“Bir insan kötü bir şekilde ölürse, ruhu şaşkına döner, aklı karışır. Nereye gideceğini, ne yapacağını bilemez. Ruh, kızar; sinirlenir. “Vinyan” olur. Yakılan ve havaya salınan fenerler de Vinyan’ın evine varmasına rehberlik eder; ölülerin evine. Böylece Vinyan, ebedi istirahatına kavuşabilir. Her ateş, bir Vinyan içindir.”

kapakBu sözler, filmdeki insan kaçakçısı Thaksin Gao’ya ait. Burma mitolojisindeki Vinyan kavramını, Burma’nın nemli cangıllarında yapılan Vinyan töreninde filmin ana karakterlerinden Jeanne’e açıklıyor. Uzakdoğu kültüründe, kötü ve acı içinde can vermek üzerine pek çok mit olduğu bir sır değil. Buna Uzakdoğu’da çevrilen korku filmlerinin neredeyse tamamında parmak basılıyor. 2008 Fransa, İngiltere ve Belçika ortak yapımı olan ve yönetmenliğini Belçikalı yönetmen Fabrice Du Welz‘in yaptığı Vinyan, bu mitleri Uzakdoğu sinemasının bizzat kendisinin nasıl da istismar ettiğini gözler önüne serer nitelikte bir film. Bunu da batı sinemasının soğuk ve acımasız diliyle yapmayı seçiyor. Filmin arka kapağında, “Ölülerin gerçekte asla ölmedikleri bir doğaüstü krallığa çıkılan bir yolculuk” tanımlaması var. Bu tanım çok doğru. Ancak Vinyan, bir hayalet filmi değil. En azından Vinyan’daki hayaletlerin tamamı ölü değil…

Vinyan’da, noel tatili için gittikleri Uzakdoğu’da tsunami felaketinde kaybolan çocuklarını arayan Belhmer Çiftinin kendilerini bir anda tehlikeli Thai – Burma sularında bulmaları ve bu arayış sırasında ormanın derinliklerinde yaşadıkları tuhaf maceralar konu edilmiş. Bu noktada film; ortalama bir, zengin Batılı çiftin gizemli Uzakdoğu’da kaybolması hikayesi gibi başlıyor. Belhmerler çocuklarını tatil için gittikleri, evlerinden çok uzak ve yabancı bir ülkede kaybetmişlerdir. Anne Jeanne Belhmer, oğlunu bulmak konusunda takıntılı bir hal almaya başlamıştır ve bu durum kocasını korkutmaktadır. Zira eşinin aklını kaçırmaya başladığını düşünür. Yine de oğullarını bulmak konusunda o da hemfikirdir ve insan kaçakçıları ile yapılan tehlikeli bir pazarlık sonucunda, Burma cangılının derinliklerine doğru yolculuğa çıkarlar… Fakat olayların gelişimi, filmin sadece bundan ibaret olmadığını hemen gözler önüne seriyor. Bunda filmin karanlık atmosferinin ve Emmanuelle Béart ile Rufus Sewell’in oldukça göz doldurucu ve etkileyici oyunculuklarının da büyük katkısı var. Ayrıca filmin etkileyiciliğinin kaynağı da burada ortaya çıkıyor; yapay korku öğelerinden çok, kaygı verici oranda gerçekçiliği ve ferah doğa görüntüleri eşliğinde çekilmesine rağmen yaratmayı başardığı klostrofobik etki, filmin başarısının sırrı. Filmin neredeyse tamamı açık mekanlarda ve de cangılın derinliklerinde geçmesine rağmen, iç uyuşturacak kadar etkili bir klostrofobi, yani kapalı alan (sıkışmışlık) korkusu yaratmayı başarıyor film. Öte yandan, cangılın derinliklerinde karşılaşılan vahşi yetimler, belki de Cannibal Hollocaust’tan beri çizilmiş en başarılı ve ürkütücü “Vahşi insan” portresi. Çocuk oyuncuların ortaya koydukları karakterlerin her biri, insanın kanını donduracak ölçüde ürkütücü ve korkutucu. Ayrıca bir anda ortaya çıkıp bir anda yok olmaları, tek vücut gibi hareket etmeleri, gözlerinden fışkıran soğukkanlılık ve de içgüdüsel hareketleri, yüksek düzeyde çaresizlik etkisi yaratıyor izleyicide. Anlaşıldığı üzere Vinyan, aslında bir modern insanın balta girmemiş ormanda aklını yitirmesi hikayesi. Yani daha bilindik adıyla bir “Orman çıldırması” filmi. Fakat bu noktada filmin küçük de olsa sosyo – politik yönden eleştirel bir duruşu olduğunu söylemekte fayda var.

