Başlık her şeyi anlatıyor aslında ama erkekler tarafından yazılan ve bir erkek tarafından yönetilen bu filmin aşka bakışının da oldukça erkek tarafından olduğunu belirtmem gerekir. Dolayısıyla burada yapacağım yorumlar filmin bakış açısından olmakla birlikte erkeklerin aşka bakış açısını da iyi yansıtıyor diye düşünüyorum.
Filmin başında kahramanımız “John” bir kovalamaca yaşıyor ve apartmanın kenarında tutunurken polis arkadaşı onu kurtarmaya çalışıyor ve düşüp ölüyor. John sonrasında akrofobiye (yükseklik korkusuna) yakalanıyor. Filmin ismiyle sinema tarihine geçen kamera hareketi konusunu şimdilik sadece bir not olarak düşelim çünkü bu yükseklik korkusu ana hikayenin kurulması için bir araç. Fakat şunu da belirtelim, bu kovalamaca sahnesinin sonunda John’un o durumdan nasıl kurtulduğu gösterilmiyor. Yani film John’un ölmeden önce arafta yaşadığı bir olay da olabilir.
Emekli olan John’u arkadaşı Gavin çağırır. Gavin eşi Madeleine’in Carlotta Valdes isimli bir ruh tarafından ele geçirildiğinden şüphelenmektedir. John davayı kabul etmek istemez, realist bir insan olduğu için karısını bir psikoloğa ya da bir psikiyatriste götürmesini tavsiye eder ama arkadaşı ısrar eder. Akşam yemeğe çıkacaklarını ve orada Madeleine’i görmesini ister. Madeleine John’un yanından geçerken odanın ışıkları değişir. Soğuk, bir cümle bile etmemiş bu kadın John’un yanından geçerken bile dünyasını renklendirir. Sonrasında John Madeleine’i takip etmeye başlar. Madeleine müzeye gidip baktığı tablodaki Carlotta gibi saçlarını yapmakta ve tabloda bulunan çiçekler gibi çiçek taşımaktadır. Carlotta’nın mezarını ziyaret etmekte, pansiyona dönüşmüş evinde kalmaktadır.
Bu noktada elimizde John’un aşık olmaması için oldukça fazla done vardır ki bu bildiğiniz gibi tam tersi etki yapar.
Birincisi pozitivist bir dünyada metafizik bir mevzu var. John pozitivist bir karakter olmasına rağmen bu metafizik durumdan etkileniyor ve çözmeye çalışıyor. Bu durumun gerçek olup olmadığını merak ediyor. Bu noktada Flaubert’in aşk tanımını vermek doğru olur “Merak. Birine karşı ansızın merak duymaya başlarsınız, korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek istersiniz. Bu yüzden aşka en uzak cümle senden nefret ediyorum değil, artık bilmek istemiyorumdur.”
İkincisi “arkadaşımın aşkısın” sendromu. Arkadaşının çok güzel ve elde edemeyeceği karısına duyulan yasak istek.
Üçüncüsü yine yasak/tabu olan bir konu Kim Novak’la James Stewart arasındaki yaş farkı. Stewart filmin çekildiği tarihte 50 yaşında (ki daha yaşlı gözüküyor), Novak ise 25 yaşında, dolayısıyla elimizde bir tane daha imkansız aşk formülü var.
Ve dördüncü kaçınılmaz nokta olan klişe gelir. “Damsel in distress” Madeleine intihar etmeye çalışır ama John tarafından kurtarılır. Artık erkek fantazisindeki mükemmel aşk için her şey mevcuttur.
Fakat bu durum uzun sürmez, Madeleine gittikleri çan kulesine tırmanır ve Carlotta gibi kendini kuleden atarak intihar eder. John yükseklik korkusu yüzünden kuleye tırmanamaz ve olaya alt katlardan tanık olur.
Şimdiye kadar anlattığım kısım farkettiyseniz romantik filmlerin takip ettiği süreci izledi. “Boy Meets Girl, Boy Loses Girl” bu noktadan sonra kızı tekrar elde etmesi “Boy Gets Girl” lazım ama nasıl olacak? Kız öldü, işte hikayenin dahiyane kısmı zaten bu noktadan sonra başlıyor.
Bir mucize olur. John Judy’yle karşılaşır. Madeleine’e tıpatıp benzemektedir. Ama bir sorun vardır, Madeleine değildir. Elit, kültürlü, gizemli, soğuk Madeleine’in yerine basit bir tezgahtar vardır karşısında. Onun peşine düşer, ayartır, sonra da onu değiştirmeye çalışır, kendi Pygmalion’unu yaratabilecek midir? Fiziksel olarak sevgilisine çok benzeyen bu kadını ruhen de değiştirebilecek ve gerçekten sevmeye başlayabilecek midir? Bunun için uğraşmaya başlar ve Judy de buna boyun eğer. Elbisesini, saçını, makyajını değiştirir John’un sevdiği kadın gibi olmaya çabalar.
Judy’nin her yönüyle Madaleine’e benzediği noktada John adeta bir hayalet görmüş gibi olur fakat öpüşürlerken John geçmişin karanlık anılarına döner. Büyü tutmamıştır. Aslında başarılı olmaması için hiçbir sebep yoktur, çünkü Judy Madeleine’dir. Daha doğrusu Judy Madeleine rolü yapmış bir tezgahtardır, John’un karşılaştığı Madeleine hiçbir zaman varolmamıştır. John aslında mevcut olmayan birini sevmiştir ve ona ulaşmak için mevcut olan insanı da ezip geçmiş, karakterini değiştirmeye çalışmıştır. Judy ve Madaleine aynı kişi olmasına rağmen, başarılı olamamıştır. Çünkü artık John değişmiştir. Artık John’un olayı çözmesi için ufak bir detay yakalaması yeterli olacaktır.
Bütün bu düzen karısının mirasına konmak isteyen arkadaşı tarafından yapılmıştır ve John’un yükseklik korkusunu bu işte kullanmışlardır.
John Judy’ye bu durumu itiraf ettirmeye çalışırken Judy Madeleine’in akıbetini paylaşır ve çan kulesinden düşerek ölür. John aşkı tükenmiş, yükseklik korkusunu yenmiş (vertigo belki de aşkın yarattığı o düşme hissinin bir yansımasıdır) eski Madeleine yeni Judy’ye kulenin tepesinden bakarken ekran kararır ve film biter.
Biz bu sondan sonra John’un hiçbir zaman mutlu olmayacağını biliriz. Çünkü Attila İlhan’ın dediği gibi “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular.”
Zizek Vertigo’yu incelerken eski bir sözü tekrarlıyor: “En iyi kadın ölü kadındır.” Ama bu konuda yanılıyor, buradaki kadın zaten hiç varolmadı, John’un, Gavin’in ve Judy’nin ortaklaşa yarattıkları bir kadındı.
Aşk mevcut olmayana duyulan bir istektir ve Vertigo bu yüzden en iyi aşk filmidir.
Öteki Sinema için yazan: Devrim Kunter