Wake Wood 2011 yılı mahsulü David Keating tarafından yönetilmiş olan İrlanda / İngiltere ortak yapımı bir film.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
Veteriner Patrick (Aidan Gillen) ve eczacı Louise’ın (Eva Birthistle) kızları dokuzuncu yaşgününde vahşi bir köpek tarafından öldürülür. Olayın akabinde genç çift yaşadıkları şehri terkedip kırsala taşınmaya karar verir. Wakewood isimli gizemli bir kasabayı seçerler. (Kasabanın girişindeki tabelada kasabanın ismi bitişik yazılmasına rağmen filmin isminde ayrı yazılmış. Sebebini anlayamadım.) Louise kendine bir eczane açar. Patrick de yöre sakinlerinin inekti kuzuydu hayvanlarını tedavi etmeye başlar. Hayatları, çocuğu ölen bir ailenin hayatı ne kadar iyi olabilirse o kadar iyi gitmektedir.
Bir gece arabaları bozulduğunda yardım istemek için kasabanın önde gelen isimlerinden Arthur’un (Timothy Spall) çiftliğine doğru yürürler. Çiftliğe vardıklarında görmemeleri gereken bir ayine tanık olurlar. Ayinin neden yapıldığını anlayamasalar bile sonradan kendilerine anlatılır. Kasabaya ait tanımlayamadıkları bir gücü kullanarak, son bir yıl içinde ölmüş herhangi birini, kasaba sınırlarını aşmamak kaydıyla, üç günlüğüne tekrar hayata döndürebilmektedirler. Patrick ve Louise kızları Alice’i üç günlüğüne de olsa hayata geri döndürmesi için Arthur’u ikna ederler. Ayin yapılır, Alice geri döner. İlk gün bir sorun yoktur. Ama ikinci gün Alice biraz garip davranmaya başlar. Bir şeylerin ters gittiği ortadadır. Alice’i geldiği yere geri göndermek hayata döndürmek kadar kolay olmayacak gibi görünmektedir.
Wake Wood, 1960 doğumlu İrlandalı yönetmenin filmografisindeki dördüncü işi. Daha önce iki belgesel ve bir komedi çekmiş. Wake Wood yönetmenin ilk korku filmi ve maalesef bunun dezavantajları fazlasıyla hissediliyor.
Film aslında gayet sağlam bir şekilde başlıyor diyebilirim. Açılışta birbirleriyle konuşmayan, donuk bakışları ileriye doğru kilitlenmiş bir erkek ve bir kadın araba ile ilerlemektedir. Hızlı kesmelerle verilen ‘flashback’ler sayesinde bir çırpıda evli çiftin dokuz yaşındaki kızlarının bir köpek tarafından öldürüldüğünü öğreniriz. (Her ne kadar jet hızındaki kesmeleri sevmesem de girişdeki bu uygulamanın vahşi bir köpeğin dokuz yaşındaki bir kız çocuğunu parçalarken göstermekten imtina edilmesi adına yapıldığını kabul edip, durumu görmezden geliyorum.) Çocuklarını kaybeden yaslı aile daha sakin bir hayat sürmek üzere kırsala, Wakewood isimli gizemli kasabaya taşınır ve bundan sonra Wakewood bütün oyunculardan rol çalarak bir anda başrole oynamaya başlar. Bu noktada doğru mekan seçimi ve başarılı müziklerin yardımı ile atmosfer kurma konusunda sıkıntı yaşanmadığını söyleyebilirim. Malum olaylar İrlanda kırsalında geçiyor. Bilmem katılır mısınız ama sanki “ada” kırsalında geçen yapımlar, coğrafyanın yadsınamaz etkileyiciliği ile rakiplerine karşı maça 1-0 önde başlıyor. Wake Wood’un yanısıra Öteki Sinema’ya daha önce yazdığım Outcast (2010) ve Isolation (2005) gibi “ada” yapımı örneklerde de benzer bir durum söz konusu.
Her neyse, biz filme geri dönelim. Vasatı aşamayan oyunculuklar ve etkileyicilikten uzak, sıradan bir görsellik sık sık yolumuza taş koymaya çalışsa bile kasabada gerçekleştiğini öğrendiğimiz diriltme ayinleri sayesinde ilgide bir eksilme olmuyor. Ancak finale doğru, sürprizlerin (twist) yeterince güçlü olmaması sebebiyle film yalpalamaya başlıyor. Buna bir de tempoyu ayarlayamayan yönetmenin beceri eksikliği eklenince son kısım bir parça sıkıntılı geçiyor.
Wake Wood’u izlerken akla birçok benzer örneğin gelmesi olası ama The Wicker Man (1973) ve Pet Sematary’den (1989) bolca esinlendiklerini söyleyebiliriz.
Sonsöz: Wake Wood, öyle çok abartılacak, ahım şahım bir iş değil. Hemen hemen her ada kökenli korku filminde görülen o kendine has tarz ile ilgi çeken, okült, yeniden diriliş ve büyü gibi mevzularla ilgilenen, final sahneleri için ekstra mesai gerekse bile izlerken fazla sıkıntı vermeyen vasat bir film. Korku severlerin göz atmasında fayda var.
filmin hikayesi guzelmis
Uzun zaman sonra Hammer stüdyolarından çıkan ilk film olma özelliğini de taşıyor fakat vasat. Posterleri çok hoşuma gitti yalnız..
Bir çeşit hayvan mezarlığı hikayesi gibi galiba.Ama ilgiyi hakedecek gibi duruyor doğrusu.