cats

Filmin ilk sahnelerinde Jeanne Belhmer, kocasıyla beraber bir yardım kuruluşunun toplantısına katılır. Bu toplantıda gösterilen deniz Çingeneleri ve onların koşullarına dair bir video kaydında, kaybolan oğluna benzeyen bir çocuk görür. Bu sahnede, bahsi geçen bölgenin oldukça yakınında yaşayan ve sözde Asya’nın bu unutulmuş insanlarına yardım etmek derdinde olan Batılı modern insanların aslında cangıldan, cangıldaki hayattan ve yardım etmek derdinde oldukları insanlardan ne kadar da uzakta olduklarını görürüz. Filmin kalanı da bunun hikayesidir. Vinyan, izleyiciyi aynı gezegende bambaşka bir gerçeklik düzeyine taşır. Asya Cangılının derinliklerinde, izleyiciyi ölümün ve hayalet kavramının aslında ne olduğunu sorgulamaya iter. Bir ölçüde, Uzakdoğu kaynaklı, “Acılar içinde ölme, kaybolma” ve “Kaybolanın laneti” mitlerinin; bu topraklar üzerinde neden böylesi alışılagelmiş, sıradan hikayeler olduklarının açıklamasını yapar.

Thanksin Gao’nun açıklaması ve Belhmerler’in oğullarının kayıp olması durumu, filmin Vinyan’ının Belhmerler’in oğlu Joshua olduğunu düşündürüyor. Ancak Vinyan’ın kim ya da kimler olduğunu öğrenmek için filmi izlemeniz gerekiyor.

Vinyan, 65. Venedik Film Festivalinde yarışma bölümünde ve de Toronto Uluslararası Film Festivalinde gösterilmişti. Bu iki festivalde de beğeni toplamış olsa da, dünya izleyicisinden hak ettiği değeri ve ilgiyi gördüğünü düşünmüyorum.

blank

Ezgi Aksoy

Sinema yolculuğu 80’li yıllar korku filmleriyle başladı. Ucuz filmlerle büyüdü. Sinema, yazından sonraki en büyük tutkusudur. Şuan LeMan, yeniHarman ve Bayan Yanı’nda araştırma dosyaları ve populer kült yazıları yazmakta ve medeniyet üzerine kafa yormaktadır.

11 Comments Leave a Reply

  1. Bu harika filmi yazıdığın için teşekkürler Ezgi. Ben de bekliyordum biri yazsın artık diye. Çok da güzel yamışsın.

    Tek bir eleştirim olacak: Bu filmi yazarken Calvaire (2004) ve Who Can Kill a Child? (1976) filmlerinden bahsetmemek olmamış kanımca. Yönetmen Du Weltz, Calvaire ve Vinyan ile birlikte adeta yeni bir janra yaratmış durumda! Modern korku sinemasındaki en önemli gelişmelerden biri olarak görüyorum ben bunu.

    Vinyan, aslında Who Can Kill a Child’ın remake’i olarak başlamış bir proje ama sonra haklarını satın alamamışlar. Aslında çok da güzel bir remake olmuş bile bence.

    Bir de son olarak senin bu anlattıkların ve isabetli saptamalarından yanında, filmin bambaşka sürreal ve sembolik bir şekilde ”karı-koca ilişkisinin parçalanıp yok olması” yorumuna da açık olduğundan bahsetmekte de fayda var.

