Pek tabii bu konu yoruma açık, ama bana sorarsanız korku sinemasında son yıllarda alınan en iyi karar kısa film antolojisi geleneğine geri dönülmesi olmuştur. Bu antolojiler hem genç yönetmenlerin kendilerini ifade etmeleri için uygun platform, hem de korku sinemasında “uzun film” zorlamasına kafa tutmak için iyi bir fırsat görevi görmekte (Çoğu korku filminin vizyon yüzü görebilmek için hikayelerini 90 dakikaya yayma çabasına girdiği, bunun da hüsranı zaruri kıldığını kabul etmek gerek).
Antolojilerin bir diğer önemli özelliği ise buluntu film alttürüne farklı ve yeni bir nitelik kazandırmaları. Geçtiğimiz senelerde seyirciyle buluşan V/H/S ve V/H/S 2 filmleri yukarıda saydığım tüm zenginlikleri bünyesinde barındıran, oldukça zihin açıcı yapımlar olmuşlardı. Serinin üçüncü filmi V/H/S: The Viral’in haberini aldığımda bu sebeple büyük heyecan duydum. Ne var ki bu yeni filmde serinin önceki işlerinin kalitesi pek korunamamış, görece sönük bir yapım ortaya çıkmış. Filmimiz kötü değil, ama çok daha iyisi yapılabilirdi.
Serimizin üçüncü filmi de öncekiler gibi birbirinden farklı korku hikayelerine ve birbirine bağlayan bir çatı hikayesine sahip. Hayranları üzecek ilk noktamız ise bu sefer eldeki kısa film sayısının sadece dört adetle sınırlı kalması. Filmin süresi de 81 dakikaya düşmüş vaziyette. İlk V/H/S filminin 116, ikincinin 92 dakika olduğu düşünüldüğünde ciddi bir kurnazlığın yapılmakta olduğunu fark etmek zor değil. Olası bir dördüncü filmde daha da kısılmaması temennisiyle bu noktaya çok takılmayıp devam edelim.
Yönetmenliğini Gregg Bishop’un (Kendisini Dance of The Dead’ten tanıyor olabilirsiniz) yaptığı ilk kısa filmimiz Dante the Great keyifli bir aksiyon çalışması olmakla beraber iş korku filmi olarak değerlendirmeye geldiğinde sınıfta kalan bir yapım. Film ilginç bir konuya sahip ama tahmin edilebilir hikaye örgüsü, ortalama efektler ile birleşince (ve de filmin en heyecan yüklü sahneleri zaten fragmanda çarçur edilince) geriye vasatın biraz üstünde bir çalışmadan fazlası kalmıyor. Aslında Dante the Great’in daha iyi bir sonuç alamaması oldukça hüzünlü. Zira buluntu filmler ile seyircinin kurduğu ilişki aslında bir sihirbazın seyircisiyle kurduğu ilişkiye aslında çok benzer. Bu filmlerin çoğunda bizi asıl cezbeden şey, özel efektin “iplerinin” zekice gizlenmesi, karşımızdaki korku düzeneğinin hangi numaralara yattığını anlayamamamız. Dante the Great bu benzerliği çok da idrak etmiş gibi durmuyor ve enerjiyi tamamen ortalama CGI kullanımına ve son kısımdaki aksiyona veriyor, buralarda da kameranın tüm buluntu yapısı gidiyor. Düşük bütçe bir aksiyon filmi (hatta dizisi) kararında bir performansla Dante the Great işini hallediyor. Beklentilerimin en yüksek olduğu film olmasından ötürü hayal kırıklığına uğradığımı söylemeliyim.
