmi gormedim ama o programda konusanlar soyle dediler: Ataturk’un hayatini A dan Z ye anlatmak icin 1000 film bile yetmez. Biz sadece tek bir bakis acisi, Salih Bozok ile dostlugu cercevesinden kesit aldik.
    Yani filmde ‘komple’ bir Ataturk resmi aramak belki de hata olabilir?? (bu sadece bir soru, dedigim gibi henuz filmi izlemedim)
    Bu arada makyajlar hakkindaki yazdiklariniz beni hayal kirikligina ugratti.:-)
    Cunku yine ayni programda Italya’dan cok usta makyaj ekipleri geldigi anlatiliyordu. Kostumler uzerinde de cok titiz calisildigini anlattilar. Dediginiz gibi zayif bir senaryo ve kurgu ile butun bu emekler bosa gittiyse uzulurum…

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Ennio (2021)

Tornatore’nin belgeseli Ennio (2021), insanı duygudan duyguya sürükleyen, sanatçının itirafları
blank

The Crow / Karga (1994)

Doksanlar denilince ilk akla gelen kült filmlerden biri de Alex