  2. Vinyan muhteşem bir girişe, muhteşem bir estetiğe rağmen, eksik olduğunu düşündüğüm bir film. Apocalypse Now’dan Emerald Forest’a, Lord Of The Flies’tan Don’t Look Now’a kadar bir sürü önemli ve kilit filme selam çakması çok hoş. Film boyunca süregelen, hatta bittiğinde daha farklı soru işaretleri yaratan tarzında da problem yok bence. Ama eşlerin yaşadıığı trajedinin ve aralarında yarattığı uçurumun iyi bir şekilde yansıtıldığını söyleyemeyeceğim. Emanuelle Beart fazla hızlı bir düşüş yaşıyor, çünkü anne, çünkü duygusal. Rufus Sewell ise acısına rağmen yanında durmamızı sağlayacak kadar soğukkanlı, çünkü baba, çünkü mantıklı. Bu klişe pek çok filmde kullanıldı ve bir problem değil. Ama yine de bu hızlı düşüş meselesini havada bırakmış. Sevmeyenler için Beart’in karakterinin neredeyse dayaklık cinsten çatlak bir kadına, veya Sewell’in donuk oyunculuk şeklinde yorumlanacak mesafeliliğinin sorumlusu oyuncular değil, senaryo bence. Yoksa oyunculuk adına şahsen bir kusur bulmadım. Görselliği de sağlam. Ama daha önceden de söylemiş olabilirim, ikinci sınıf video filmleri hariç en son ne zaman görselliği göz okşamayan bir film izledim, hatırlamıyorum.
    Yine söyleyeyim, bence giriş kısmı loop haline getirilirse insanda halüsinasyonlar yaratacak kadar güçlü.
    Ayrıca, Calvaire’ye güvenip izleyecekler, ya da tanıtımlarına bakanlar bir korku filmi değil, yavaş ve irkiltici bir dram izlemeye hazırlansınlar.

  3. Cangıl ne demek, Türkçede böyle bir kelime mi var?Önce kendi dilinizde eleştri yazmayı öğrenin sonra bol bol film izlersiniz…

    Murat Tolga’nın notu: Biz kendi dilimizde eleştiri yapabiliyoruz ama siz daha iki cümleyi doğru yazamamışsınız. İmladan bu kadar bihaberken hangi hakla akıl veriyorsunuz anlamadım? Ayrıca, cin olmadan adam çarpmak yerine biraz sözlük karıştırırsanız seviniriz. Cangıl (ya da Cengel), sıcak iklime sahip bölgelerde bulunan balta girmemiş ormanlar için kulanılan bir terimdir. Günümüzde yağmur ormanı terimi de cengel yerine kullanılmaktadır.
    Dünya yüzeyinin yaklaşık %6’sı cangıl olarak sınıflandırılabilir. Varlığı, ekosistemin devamı için hayati önem taşır. Sözcüğün esası Farsçada “susuz yer” anlamına gelen cangal dan gelmektedir Yani yazarımız bu kelimeyi sizin sandığınız gibi “jungle” kelimesini özenti bir tavırla yazıya ekleme amaçlı kullanmamıştır. Cangıl’ın her dilde kabulü vardır. Biraz NG izlerseniz orada da sıkça kullanıldığını göreceksiniz.

  4. vay be.. bir grup insanın emek vererek, kafa patlarak yazdığı, bir çok kişinin izlemeye bile deger gormedigi cevheri bizlere sunan insanlara yapılmış yoruma bak hemde che nickli ve emege saydı duyan birinin ismini nick olarak kullamış bir özentiden böyle bir yorum…oha falan oldum yani :))))

  5. ama dürüst olim ben de Che’nin yorumunu ilk okuduğumda baktım hakkaten ”cangıl” yazmak hiç olmamış diye düşündüm… Che de bir hataya düşmüş, bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp di mi…

  6. Çok yaşa Murat Tolga, böyle ters insanlara ağzının payını vermeye bayılıyorum. Bu da bizim ekosistemimiz:)