Los Cronocrimenes ve 2011 yapımı Extraterrestial filmlerinden tanıdığımız Nacho Vigalondo bu noktada imdadımıza yetişiyor ve Parallel Monster kısa filmi ile moralimizi biraz toparlıyoruz. Evinin bodrumunda bir boyut kapısı açan genç bir mucidin yaşadıklarını anlatan bu film V/H/S Viral’in barındırdığı en iyi kısa proje. Hem gerilim olarak vermesi gerekeni veriyor, hem merak uyandırıyor hem de işin bilimkurgu ayağını çok iyi dolduruyor. Kafalarda yarattığı soru işaretleri de çok tatlı hava yaratmış diyebilirim.
Üçüncü filmimizin arkasındaki isimlerin 2012 yapımı Resolution’dan tanıdığımız Justin Beston ve Aaron Moorhead olması aslında bizi gene sevindirmeli. Ne var ki ikilinin V/H/S: Viral için çektiği Bonestorm benim için Dante The Great’ten daha büyük bir hayal kırıklığı oldu. Dante’yi gene baştan sona merakla seyredebilmiştim, Bonestorm’da ise bir noktadan sonra tek düşündüğüm neden hala seyretmeye devam ettiğim oldu. Meksika’nın ıssız bir köşesinde garip bir tarikatle ve onların uyandırdığı iskeletlerle dövüşen bir grup kaykaycının hikayesi belki başka şartlarda ilginç bir sonuç verebilirdi ama burada formülü tutturamamışlar. Filmin büyük kısmı first-person-shooter video oyunlarına benzemeye çalışan yakın dövüş sahneleri ile doldurulmuş, ancak bu sahneler de fazla çeşitli değil, çoğunlukla bir kendini tekrar söz konusu. Bonestorm’in temel trajedisi tüm derdini 7-8 dakikada anlatabilecekken bunun iki katı süreyi kaplamaya çabalaması olmuş. Bu arada filmin korku öğesi iskeletler aklıma çoğu noktada 1971 yapımı İspanyol filmi La noche del terror ciego’u (Tombs of the Blind Dead) getirdi. Keşke bu kadar hızlı ve kaotik olmaya çalışacağına Bonestorm da aynı La noche del terror ciego gibi yavaş bir tempo ancak güçlü bir gerilime çabalasaymış.
Ve tüm bu filmleri birbirine bağlayan çatı hikayemiz Vicious Circle. Açıkçası bu filmin yönetmeni Marcel Sarmiento kalbimi 2008 yapımı Deadgirl filmi ile çalmıştı. Tüm şehrin gizemli bir dondurma kamyonetini takip ettiği bu bağlayıcı kısa filmi açık söyleyeyim çok anlamadım, anlamadığım için de korkmam gereken kısımları muhtemelen kaçırdım. Rastgeldiğim bazı eleştiriler Vicious Circle’ın seyirciyi yoran bir kamera kullanımına sahip olması üzerineydi. Hak verebilirim.
V/H/S: Viral, tüm bu yazdıklarıma rağmen kötü bir korku filmi değil. Zor bir formüle girişmiş ve iki adet beklentilerin üzerinde iş çıkarmış bir serinin aynı başarıyı tutturamamış üçüncüsü diyelim Viral için. Bu durumda filmin aceleye getirilmesinin de etkisi büyük. Efektlerin zayıflığını buna bağlayabilir miyim bilmiyorum ama filme eklenmesi planlanan beşinci filmin tamamlanamamasını bağlayabilirim. Viral’in içerdiği kısaları önceki V/H/S’lerde seyretsek yadırgamazdık ama aklımızda tutmak için özel bir çaba da harcamazdık. Gene de ilgilisine bu filmi seyretmesini öneririm. Serinin bu ayağında Safe Haven ya da Amateur Night gibi şahane işlere denk gelmeyeceksiniz ama gene de gerildiğiniz anlar olacak. Bir V/H/S hayranı olarak yüce gönüllülük yapıyor ve bu kadarlık tökezlemeyi affediyorum, bir sonraki filmde temponun toparlanması şartıyla tabii…
Öteki Sinema için yazan: Yigilant Kocagöz