  7. Filmin sonlarına doğru Paul Belhmer’in Thaksin Gao’dan aldığı tabancanın neden patlamadığı kafama takılmıştı. Can’ın yazdığı yorumu görünce kafamda şöyle bir şey şekillendi: Sanırım olaylar “Who Can Kill a Child?” filmindekine benzer bir şekilde ilerleyecekti. O filmde çocuklardan kaçan çift bir odaya sığınmıştı, pencereden girmeye çalışan küçük bir çocuğu ateş ederek öldürmüşlerdi. Bu filmde de benzer şekilde tapınağın bir odasına sığınıyorlar. Aynı şekilde üst taraftaki bir delikten içeriye bir çocuk sızıyor ama bu sefer çocuk biraz etrafa bakınıp dışarı çıkıyor. Can’ın söylediği gibi filmin haklarını satın alamadıkları için senaryoda yapılmış olan değişiklikten kaynaklanan bir durum olabilir. Bu sefer de silahın el değiştirmesi sahnesine ne gerek vardı sorusu sorulabilir.

  8. Öncelikle teşekkürler Can..
    Aslında evet o iki filmden de bahsedilebilirdi. Çok doğru. Ancak ben sadece filmi ele almak istemiştim. Ama yönetmen Du Weltz’in Calvaire ve Vinyan ile adeta yeni bir janr yarattığı tespitine katılmamak ise elde değil. Bir de “Who Can Kill a Child?”ın bir remake’i olmaktan çok daha fazlasını başardığı görüşündeyim. Demek istediğim, pek çok remake’in yakalayamadığı bir “atmosfer oluşturma” başarısı elde etmiş olması. Ve ben bunu şahsen çok takdir ediyorum ve yönetmenin önünde saygıyla eğiliyorum :)

    Bunun dışında “Cangıl” kelimesi ile ilgili olarak şunları söylemek istiyorum. Gerçi Murat Tolga gerekli açıklamayı yapmış. 10 yılı aşkın süredir çeviri de yapan bir filolog olarak, bazı kelimelerin türkçede tek bir kelime ile ifade edilmemesinden dolayı ve Murat’ın da açıklamasında da görüldüğü üzere, tek bir kelimenin neredeyse bir paragraflık bir açıklamaya sahip olmasından dolayı; kelimeyi ya orjinal haliyle ya da türkçeleştirip kullanmayı uygun görürüz. Burada bir eksiklik varsa (ki ben de olduğunu düşünüyorum), bunun sebebi çevirmen hatasından çok, türkçenin diğer pek çok dilin aksine çok az keliemyle konuşulan bir dil olmasından kaynaklanır. Bu bir özentilik durumundan çok anlam kaymasını önlemek içindir. Çünkü “Cangıl”, Belgrad Ormanları dediğimizde aklımızda canlanan orman kavramından oldukça uzaktır. Kaldı ki cangıl, artık pek çok dilde resmen kullanılan bir tanımdır ve türkçede de 10 yıla yakın bir süredir bu haliyel resmi pek çok yazıda da kullanılmaktadır.

  9. “Elestirmek icin gereken enerji,büyü için gerekenden çok daha fazladır.Üstelik,bircok seyin yaninda mesela cahillerin suclama,dahilerin itiraf tutkusu;tabiatin,agirligini buyuden yana koydugunu gosterir.”

    Lokum gibi bir yorum,keyifle okudum :)
    sevgiler,

  10. filmi hiç ama hiç beğenmedim. hiçbirşey de anlamadım. (ya ben salağım ya da yönetmen)
    buraya yazcaklarım filmin sonuyla alakalı onun için izlemeyenler okumasın.

    filmin sonundaki çocukların kadının memelerini avuçlamasının anlamı nedir. niye durup dururken babayı öldürüyorlar. çocuğa ne oldu? o asyalı çocukları avrupalı aileye yutturma girişimlerinin anlamı nedir?
    ayrıca illa her avrupa filminde çıplak kadın vücudu sergilemek bir kural mı acaba bunu da çok merak ediyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

German Angst (2015)

German Angst, bir yandan Almanya’nın geçmişiyle hesaplaşırken, öte yandan da
blank

Antropophagus (1980)

Antropophagus (1980): İlk yarı boyunca gerilimi yüksekte tutmayı başaran D'Amato